Bilim adamları, insanlığın geçmişi ile ilgili birtakım bulgular üzerinden hareketle, bazı varsayımlara dayanarak tarih oluşturmuşlar. Ancak, daha ayağı yere basan tarih, yazılı kitabelerin bulunması ve çözülmesi ile mümkün olmuş. Alacahöyük ve Hattuşa kazılarında 7 bin yıl öncesine kadar uzanan Kalkolitik Çağ olarak adlandırılan, Hitit medeniyetinin yazılı kaynakları, insanların o dönemdeki yaşayışları hakkında bazı ipuçları veriyor. Çatalhöyük'te ise daha ileri dönemlerin 9 bin 500 yıl öncesinin kalıntılarına rastlanıyor. Tarihçiler, Çatalhöyük'ten daha önceki dönemleri yani, 10 bin yıl öncesini anlatırken, neolitik dönem olarak tabir ettikleri taş devrinde, insanları yabani, mağaralarda yaşayan, medeniyetten uzak gruplar olarak tanımlamışlar. Fakat, Şanlıurfa Göbeklitepe'deki kazılarda bulunan 11 bin 500 yıl öncesine ait, dünyanın en eski şehir kalıntıları, insanların hiç de yabani olmadıklarını, o dönemlerde bile şehirlerde medeni olarak yaşadıklarını gösteriyordu. Bu bulgular, yazılan tarihi bir daha gözden geçirtecek, yeniden yazdıracak nitelikteydi. Bulunan her yazılı eser, insanlık tarihinin gerçek kanıtı oluyor. Bilgi kaynağı olarak binlerce yıl sonrasına ulaşabiliyor. Geçmişten gelen kültürleri, en sağlıklı olarak, yazılmış eserlerle, bugünlere, yarınlara taşımak mümkün. Bu sebeple kitap, geçmişten geleceğe en kuvvetli kültür ve bilgi taşıyıcı olarak önemli. ? Neden kitap? Bugün dünyada çok farklı özelliklerde toplumlar, milletler var. Ayrı uluslar, ayrı topluluklar oluşmasının en büyük nedeni ise, aralarındaki kültür farklılığının olması. Ulaşımın çok hızlı olduğu, haberleşmenin çok kolay olduğu günümüz dünyasında, artık diğer ülkeler, yabancı insanlar, kapı komşusu kadar yakın. Buna bağlı olarak, bir ülkenin içinde yaşayan insanların birbirlerine olan bağlığını, yakınlığını artıran kültürel bağ, ulusların ayakta kalmasını sağlayan bir kimlik olarak ortaya çıkıverdi. Artık devletler, birbirleriyle sıcak savaş yerine, soğuk savaş dediğimiz ekonomik stratejilere, kültür empozesine dayanan, insanların doğrudan beyinlerine, algılamalarına, beğenilerine hitap eden etkileme yolunu seçiyor. Karşılarında, kendilerine düşman olan beyinler bulmaktansa, kazanılmış taraftar beyinler bulmayı tercih ediyorlar. Düşünsenize, kültürel ve ekonomik üstünlüğünü meclisinizdeki bütün milletvekillerine ve parti liderlerine sevdirmiş, kabul ettirmiş yabancı bir ülkenin, artık sizin ülkenizle savaşmasına gerek kalır mı? Bir zamanlar "Sovyet Rusya"sı böyle yayılmamış mıydı? Eğer, kendi kültürümüzün gücüne, güzelliğine, gerekliliğine inanıyorsak (-ki öyle olmalı), o zaman bu kimliğimizi korumanın, devam ettirmenin, başka ülkelere kabul ettirmenin bir yolu var: Kitap... Bunun için kitap okumalıyız... Hem de çok okumalıyız. Çünkü, varlığımız devam ettirmenin, başkalarına ulaşmanın ve yabancı kültürlerden, yanlışlardan korunmanın yolu, bilmekten geçer. Bilgi de ancak okuyarak elde edilir. Bugün artık bilgi çağındayız. Okumasını araştırmasını bilmeyen toplumlar, başka kültürlerin hegemonyasına eninde sonunda gireceklerdir. Geçen hafta Frankfurt'ta dünyanın en büyük kitap fuarı açıldı. Bu fuara 113 ülkeden, tam 7 bin 272 yayınevi, yaklaşık 400 bin eserle katıldı. Bu kadar ülke, böyle bir gayrete neden giriyor acaba? Sadece para kazanmak için mi? Sanmıyorum. Dünyada herkes kendi kültürünü kabul ettirmenin savaşını veriyor. Onlar çoktan uyanmışlar. Bir şeylerin farkına varmışlar. Bize ne oldu, ey güzel ülkemin insanları? Uyanın artık!.. Türkiye'de de şu an hem Ankara, hem İstanbul'da büyük kitap fuarları açıldı. Bu kitaplar sizler için hazırlandı. Herkes okumalı, herkes bilmeli, kitap baskıları en az 100 binden başlamalı. Haydi fuarlara!.. Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..