Öyle maçların böyle dönüşleri hep çok zordur... Elenip yıkılmışsınız en pisinden, rakibiniz bir anda potaya girmiş, endişe içinde ısıracak rakip arıyor. Eksiklerinizi oyuncuların yerini değiştirerek eksik yokmuş gibi yaparak oynamak durumundasınız. 2.03'lük pivot kalecinin önünde 1.03 gibi kalan Ümit Karan ile ribaunt üstünlüğü için uğraşacaksınız. Bir de üstüne "Avrupa sonu, kupa sonu ve belki de ligin sonu, ve de ay sonu sendromları" eklenmiş... Can havliyle oynayana karşı canı çıkmış bir takımın can sıkıcı mücadelesi de cabası... İlk yarının tek yorumu Eskişehirspor'un maç Eskişehir'de oynanıyor gibi oynaması, işin tuhafı Galatasaray'ın da maç Eskişehir'de oynanıyormuş gibi oynamasıydı. Daha diri kalan konuk takım, daha çok topa sahip oldu, daha etkili göründü ve orda alanı kullandırmadı. Tek şut olmayan maçın ilk yarısında bu aslında ev sahibinin daha fazla sorunu olmalıydı. Maçın sonu hep müstakbel yorgunluk nedeniyle Galatasaray'ın da bir kayba doğru gittiğini gösteriyordu. İlk yarının bitiş düdüğünü ise topu kaleye ilk ve son olarak; ama tam bir şut atış anında arkasını dönüp bitiş düdüğü çalmak ise tam bu maça yakışan bir hakem garabetiydi. Birisinin beklenmedik bir şeyler üretmesine bağlıydı Galatasaray'ın hayalleri... Nadareviç beklenmedik bir şey yapan ve Ümit'e vurduğu iki darbe sonrası oyundan atılan oyuncu oldu. Bir eksikle daha da iyi oynamaya başladı Es-Es'ler. Oyunun dengesi daha çok koşan Eskişehirspor'un bir eksilmesi, daha yavaş kalan Galatasaray'ın tam tempo yükselteceği bölümde "tükenmiş" olmasında gizliydi. İşte o tükenmişlik Doğa'nın enfes ikramında bir küçük "Youla plasesi" ile üç puanı getirdi. Gerisi yalancı baskı, sersemleyen saldırılar ve tabii ki konsantrasyon yokluğu. Gerçek; iki puan kaybıyla "yazık" kelimesini hak eden tarafın Eskişehirspor olacağı idi.