Basın tribünün altı, kulübenin üstü hepten milli. Maçı bizim gibi izleyenler Arda, Sabri, Emre Güngör filan. Yapabildiği kadar rotasyon yapmış Bülent Korkmaz. Hasan Şaş kenarda, Serkan Kurtuluş, Aydın Yılmaz 11'de gibi... Rakip çabukları ve güçlüleri ile taş gibi... Maç da maç gibi... Pres ve mücadelenin ortasında Kewell, Baros'un tam kafasına oturttu bir topu ve erken bir golle başladı Galatasaray. Sonrasında hep, "şapkadan kuş çıkarmak" niyetiyle oynayan ama; ancak Lincoln ve Kewell'ın başarabildiği bu sihirli oyunu frene basarak kesti. Hafiften baskı da yedi. Ancak Aydın'ın gayretli presi ve "haybeye bir top" için yarı sahayı geçmesi bir gol daha getirdi. Buna ister "kaza golü" deyin, isterseniz "top öyle istedi" deyin. Ancak "şapkadan çıkan gerçek kuş" ikinci golde izlendi... Bazı oyuncuların "Oz büyücüsü" gibi kalmasının bir sebebi de Bursaspor'un oynamaya çalışan ve asla oyunu çirkinleştirmeyen, üstelik adam markajına da pek itibar etmeyen anlayışı idi. Bunun karşılığını da İbrahim'in güzel golüyle aldılar ve maça ortak oluverdiler. Aslında yenilen bu gol, Hamburg gibi bir hücum hattı olan takımın öncesinde fena halde "ciddi alarm" sayılır. Çünkü Galatasaray kolay gol atan ama o kadar da kolay gol yiyen bir takım olma özelliğinden henüz kurtulamamış... İkinci yarıda zaman zaman bu sezon pek görmediğimiz pres anlayışının kıpırtılarını veren yeni Bülent Korkmaz anlayışı üstüne, bir de takım halinde gidip gelen bir anlayışı da sundu bana. Korkmaz'ın esas zorluğu korumak zorunda olduğu Baros ve Kewell gibi oyuncularla sakat ve dikişlerle oynayanları diri tutup maç kazanmak zorunda olması. Bunun stratejisi olmaz. Taktik de para etmez. Sadece okşamak ister özveri beklenen oyuncuları. Onu da mükemmel yapıyor Bülent Hoca. Sağlam üç-beş oyuncusu ve yarı sağlam 2-3 oyuncudan bir takım yapıp işini yapıyor. Şapkadan esas kuş çıkartan o...