Türkiye Futbol Felaketi...

A -
A +
Bugün biraz kafanızı şişireceğim, çünkü kendimce takılmak istiyorum futbola. Hakeminden, yorum kirliliğinden, sadece yuvarlanan toptan başka şeyi görmeyecek kadar gözü dönmüş kitlelerden ve alemin hiç de ağır olmayan ağabeylerinden biraz bıktım da; ondan. Türk futbolunu "felaket" bir biçimde yönetenlerden de bıktım. Sezon başında Fenerbahçe'nin cırlamasından ürken, biraz ilerleyince Beşiktaş'ın video gösterisinden tırsan ama Galatasaray'ın metnine hemen cevap veren felaket tüccarlarından da bıktım... Antik Yunan'da site savaşlarına ara verip insanların gücünü sınaması amacıyla oynandı ilk kez... Çinlilerin topu deridendi ve ketenle doldurulmuştu... Firavunlar zamanı eski Mısır'da saman ve tohum kabuklarıyla doldurarak oynadılar... Yunanlılar ve Romalılar şişirilmiş ve dikilmiş öküz mesanesi ile oynadılar... Ortaçağda at yelesi doldurulmuş oval bir nesne vardı ortada... Amerika kauçuk olanı ile başladı ve topun sıçrama kabiliyeti ortaya çıktı... Şişirilmiş ve deri olan ilk top Connecticut eyaletinde Charles Goodyear adlı bir kaşifin yeteneği ile bugünkü şeklini almaya başladı ve üç Arjantinli Tossolini, Valbonesi ve Polo ile yarığı olmayan bugünkü şekline ulaştı... Top hep vardı... Oynayanlar da hep vardı... Sayıları değişen, gittikçe kurallaşan bir biçimde hep vardı. Hakem hiç yoktu... HAKEM SAHAYA GİRMİŞ... 1800'lerin ilk yarısında Londra'da bir "pub" seçildi toplantı yeri olarak ve ilk lig kuruldu 12 takımla. Hakemsiz oynanıyordu. Sonra kale önünde çok fazla ayak kırıldığı için kenara birini koydular işaretle oyunu durdursun diye. Ona düdüğü 41 yıl sonra 1871'de verdiler. 1872'de sahanın içine girmesine izin verdiler... Hakemsiz pek de güzel oynanabilen bu masum oyunu bir adamın kişiliğine emanet ettiler. Güncel esintilerden etkilenmesini, karısıyla ne sorunlar yaşadığını, kafasının içinde kuyrukları birbirine değmeyen kaç tilki olduğunu göz ardı edip, bu sevimli oyunu sevimsiz bir adama teslim ettiler... Yaptığı işin tanımı düdüklü bir adamın keyfiyetine bağlıdır ve buna sonradan "hakemin takdir hakkı" deyip geçtiler. Hiçbir muhalefete imkan vermeyen bir dikta rejimini bir buçuk saat uygulamasına izin verdiler. Tam bir cellat olmasını sağladılar. Ağzındaki düdükle "ameliyatını" izlemeye başladılar... Bir hakemin işi kendinden nefret ettirmektir... 22 adamın arasında koşarken oluşan tek ortak nokta binlerce seyircinin uluyarak kellesini istemesi ve annesini hep hatırlamasıdır. Çok ender olarak iki tarafı ve akşam ekranlara döşenen idam sehpalarını mutlu eder. Tüm kötülüklerin anası olarak kabul edilir genelde. Bu nedenle karalara büründüler bir asırdan fazladır. Sonra renklendirdiler kurbanı son arzusunu sormadan... İŞTE DÜŞMAN BUDUR... Bir düşmana ihtiyacı olanlar sahada her zaman birini bulabilir oldu böylece... Bir futbol maçı 90 dakika boyunca bir ömür boyu yaşanabilecek tüm duyguları içinde barındırır. 90 dakikada neşe, acı, nefret, sıkıntı, hayranlık, adaletsizlik, haksız kazanç... Hepsi oradadır... 6 gün boyunca "ben" olan birisi, ancak bir maçın öncesindeki saatlerde "biz" olmaya başlar. Maç içinde "güçlü bir kalabalık ve dayanışma içinde" olmanın keyfini yaşar. Dünyada üç milyar tüketici tarafından alınan bir başka ürün var mıdır?. Top ekonomisi sürekli gelişen tek üretimdir... Böyle bir ekonomiyi ortaya atılmış, futbolculuğu tartışılır, gelmişini geçmişini çok iyi bildiğimiz bir hakeme teslim eder mi, yatırımcı?.. Çok itilip kakıldıkları için ve hep sorgulandıklarından değil mi, eski hakemin ekranlara çıkıp kan kusar gibi intikam yorumları yapması. Rövanş maçları oynaması yıllar sonrasında... TV DENİLEN NAMERT... Alemin asıl eşi radyodur. Televizyon "kuma" olarak gelip, asıl emek veren eşi bir kenara iter. Yerleşir eski ve ahenkli düzene kalleşçe. Prematüre spor programları doğurur. Kavga etme ihtimalini seyrettirir ve gider gece yarılarından öteye yerleşir. Televizyon-futbol evliliği hep mahkeme kapılarında sürünen ama "şiddetli geçimsizliğin" bu kadar geri çevrildiği bir boşanma nedeni olmamıştır... 1950'de Fransa ilk maç yayınını yapar. İşgalin 5 yıl sonrasında Almanya ile oynarlar ve televizyondan maçın verileceği deklare edilir. O gün Fransa'daki televizyon sayısı 1500'dür. Ama bir günde 1000 televizyon alıcısı satılır. Normalin çılgınlığı, eğlencenin felakete dönüştüğü zamandır bu... İnsan denilen yaratığın en nesepsizlerin bir kafes içinde toplandığı yer haline getirilen o eğlence mekanları, o global hayvanat bahçeleri, Latin dillerindeki "Desport" kelimesine ihanet eder. Çünkü "desport" yarışma ve kazanmak kavramlarına hiç ilgi duymaz Desport tam tercümesiyle eğlence demektir... Gelelim bizim felakete Bir takım sezon başında üst üste kayıplar yapınca büyük paralar ödediği kadrosunu sorgulamak yerine önemli bir çıkış yaptı. Kendince hizaya getirdi federasyonunu, bana göre haksız kazanç sağlamaya başladı. Sonra bir diğeri video gösterisi hazırladı. Kendine getirdi "yönetemeyicileri"... Üçüncüsü bir mektup yazdı. Mazrufa bakmadan zarfı görür görmez bir cevap hazırladı Türk Futbol Felaketi. İçini görmeden ve okumadan ve de anlamadan cevapladılar. Belki de cevap önceden hazırdı... Türk futbolunun felaketini hazırlayanlar, üst üste koyamadılar iki hakemi ve nasıl bir kötülük yaptıklarını görmezden geldiler. Hakemsiz de oynanabilen bir oyunu, "hakem varsa oynanır, futbolcular olmasa da" sandılar. Kendi kafasına göre adalet dağıtan düdüklü birtakım genç adamları atıverdiler o eğlence mekanının ortasına ve orayı önce panayır yerine sonra da "kesimhane" haline getirdiler. Erman'ın Kayseri maçının gecesi kan kusması, pazar gecesi ise daha efendice yorumlar yapması bir eski hakemin düdüklü döneminin intikamını alması değil midir?.. Çakar ne durumdadır acaba?.. Eskişehirspor'un Kadıköy'de uğradığı felaketi Büyükşehir üstünden ödeten, sonra da Büyükşehir maçında saçmalayıp kötü Fener'i daha kötü eden zihniyettir söz ettiğim. Fener maçı öncesi Büyükşehir'i Eskişehir'de iki kırmızı ile boynu bükük bırakan zihniyetedir sözüm. O mektupta bunlar vardır ama kötü yazılıp kötü anlatılmıştır. Ama mazruf budur. Maruzatım da şimdilik bu kadardır...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.