Türkiye'nin geleceğini Brüksel'de müzakereye mecbur tutanlar, Türk devletini bir türlü çağdaş uygarlık düzeyine eriştiremeyen yöneticilerimizdir. 28 yıl önce, geri zekâlılık düzeyinin doruklarını oluşturan (pazar ve ortak) süper sloganları ile, Avrupa'ya şimdilik Allah versin, on yıl sonra gelin diyebilmişlerdir. Avrupa kapılarını yüzümüze kapattırıp, kaç asırlık millî hedefimizin yönünü kuzeye, sonra güneye saptırmak isteyenlerdir. Yunanistan'ın bile gerisinde kalmanın ne vahîm sonuçlar vereceğini idrâk edememişlerdir. Avrupa Birliği üyesi olmaksızın, muâsır medeniyet ilkelerini benimseyebilse idik mesele yoktu. Fakat Türk Yenileşme Tarihi, kendi bünyemiz içinde çağdaşlaşabilmek yeteneğini göstermemiştir. Bütün inkılâplarımız, reformlarımız, dış tehlikelerin üzerimize gelmesi ve dış baskı ile âdeta zoraki yapılmıştır. İmparatorluk dönemimizdeki bu tutumumuzu, cumhuriyet döneminde de değiştirmiş değiliz. Brüksel'de alınan, -başbakanımızın davet edilmeyeceği bildirilen- zirvede değişmesi ihtimali az bulunan kararlar, treni raydan çıkarmıyor. Ancak bizi sevindirecek tarafı da yok. Vaktiyle İngiltere gibi dünkü cihan devletinin müzakerelerde nelere maruz kaldığını unutmadık. Fakat biz İngiltere'nin imkânlarına malik değiliz. AB muârızlığı ile iktidar umanlar, fakat Türkiye'yi ne yapıp da Atatürk'ün çağdaş uygarlık düzeyi diye en veciz tarif ettiği, tek ve biricik, vazgeçilmez ve en millî hedefimize nasıl, hangi kadro, ekip, hangi dehâ ile ulaşabileceğimizi asla söyleyemeyenler, AK Parti puan alamadı diye belki sevindiler. Gerçekte Başbakan Tayyip Erdoğan, gereken teşebbüsü, epey ihtiyatla yaptı. Yapmasa idi ihtimal rapora aleyhimizde bir iki madde daha yazılacaktı. Ama Avrupa Birliği'nin Kuzey Kıbrıs'a uygulanan kısıtlamaları müzakereye yanaşması, ümit vericidir. İnce uzun yolun tam ortasındayız. Sabreden, aklını kullanabilen kazanacak, aksine tutum Türk devletine zarar getirecektir.