1. sayfada hafta başı makalesine böylesine üçüncü sınıf bir macera filminin ismine benzer başlık attığım için özür diliyorum. Ama geçen hafta İstanbul'da gerçekleşen olay, nice macera romanına ve filmine konu oluşturabilecek derecede olağanüstü idi. İran savunma bakanlığı müsteşarı bir general, İstanbul gibi bir mega metropolde beş yıldızlı bir otelin süitinde tayy-ı mekân eyledi (kayıplara karıştı). Dünyanın benim diyen gazeteleri, bu bulunmaz haberin üzerine, çullanırcasına atladılar. Zira, İran ile Amerika arasındaki nazik stratejik dengeyi etkileyecek, hattâ çarpıtacak mahiyette idi. İran gibi bir Orta Doğu ülkesi ile cihan devleti Amerika arasında stratejik denge bulunduğunu söylemek, iki tarafın maddî güçlerinin mukayese kabûl etmez durumu bakımından Acem mübalağası (İranlı abartması) sayılabilirse de, pek öyle değildir. İran'ı aşamayan bir Amerika, Avrasya'da mahcûb olur. Rezîl olur bile diyebiliriz. İran'ı bertaraf eden Amerika'nın karşısında ise, 21. yüzyılın enerji kaynaklarının parıltılara boğulmuş en cazip kapıları -ardına kadar açılmasalar bile- aralanır. İranlı generalin CIA himayesine geçtiği muhakkaktır. İran savunma sisteminin Amerika'ya meçhul noktalarını açıkladığı şüphesizdir. İran'da kötü muameleye maruz kaldığı, hattâ işkence gördüğü söylendi. Gerçekte İran'da rejimin -çok radikal yönetimlerin kaçınılmaz sonucu mahiyetinde- yaman muhalifleri mevcuttur. Şâh tarafdarı monarşistlerden tutunuz, -Mehmet Barlas'ın bulduğu tabiri kullanıyorum- şeriat demokrasisi yerine şu bildiğimiz Batı usulü demokrasi isteyen cumhuriyetçilere, hattâ gözü çöplükte komünistlere kadar... Üstelik İran, atom bombası, uzun menzilli füze diye tutturarak, bütün komşularını tedirgin etti. Ilımlı şeriatçileri bile karşısına aldı. Cepheyi çok büyüttü. Karmaşık bir imparatorluk yapısını muhafazada zorlanabilir. Milliyet fikri hareketlenirse, Şii şemsiyesi artık yetersiz kalır.