Cumhurbaşkanı konusunda kıyamet koparken benim bu konuya girmemem, okuyucularımın fikir söylemekten niçin çekindiğim eleştirilerine sebeb oldu. 1. sayfada bir yazar, Türkiye'nin geleceği ile ilgili böylesine bir konuda, üç düşünüp bir yazmaya mecburdur. Onun içindir ki değişgen gündemlere takılıp sütun doldurmaktan çekindim. Ancak artık 1 ay kaldı. Konuyu pas geçmem mümkün değil. Dün yazdığım gibi, Sayın Erdoğan, Çankaya'ya bizzat çıkmak isterse, çıkar. Kopacak gürültü ve patırtıdan çekinmez. Ama kendisi dışında bir seçimi tercih ederse, ancak onun gösterdiği aday seçilir. AK Parti grubunun, liderlerinin adayını seçmemesi mümkün değildir. Böylesine güçlü pozisyonda bulunan Sayın Başbakan, AK Parti grubundan öyle bir milletvekilini destekliyecektir ki, asker, yargıç, bürokrat, iş adamı, halkın çoğunluğu, adayın bu göreve ehil bulunduğu hususunda, birleşsin. Böyle bir milletvekili yok demek, Yüce Meclis'e bühtandır. 1) Laikliğe asla halel getirmeyecek, 2) bölücülüğe asla taviz vermeyecek, 3) Atatürk'ü asla incitmeyecek bir aday, subayımızı ve yargıcımızı, politik müdahalelerde bulunup -maazallah- demokrasiyi bozmak eyleminden alakoyar. Şunu vurgulamalıyım ki, halkımız, subayın politikaya girmesine karşıdır. Ancak ordusu ile geçinemeyen, bu yetenekten mahrum iktidarları da küçük görür. Ordusunu, hır çıkarmaksızın Avrupa standartlarına çekemeyen bir iktidarı, bendeniz de küçümserim. Cumhurbaşkanının 1) bugünki Meclis'in üyesi, 2) AK Parti üyesi olması tabiatiyle asla yeterli değildir ve millî konsensüs oluşturmaz. 3) Millî Görüş öğretisinden gelmemiş bulunması da gerekir ki, AK Parti'ye oy vermeyen halkımızın çoğunluğunu da tatmin etsin ve rejimi bozabileceği endişe, itham ve bahanesini ortadan kaldırsın. Bu 3 şart dışındaki diğer zaruri unsurları yarın ele alacağım.