15 Mayıs 1950'de -CHP'den ayrılan 4 milletvekilinin kurduğu- Demokrat Parti seçim kazandı. İktidara geldi. Tek parti dönemi kapandı. Demokrat Parti Genel Başkanı Celâl Bayar idi. Cumhurbaşkanı seçilince, tarafsız olması gerektiği için partiden ayrıldı, başbakan atadığı Adnan Menderes DP genel başkanlığına geçti. Bayar, İttihad ve Terakki Partisi eyalet başkanı ve son Osmanlı Meclis-i Meb'ûsânı'nda Saruhan (Manisa) milletvekili idi. İstanbul'daki imparatorluk meclisimiz İngiliz süngüleri ile dağıtılınca, Ankara'ya geçti. 23 Nisan 1923'te açılan 1. TBMM'ye katıldı. 1923 (1 yıl erken seçim), 1927, 1935, 1939, 1943, 1946 (1 yıl erken seçim), 1950 seçimlerinde hep milletvekilliğini muhafaza etti. Atatürk'ün bakanı ve İsmet İnönü devreden çıkarılarak Atatürk'ün son başbakanı oldu. İvazsız tavizsiz ve bütün varlığı ile Atatürk'e bağlı idi. Atatürk'ün Millî Mücadele arkadaşlarının tamamına yakını onunla bozuştukları halde Bayar, Atatürk'ten ayrılmadı. Böyle olduğu halde, CHP ve İnönü'den başka bir iktidarı hoş görmeyenler, Bayar'ı sevmediler. Bu suretle Türkiye gerçekte Demokratlar ve Cumhuriyetçiler diye ayrıldı. Cumhuriyetçiler; devletçi, statükocu, içe kapanık, faşizan idiler. Cumhuriyet kelime ve kavramının, tamamen yanlış olarak, demokrasi kelime ve kavramı ile eş anlamlı olduğunu iddia ederek milleti uyuttular. Demokrasi, imparatorluk Türkiyesi'nde 1876-78 ve 1908-1920'de anayasa rejimi idi. Meşrûtiyet deniyordu. Batı Avrupa modeli taçlı demokrasi idi. Bu husus da, bizde pas geçilmiştir. Her iki Meşrutiyette, demokrasi işletilemedi. İlki Sultan Abdülhamid'in şahsî idaresi, ikincisi İttihad ve Terakki'nin diktatörlüğü ile sonuçlandı. Her iki Meşrutiyeti İkinci Abdülhamid yürürlüğe koymuştu. Araya güncel başka konular girmezse, bu bahse devam edip, bugünkü duruma nasıl geldiğimizi anlatacağım...