Bu sevgide siyah beyaz ayrımı yoktur

A -
A +
Siyah bir Müslüman beyaz bir kâfirden kat kat daha üstün ve sevimlidir. Bilâl-i Habeşî hazretleri siyah idi. Aşağılığı herkesçe bilinen Ebû Cehil ise beyaz idi...

Arap, lügatte, "güzel" demektir. Meselâ, lisân-ı Arap, "güzel dil" demektir. Istılâh mânâsı ise, yani coğrafyada Arap demek, Arabistan yarımadasında doğup büyüyen, oranın iklimi, havası, suyu ve gıdâsı ile yetişen ve onların kanından olan kimse demektir. Anadolu'daki kandan gelenlere Türk, Bulgaristan'da doğup büyüyenlere Bulgar dedikleri gibi, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselam da Arabistan yarımadasında doğduğu için Arap'tır.

Fahr-i âlem efendimiz beyaz benizli olup, gâyet güzel, nûrlu ve sevimli idi. Bir kimse, Peygamber aleyhisselâm siyah idi dese, kâfir olur.

Anadolu halkı, Osmanlı'dan kalma bir âdet olarak, Mekke Medine halkını çok sever. Bunu bilen, Anadolu'ya misâfir gelen siyah fellâhlar, Habeşîler ve zenciler, hürmet ve ikrâm olunmak için, kendilerini, "Arap" olarak tanıttırmış, Anadolu'nun saf Müslümanları, sözlerine inanıp bunları sevmişlerdir. Çünkü, bu sevgide ırk ve siyah-beyaz ayrımı yoktur. Siyah bir Müslüman beyaz bir kâfirden kat kat daha üstün, daha kıymetli ve sevimlidir. Bilâl-i Habeşî hazretleri ve Resûlullahın çok sevdiği Üsâme hazretleri siyah idiler. Ebû Leheb ve Ebû Cehil kâfirleri beyaz idiler. Bu ikisinin kötülükleri ve aşağılıkları herkesçe malumdur. 

Siyahilerin kendilerini Arap olarak tanıtmaları, İslâm düşmanlarının, Yahudilerin bilhassa İngilizlerin işlerine yaradı. Bir yandan, siyah insanları, aşağı ve iğrenç olarak tanıttılar. Bunları köle olarak kullandılar. Bir yandan da kara kedileri, köpekleri, "arap, arap" diye çağırarak, gazete ve dergilere yaptıkları siyah resim ve karikatürlere "arap" diyerek, gençliğe, Arab'ı siyah olarak tanıtmaya, böylece, Müslüman yavrularını Peygamberimizden soğutmağa uğraştılar. Din düşmanlarının bu oyununa gelmemelidir... 

Peygamber efendimizin vefâtından sonra, Eshâb-ı kirâmın hepsi, sonra da evlatları, cihâd için, dîn-i islâmı dünyaya yaymak için, Arabistan'dan çıktı. İslâm ordusu, Asya'nın ötelerine, Afrika'ya, Kıbrıs'a, İstanbul'a, hâsılı her yere dağıldı. Allahın dînini, O'nun kullarına tanıtmak için savaştılar ve canlarını fedâ ettiler. Bu geniş topraklar, o mübârek şehitlerle doludur. Evlatlarını, yavrularını da, ilim öğrenmek için, o zamanlar dünyanın en üstün üniversitesi olup, fizik, kimya, astronomi, coğrafya ve hendesedeki tecrübeleri ve ileri buluşları, bugün mevcut eserlerinden anlaşılan, Bağdât dârül-fünûn ve fakültelerine gönderdiler. Gidenler bir daha gelemedi. Hindistan'da, ta orta Asya'nın içlerinde; bilhassa İstanbul surlarının yakınlarında yüzlerce Eshâb-ı kirâm kabri vardır.

Allahü teala şefaatlerine nail eylesin...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.