Kelimelerin köklerinde bir dünya saklı

A -
A +
Prof. Dr. Suat Ungan
Trabzon Üniversitesi (ummagan@gmail.com)  
    Her kelimenin arkasında bir kültür yatmakta, kelimeler o kültürü örtü gibi kaplamaktadır. O örtü simgesel bir görüntü oluşturarak kelimenin derin manasının sezilmesine engel olmakta, dilin mantığını, sebepler boyutunu biraz da gizemli hâle getirmektedir.     Konfüçyüs “Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsınız” derİnsanların akademik ve sosyal alanda başarılı olmaları için kullandıkları kelimelerin anlam dünyasına vâkıf olmaları, o kelimelerin etki alanlarını bilmeleri gerekmektedir. Her kelimenin arkasında bir kültür yatmakta, kelimeler o kültürü örtü gibi kaplamaktadır. O örtü simgesel bir görüntü oluşturarak kelimenin derin manasının sezilmesine engel olmakta, dilin mantığını, sebepler boyutunu biraz da gizemli hâle getirmektedir. Nasıl ki bir cevizin içine ulaşmak için kabuğunu kırmak gerekiyorsa dilin ve kültürün zevkini hissetmek için kelimelerin arka planına geçmek, onların anlam derinliklerine ulaşmak gerekmektedir. Kelimelerimizin ilk hâlleri, geçmişin kültürel kodlarını bünyesinde barındırmaktadır. Bir kelimenin ruhuna nüfuz etmek için o kelimenin art zamanlı aşamalarını bilmek lazım. Halkın söylemleri ile zenginleşen ve çağrışım alanları farklılaşan kelimelerin geçmişle bağlantılarını sezmek, onların sihirli dünyasına adım atmayı kolaylaştırmakta, fertlerin kullandıkları kelimelerden daha fazla zevk almasına ve lisan bilinci yakalamasına imkân vermektedir. Hangi seviyede olursa olsun, kullandığı kelimenin anlam derinliğini merak etmeyen kişilerin, eğitim hayatında başarısız olması kaçınılmaz olur. Dil ve kültür bilinci kelimeleri tanımakla başlar. Kelimenin varlığını, yapısını, mana dünyasını sorgulama melekesi kazanan bireyler, yaşadıkları hayatı, karşılaştıkları olayları, süreci ile birlikte değerlendirmek, hadiselerin arka planını görmek gibi bir alışkanlık kazanırlar ki bu da modern zamanlarda fertlerden beklenen tavrı sergilemelerinin yolunu açmış olur.   LİSAN ALIŞVERİŞİ   Toplumlar genellikle statü bakımından kendi dillerinden daha üst seviyede gördükleri cemiyetlerin lisanından kelime alırlar. Bu kelimeleri kullanan kişiler de kendilerini diğer kişilerden statü bakımından farklı görürler. Toplumun elit kesimi yabancı dillerden aldığı kelimeleri aslına uygun şekilde kullanmaya çalışırken halk, ağız özelliklerini bu sözcüklere katarak onu başka bir şekle sokar. Zamanla bu kelimeler aslından uzaklaşarak farklı bir şekle ve hatta farklı bir manaya dönüşürler. Dışarıdan alınan kelimelerin tesadüfi olarak bir araya gelmiş gibi görüntüsü olur ki bu da kelimelerin güzelliğinin ve faydasının ilk işareti olan çağrışım alanlarını daraltır. O kelimenin taşıdığı anlam ile onu kullanan kişilerin ifade etmek istedikleri mana arasında uçurumlar oluşur. Eğitim sistemimizde sıklıkla kullanılan ve çocuklar üzerinde menfi etki bırakan tembel kelimesi de bu türden bir problemin kendisini oluşturmaktadır. Bir şeyi iki defa yapmayan anlamına gelen tembel kelimesi Farsça tenbelden bozmadır. Akıllı birisine kırk gün deli denilince kendisini deli sanmasındaki psikolojik tesir tembel kelimesi için de geçerlidir. Bu kelimeyi öğretmenlerin belirli öğrenciler üzerine devamlı kullanmaları öğrencilerin tembelliği kaçınılmaz görmelerine ve onu çok çabuk kabullenmelerine sebep olmaktadır. Eğitimde başarı, zekâdan önce çalışma, bir konu üzerinde tekrar etme ile ilgili bir durumdur. Tembel kelimesinin bir şeyi iki defa yapmayan anlamı ötelenerek çocukları aşağılayacak tarzda söylenmesi onlar üzerinde baskı oluşturmaktadır. Tembel ve çalışkan sözcükleri yerine çalışan veya az çalışan tanımlaması yapılması daha uygun bir ifade olacak, böylece az çalışan çocuk daha çok çalışması gerektiğini yavaş yavaş bilinçaltına yerleştirecektir. Enayi kelimesi de anlamsal boyutundan uzaklaşan kelimelerdendir. Enayi kelimesi için Ferheng-i Ziya’da ahmak, kendinden haberi olmayan anlamı verilmektedir. Nişanyan ise bu kelimenin Arapça enâ (ben) kelimesinden türediğini, enâ köküne -i-aidiyet ekinin gelmesi ve (y) kaynaştırma sesi ile ena(y)i (bencil, kendini beğenen) şekline dönüştüğünü söylemektedir. Kelimenin kök olarak ayı ile hiçbir alakasının olmadığı görülmektedir. Bazı kelime ve söyleyişler iletişim aracı olarak kullanmalarının yanında kültürümüzün bekçiliğini yapmakta, insanımızın inanış biçimlerini, hayat tarzlarını, düşünme ve konuşma şekillerini temsil etmektedir. El pençe divan durmak sözcüğü de bunlardan birisidir. El pençe durmak, el pençe beklemek kelimeleri aynı anlama gelecek şekilde kullanılmaktadır. Bu kelimelerin çağrışımları bizi kültürel mirasımızın izlerine götürmektedir. Penç Farsçada beş demektir. Pençe sözcüğü ile beş parmağın birleştirilmesi kastedilmektedir.  Yahya Kemal “Vur pençe-i Ali’deki şemşir aşkına…” derken, Pençe-i Ali’den Hazreti Ali’nin beş parmağı ile kılıcı kavraması kastedilmektedir. Gebe, gebermek sözcükleri de mana olarak bütünlük içindedir. Gebe sözcüğünün iri, şişkin anlamı vardır. Gebermek, şişmek anlamına gelir ki hayvanlar öldüğü zaman şiştikleri için halk arasında onlara şişmiş manasında gebermiş denilmektedir. Birisine geberesin denildiği zaman, edebiyatımızda sonucun söylenerek sebebin düşündürülmesi olan mecazımürsel sanatının bir türü yapılmakta, söylenen kişinin hem ölmesi istenmekte, hem de hayvan olduğu ima edilmektedir.   ‘MUCİZE’NİN KÖKENLERİ…   İnanmakta zorlanılan durumlar için mucize tanımlamasını kullanılabilmektedir. Mu’cîz kelimesi insanı, benzerini ortaya koymaktan aciz bırakan anlamını içerir. Acz kökünden türemiştir. Beşerin (insanoğlunun) benzerini ortaya koyamayacağı unsur, insanüstü bir gücü işaret etmektedir ki bu da bazı kişilere özel olarak Allah’ın bahşetmiş olduğu olağanüstü duruma delildir. Bu durum da sadece peygamberler için kullanılması gereken bir sıfat olarak görülmelidir. Peygamberlik vasfı olmayan kişiler tarafında zuhur olan bazı tavırlar için mucize benzetmesi yapılması kelimenin mana dünyası ile uyuşmamaktadır. Kitap(ketebe) yazma manasını barındırmaktadır. Yazılmış olanların bir araya getirilmesi, (tedvin edilmesi) neticesinde ortaya çıkan nesneye kitap denilmektedir. Bu manada da kitap, yazma eylemi ile olan anlamından uzaklaşmakta, kitap kelimesi ile yazılanların birleştirilmiş ve başka şekle sokulmuş hâli kastedilmektedir. Paça kelimesi Farsça ayak anlamına gelen pa, pay sözcüğüne ça küçültme ekinin getirilmesi ile oluşmuş, küçük ayak, ayakça anlamında kullanılmıştır. Bu ayağın pişirilmesi ile oluşan yemeğe de paça denilmektedir. Daha sonraları ise hayvan başı için kullanılan kelle kelimesi ile de birleşerek kelle paça kullanımı dilimize girmiştir.  Kelle kelimesinin Türkçede kelle vermek, kelle almak, kelle kesmek vs. kullanımları da vardır. Tokatlı Leali, İran bölgesinden Anadolu’ya gelip itibara ve makama nail olan şairler için “Rûmda kellelenmesün mi Acem/Buldu bu izzet ile çün ekrem” diyerek kellelenme sözcüğünü zenginleşme, makam ve mevkie ulaşma anlamında kullanmıştır. Kemençe, Farsça yay anlamındaki kemân kelimesinden türemiş bir isimdir ki yine Farsça küçültme ça-çe ekini alarak küçük yaylı anlamında kemânçekemençeye dönüşmüştür. Bahçe kelimesinde de aynı durum söz konusudur. Bağ-çe (bahçemsi, bağ gibi) kelimesi bahçeye dönüşmüştür. Ter yaş, ıslak, taze, nemli anlamları olan Farsça bir kelimedir. Yağ kelimesi ise Türkçedir. Tere yağ taze, nemli, yeni yağ anlamlarında kullanılmaktadır. Türkçenin problemli seslemlerinden birisi yumuşak (g) sesidir. Bu ses bulunduğu kelimelerin birçoğunda düşmektedir. Ağabey  (büyük abi) ve ağa bacı (büyük abla) sözcükleri de (ğ) sesinin düşmesi ile değişime uğraşım kelimelerdir. Ağabey kelimesi -ğ- sesinin düşmesi ve Osmanlıca yazımı sebebi ile zamanla abiye; ağa bacı kelimesi de abacıya dönüşmüştür. Yabana atmak, kelimesi de okçulukla ilgili durumdan dilimize kazandırdığımız bir tabirdir. Bugün futbolda hedefinden çok farklı yerlere gönderilen top içindağlara taşlara vurmak tabirinin okçuluktaki anlamını karşılayan bir ifadedir. Okçulukta hedef atışında karavana atmak denir ki bunun yerine salkıya atmak ifadesi de kullanılmaktaydı. Salkı(ya) atmak ise menzil atışında okun, ana taştan çok fazla sağa sola atılmasına, aykırı atmaya denirdi. Yine halkımız arasında okunu atıp yayını asmak tabiri vardır. Bunun aslı yayını asmak değil yayını yasmaktır. Nakşî Ali Akkirmânî Aynu’l Hayat adlı mesnevisinde “İkilikten kurtarıp ola halâs/Diye bana okun atdın yayın yas”, beytinde olduğu gibi yayını yasmakyayı boşaltmak, kiriş indirmek ve atışı bırakmak anlamlarını içermektedir.   “BUNDAN İYİSİ ŞAM’DA KAYISI”   “Bundan iyisi Şam’da kayısı” sözünün ise enteresan bir serüveni var. Bu ifadenin manasını anlamak için Şam şehrinin kayısı ile bağlantısına bakmak gerekmektedir. Yazar Amin Maalouf, “Doğu’dan Uzakta” adlı romanında Şam kayısısının beyaz renginin ve çok özel tadının olduğunu, bu kayısıları iş adamlarının hasat zamanından önce satın aldığı için halkın bu lezzetin farkında olmadığını söylemektedir. Kapitalist sistemin olmadığı geçmiş zamanlarda bu kayısıları birçok kişi tatmış, her şeyin en güzelinin Şam’daki kayısı olduğu manasında bu söylemi kullanmışlardır. Şam kayısısını tatmayanların bu söylemin manasına tam olarak vâkıf olmaları zor görünmektedir.  Günümüzde dilin iletişim boyutu ön plana çıkarılmakta, estetik, zevk boyutu ihmal edilmektedir. Dilin imkânlarını iyi kullanmak, kelimeleri sanatsal yönleriyle ifade etmek için sözcüklerin geçirmiş oldukları aşamaları bilmek, onların anlam derinliklerine vâkıf olmak gerekmektedir. Dil zevki, kelime zevkinden başlar; insanların dünyası sahip oldukları ve kullandıkları kelimelerin dünyası kadardır. İnsanların ruhu gibi kelimelerin de bir ruhunun olduğu, bu ruhun bizim kültürel dünyamızın köklerini oluşturduğunu bilmemiz gerekir…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.