Şebboyu, ıtırı kim saklayacak?

A -
A +
O bir kültür elçisi…
Unuttuğumuz, kaybolmaya yüz tutmuş her ne varsa onda var. Görmüş geçirmiş, alın çizgilerinin her birinde derin bir bilgeliğin izleri duran bir Anadolu kadını o.
Hamiyet Teyze ile yaklaşık on yıl önce bir merhaba ile tanış olmuştuk. Yolu kısaltmak için bahçesinin kenarındaki patika yoldan geçerken rengârenk çiçekler içinde sürekli olarak bir şeyler yapıp eden bu annemiz dikkatimi çekmiş ve selam sabah derken tanış olmuştuk.
Bahçesi, bitki çeşitliliği açısından âdeta bir botanik bahçesini andırıyor. Aklınıza her ne gelirse onda mevcut. Mahallenin en güzel bahçesi onun. Hanımeli, şebboy, nergis, sardunya, lale, menekşe, zambak, kasımpatı, siklamen, kış menekşesi, peygamber çiçeği, gül, sümbül, yasemin, melisa, papatya, sarmaşık, nergis, karanfil, filbahri, şekerlale, mor salkım, leylak, lavanta, açelya, ortanca, mine vs...
Bitki ve çiçekleri saysam böyle uzayıp gider…
Mahallemiz, müstakil bahçeli evlerin sırtını ormana verdiği  huzurlu ve sesiz bir mahalle. Görmüş geçirmiş, kültürü ve irfanı bütün hayatlarında görebileceğiniz bu insanların ortamında yaşamak ne kadar güvenli ve huzurludur.
Hamiyet Anne'nin tohumlarıyla bu bahar da ekeceğimizi ektik, dikeceğimizi diktik. En son kendisinden kara lahana fidesi almıştım. Dün akşam karşıdaki komşumuz tavuklarından birinin “gurk” olduğunu, yerli, üretken bir tavuk cinsi yumurtası bulmamız gerektiğini söyleyince tabii ki yine Hamiyet Teyze’nin kapısını çaldık.
Itır çiçeğini bilir misiniz?
Bu çiçeğin varlığını da Fatma Anne'mizden öğrendik. Meğerse çocukluğumuzda yediğimiz o gül kokulu reçellerin içine bu misk-i amber kokulu ıtır yaprakları atılarak kaynatılırmış!
Şimdi her ihtiyaçta Hamiyet Teyzedeyiz, Fatma Annedeyiz. Peki ya sonra? Böylesi halk bilgeliğinde zirveyi zorlayan annelerimiz, amcalarımız gittiğinde ne olacak bizim hâlimiz?
Tarımı kadın bitirdi diyorum, bana kızıyorlar!
Bağı bahçeyi satalım, şehre göçelim, apartmanda oturalım diyenler maalesef hep kadın ve köyde kalanlar da ne yazık ki üç tavuk, bir keçi dahi besleyemiyorlar… Bahçelerine iki baş soğan, birkaç marul, üç beş biber ve domates fidesi dikmiyorlar… Kapının önündeki taş fırına ekmek de atılmıyor artık! Her şey, ama her şey marketten satın alınıyor.
Sonra niye böyle olduk? Tartışmaları…
Herkes şöyle bir geriye gitsin… Annelerimiz, ninelerimiz, bahçe varsa bahçede, yoksa yağ tenekelerine bile çiçek ve acil sebze ve otları diker, gündelik ihtiyaçlarını karşılarlardı. Bahçedeki kümesin boş kaldığı vaki değildi. Her evde gündelik süt için mutlaka bir hayvan yetiştirilirdi.
Sonra bir şehir ve apartman merakı başladı kadınlarımızda… Giden gitti, gitmeyen de elini eteğini çekti bu işlerden. Köy ortamında şehirden ekmek, yumurta, yoğurt, süt  ısmarlama kolaylığına düşüldü.
Hayat pahalılığı herkesi vuruyor artık ve insanlar “tarım” gerçeğini düşünmek zorundadır. Neredeyse bütün dünyada işlenmeyen topraklara  devlet tarafından el konuluyor! Mesela Azerbaycan’da beş yıl boyunca tarlasını, bahçesini ekip biçmeyenlerin toprağına el konuluyor. Bizim ülkemizde de bu konu üzerinde konuşmalıyız artık zira bu topraklar bu ülkenin millî servetidir.
Ne yazık ki çok hızlı kentleştik ve kültür değerlerimizi de aynı hızla unutuyoruz. Sebze ve meyve darboğazı yaşadığımız şu günlerde hadi bu çiçeklerin de tohumu üzerine çalışma yapılsın demeye korksam da söyleyeceğim…
Ninelerimizden yadigâr bu nadide hazineleri, şebboyu, ıtırı unutmamak için, onları göz ve gönül coğrafyamızda kaybetmemek için ne yapacağız? Bunları kim saklayacak?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.