Ne yani, bir kırk yıl daha mı tartışalım?

A -
A +
Cumhurbaşkanlığı sistemini içeren anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanının onayına sunuldu. Ama hâlâ anayasa değişikliğinin aceleye getirildiğine yönelik itirazlar var. 1970’lerden itibaren kırk yıldan fazla bir süredir tartışılan bir meselenin nasıl aceleye getirildiğini anlamak zor.
Eğer bir kırk yıl daha tartışsak, siyasal sistemin dönüşümüne karşı çıkanlar, yine aceleye getirildiğini söylemeye devam ederler.
Anayasa değişikliğinin aceleye getirildiği itirazını yapanlara şu soruyu sormak gerekiyor: Acaba bu mesele daha uzun bir süre Meclis’te tartışılsaydı, bugüne kadar söylemediğiniz hangi yeni argümanı dile getirecektiniz?..
1970’lerden itibaren, sağ siyasal parti ve temsilcileri, siyasal sistemin dönüşümüne yönelik gerekçelerini dile getirdiler. Hatta birçok siyasal parti kendi değişiklik önerisinin anayasal dizaynına ilişkin bir çerçeve de ortaya koydu.
Geriye doğru bir okuma yapıldığında, parlamenter sistemin krizini aşmaya yönelik arayışlarda dile getirilen gerekçeler bugün hangi çerçevede savunuluyorsa, aşağı yukarı 1970’lerden itibaren benzer argümanlarla savunulmuştur.
Benzer şekilde, karşı çıkan sol partiler ve temsilcileri de aynı argümanları tekrarlamışlardır.
Dolayısıyla her iki taraf da şimdiye kadar olumlu ya da olumsuz tüm gerekçeleri ortaya koymuşlardır.
Parlamenter sistemden, “başkanlı” siyasal sisteme geçilmesini savunanların 1970’lerdeki gerekçelerine iki örnek verelim. İlki Millî Nizam Partisi’nin 1973 seçim beyannamesinden olsun:
“Başkanlık sistemi getirilecektir. Devlet başkanlığı olan cumhurbaşkanlığı ile hükûmet başkanlığı olan başbakanlık birleştirilecek, icraya kuvvet, sürat ve müessiriyet sağlanacaktır. Başkanı tek dereceli olarak millet seçecektir. Böylece devlet-millet kaynaşması ve bütünleşmesi kendiliğinden doğacak ve cumhurbaşkanlığı seçimi mevzuunda rejimimizi yıpratan iç ve dış spekülasyonlara imkân kalmayacaktır...”
İkincisini, Alparslan Türkeş’in Dokuz Işık kitabından alıntılayalım:
“Başkanlık sistemi diye adlandırdığımız bu görüşümüzün tahakkuku hâlinde devlet başkanı, referandum usulü ile bizzat milletin kendisi tarafından seçilecek ve böylece halkın yönetime katılması ve kendilerini ilgilendiren konularda alınacak olan kararlara bizzat iştirak etmesi sağlanarak millî demokrasi tesis edilmiş olacaktır...”
Sonraki süreçte, bu tip argümanlar Özal, Demirel ve Erdoğan döneminde tekrar edilmiştir. Çünkü sorun aynı olduğu için, gerekçelerin de benzer olması işin doğası gereğidir.
Bir de karşı çıkanların ezberden tekrarlarına bakalım.
Demirel’in cumhurbaşkanlığı döneminde başlattığı başkanlık tartışmasına DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit şu şekilde karşı çıkmaktaydı:
“Rejim değişikliği önerileri bence tehlikeli bir kumardır... Hiç içime sindiremiyorum. Başkanlık sistemi Atatürk’ün kurduğu parlamenter demokrasinin tam tersidir. Bence Türkiye’deki laik demokratik rejim açısından ciddi bazı sakıncalar taşımaktadır... O kişi laik demokrasiyi yıkmaya kalkışırsa bunu kim nasıl önleyebilecek...”
Bugün Cumhurbaşkanlığı sistemine karşı çıkan CHP yetkililerinin aynı ezberleri tekrar ettiğini her gün izleyerek görüyoruz.
Türkiye’de siyasal sistemin dönüşümüne karşı çıkan çevrelerin, zihinleri sadece 1990’ların ortalarında biraz karıştı. Sebebi ise, Refah Partisi'nin yükselişini durduracak bir sistem arayışıydı. Bu bağlamda dönemin kudretli genel yayın yönetmeni “Refah diktatörlüğü” başlıkları atarak Türkiye’nin “yüzde 21 azınlık oyuna” mahkûm edildiğini yazmaktaydı. Ardından da, halk tarafından yüzde elliden fazla oyla seçilen başkanlık sistemini temel çare olarak sunmaktaydı. Ama o derenin altından çok sular aktı, o dönem Millî Görüş geleneğini “azınlık diktatörlüğü” olarak eleştirenler, sonradan halkın oyları ile sürekli seçim kazanan aynı siyasi geleneğe utanmadan “çoğunluk diktatörlüğü” diyeceklerdi.
Dolayısıyla, Türkiye’nin siyasi sisteminin dönüşümü ile ilgili olumlu ve olumsuz anlamda gök kubbenin altında söylenebilecek her şey bu kırk yıllık sürede söylendi. “Acele oldu”, “konjonktür müsait değil” diyenlere, “sizin açınızdan ne zaman müsait oldu ki?” demek gerekiyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.