Bu mesleği öldürmeyin!..

A -
A +

Gazeteciliğin en önemli, en yaygın, en büyük dallarından biri "Spor Yazarlığı'dır" ve "bu durum" sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde böyledir!.. "Gazetecilik" bir meslektir; sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde (Elbette ilkel kabileler hariç), gazetecilik "bir meslek olmuştur" ve olmaya da devam edecektir!.. Çok açıktır ki, yukarıdaki "iki artıdan bir artı daha çıkar"; "Spor yazarlığı da bir meslektir ve olmaya da devam edecektir!.." Amma, Türkiye'de "buna karşı çıkanlar vardır" ve de çok uzun yıllardan beri, "spor yazarlığının bir meslek olduğunu kabul ettirme için büyük çaba harcayan" Türkiye Spor Yazarları Derneği, ne yazık ki, bu mücadelede "karşısında hiç beklemediği" kişi ve kuruluşları bulmakta, "yoğun çabasının sonucunu tam olarak alamamaktadır!.." Elbette, bunda "TSYD yönetimlerinin da hataları, yanlışları rol oynamıştır" ve elbette ki "bu meslek mücadelesinde", TSYD yönetimlerine gereken desteği vermeyen, bu mücadeleye katkı yapmayan bizlerin de rolü ve payı vardır. Ama çok açıktır ki, "devletin bazı kurum ve kuruluşlarının da, bu mücadelede doğrunun ve haklının yanında olmadığı", hatta zaman zaman "işin esasında" karşısında olduğu görülmüştür ve görülmeye devam etmektedir!.. Sayın Başbakan, "tutuklu bulunan gazeteciler konusunda" ne demektedir; "Onların pek azı gazetecidir, diğerlerini gazeteci olarak saymak mümkün değildir." "Yargılama ve tutuklama kararı veren" yargının da görüşü, bu istikamettedir!.. Ama gelin görün ki, "konu, spor gazeteciliğine gelince", yargı da, "yetkili kişileriyle beraber" devletin bazı kurum ve kuruluşları da, hatta Meclis'teki pek çok milletvekili de "popülist bir yaklaşım" ile "meslek" gerçeğinin karşısında yer almaya devam etmektedirler!.. Türk Dil Kurumu'nunkiler dahil, sözlükler, "meslek" kelimesinin karşılığının ne olduğunu çok açık yazar: "Belli bir eğitim ile kazanılan sistemli bilgi ve becerilere dayalı, insanlara yararlı mal üretmek, hizmet vermek ve karşılığında para kazanmak için yapılan, kuralları belirlenmiş iş... Bir kimsenin geçimini sağlamak için sürekli yaptığı; bilgi, eğitim veya yaratıcı güç gerektiren etkinlik, uğraş..." Şimdi soruyorum; "hafta sonu maç izlemesi için" çok çok bir yerel gazetede spor yazısı yazan, belki de başkasının yazdığı bir spor yazısına arada sırada imzası konan, "kendisi mesela manav, bakkal, manifaturacı, fırıncı, tapuda, vergi dairesinde memur, eczacı kalfası", kısacası "ekmek parasını gazetecilikten başka meslekler icra ederek kazanan" insanlara "gazeteci" denebilir mi?.. Cebinde "devletin, kurallarla belirlenmiş sarı basın kartı yerine yerel bir gazetenin eş-dosta bile verilebilen ve verilen herhangi bir matbaada basılmış tanıtım kartını taşıyan" kişilere "gazeteci" denebilir mi?.. Peki, "bu yalın gerçeği" sayın Başbakan görüyor ve söylüyor da, neden "gazetecilik mesleği ile ilgili görev ve sorumlulukları olan" başka bakanlar söylemiyor ve "gereğini" yapmıyorlar?.. Neden, "onların başlarında olduğu" bazı kurum ve kuruluşlar, "mesleğimizin erozyona uğramamasının sağlanması da görevleri ve sorumlulukları içinde olan" ve de "atmaları gereken" adımları atmıyor, bin dereden su getiriyorlar?.. Neden, "dernek üyeliğinde sarı basın kartı sahibi olmak" kuralının bile meseleyi büyük ölçüde çözebilecek bir "şart olabileceğini" düşünmüyor ve mevzuatlarında "bu yönde bir yenileme" yapmıyorlar?.. Neden, "hiçbir kurala, uğraşa, eğitime dayanmadan, keyfi verilmiş tanıtım kartlarını baz alan" ve "ekmek parasını spor yazarlığından kazanmayan, yani gazeteci ve spor yazarı olmayan", aslında "başka mesleklerin mensupları olanları üye yapabilen" bir derneği, TSYD'nin karşısına oturtup, "bizimle olan ilişkilerinizde anlaşmaya varın" baskısını yapmaya kalkışıyorlar?.. Gazetecilik mesleği "böyle" mi korunacaktır, gazetecilik mesleği "saygınlığını, ciddiyetini" böyle mi sürdürebilecektir?.. Şimdi onlara soruyorum; "gazeteciliğin g'sini bilmeyen, gazeteciliğin ilkelerinden haberleri olmayan" insanları "gazeteci sayarsak" ve "bunu da devlet eliyle yaparsak", bu mesleğin nerelere sürükleneceğinin farkında olmaları gerekmiyor mu?.. Sayın Başbakan farkında, hem de "çok" farkında, ya sizler?.. >> Cevap ve mesaj!.. Yılmaz Vural, Sabah gazetesindeki röportajında "Ben Fenerbahçe uzmanıyım" diyor; "Fenerbahçe maçlarında başında olduğunuz takımlar neden çok başarılı oluyor" sorusuna verdiği cevapta!.. Sevgili Hocam, bu cevabın içinde, "Fenerbahçe, benden ancak takımın başına beni getirirse kurtulur" gibilerden "gizli bir mesaj" hisseder gibi oluyorum; yanlış mı?.. >> Yan cebine koyuyorlar!.. Sevgili kardeşim Hıncal Uluç, "Galatasaray için" çok iddialı konuşuyor; "Bu takım bu sene şampiyon olamaz!.." Zaten Galatasaraylıların "takımın oynadığı (aslında oynayamadığı) futbolla şampiyon olacağını" iddia etmeleri mümkün değil, ama çok açık ki, "Rakipleri, sarı-kırmızılıları ille de şampiyon yapmaya uğraşıyorlar" ve de "bu gidişle yapacaklar" da!.. >> Müthiş!.. Son yıllarda Türkiye Liglerinde de, Avrupa Kupalarında da "maç süresince, ne yaptığını ve nasıl yapması gerektiğini bu kadar iyi bilen ve sadece bilmekle kalmayıp, 94 dakika da uygulayan" bir Türk takımı seyretmemiştim, perşembe gecesi Fenerbahçe "bana seyrettirdi"; helâl olsun, kutluyorum!.. Mırıltılar, sızıltılar maç bitmeden başlamış olabilir; "Canım Plzen büyük takım değil, iyi de oynamadılar; topu da, oyunu da, sahayı da Fenerbahçe'ye bıraktılar, işin esası bu!.." "Bu görüşün arkasına saklanan" muhalifler de, Galatasaraylılar da Beşiktaşlılar da fena hâlde yanılıyorlar; Çek takımının geçen yıldan beri liginde de, Avrupa Kupaları'nda da çizdiği çizgiye, aldığı sonuçlara bakarsak, Fenerbahçe'nin nasıl "önemli ve büyük bir başarıya imza attığı" ortadadır; "maçta çok koşan, çok faydalı işler yapan" Kuyt "biraz fırsatçı ve gol vuruşlarında becerikli olsa idi", Plzen'i İstanbul'a "elediği Napoli'ye çevirerek" getirebilirdi; ama "o işi" anlaşılıyor ki, "seyircisiz" oynanacak maçta, Saracoğlu'na bıraktı!.. "Bu takım final oynar" iddiasına karşı gülümseyenler, Perşembe gecesini akıllarından çıkarmasınlar; "o futbolu bundan sonraki maçlara taşıyabilirse", Fenerbahçe "final de oynar", hatta "Galatasaray'ın kupasının yanına yeni bir kupa da ekler"; neden olmasın?.. "Taşıyabilirse" dedim, zira perşembe gecesi için kafamda "sadece" bir soru var; "Acaba her rakip, Fenerbahçe'ye, bunca bitmez tükenmez pas yapma ve topu kontrol etme fırsatı verir mi?.." >> Anlı ve şanlı nasıl olunur?.. "Tahkim 6-1 bizden", "Disiplin 4-3 bizden" müjdeleri üzerine "tek satır yazmayan" benim anlı ve de şanlı yazar-çizerlerim, Zekeriya Alp'in "haklı" ama belki de "zamanının provoke edileceğini" düşünmeden söylediği "hakem hatalarından en çok canı yanan takımın (tabii büyükler içinde) Beşiktaş olduğu" sözü üzerine kıyameti koparttılar ve kopartmaya da devam ediyorlar!.. Neymiş, "O böyle söylemeseymiş", yardımcı hakem "iki karışla ölçülebilecek" bir "ofsayt / değil" pozisyonu için bayrak kaldırmazmış, "gol de sayılırmış!.." Üstelik "daha top ortalanırken, o topun gol olabileceği de malûm olmuş" yardımcı hakeme ve onun için "bayrağını kaldırmış"; öyle değil mi?.. Rahmetli babamızın bize öğrettiği bir söz vardı; "Herkesi (kişiyi) nasıl bilirsin, kendin gibi!.." Ne diyeyim; "anlı ve de şanlı olmanın yolu" herhalde "böyle tavırlar almaktan" geçiyor!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.