Mazlum olmak

A -
A +

Mazlûm, zulüm görmüş, zulme uğramış, halim, selim, sakin, sessiz kimse demektir. Zalim ise, zulmeden kimseye denmektedir. Dünya hayatında insan, ya zalim veya mazlum olmaktadır. Malına, mülküne, canına, namusuna tecavüz edilen mazlumdur. Kalbi kırılan, mazlumdur. Hakları gasbedilen, mazlumdur. Dövülen, hakaret edilen, mazlumdur. İtilen, kakılan, hor görülen, ezilen, kıymet verilmeyen hep mazlumdur. Dünyâya milyarlarca insan gelmiş. Bir müddet yaşamışlar. Sonra, ölüp gitmişler. Bunların bazıları zengin imiş, bazıları fakîr. Kimi güzel imiş, kimi çirkin. Kimi zâlim imiş, kimi mazlûm. Ama o hâllerinin hepsi de geçti ve unutuldu. Ezilmenin, zulme uğramanın verdiği mahcubiyet, boyun büküklüğü, kalbin kırıklığı, mazlumun duasının kabülüne, zalimin de felaketine sebep olmaktadır. Çünkü hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: (Mazlûmun duâsı kabûl olur) (Üç kimsenin duâsı muhakkak kabûl olur: Mazlûmun, misâfirin ve ana babanın.) Saâdetlerin başı... Aklı olan kimse, zevklerini Allahü teâlânın gösterdiği yoldan temîn eder. İslâmın güzel ahlâkı ile süslenir. Herkese iyilik eder. Kendisine kötülük yapanlara iyilikle karşılık verir. İyilik yapamazsa, hiç olmazsa sabreder. Bölücü olmaz. Yapıcı olur. Böylece, kendisi de hem zevklerine, hem de râhata, huzûra kavuşur. Hem de, âhıretin sonsuz azâblarından kurtulur. Bütün râhatlıkların, saâdetlerin başı, îmân etmekte, müslümân olmaktadır. İmân etmek de, çok kolaydır. İmân etmek için, bir yere para vermek, mal vermek, zor bir iş yapmak, birisinden izin almak gibi, bir şey yapmak lâzım değildir. Hattâ, îmânlı olduğunu kimseye bildirmek, belli etmek bile lâzım değildir. İmân, altı şeyi öğrenip, bunlara kalbinden inanmak demektir. İmân eden, Allahü teâlânın emirlerine teslîm olur. Yanî seve seve yapar. Böylece, müslümân olur. Zâlimin biri, büyüklerden birine zulmederdi. -Buna bedduâ et, dediklerinde, -O, bana değil, kendine düşmanlık etmektedir. Kendine yaptığı bu zarar ona yetişir. Ayrıca bir zarar ilâve edemem buyurdu. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (İnsan, kendine zulm edene bedduâ eder. Böylece, hakkını, dünyâda almış olur. Belki, zâlimin hakkı da, kendine geçmiş olur.) Allahü teâlânın huzûrunda İbâdetleri yaptığı hâlde, zulm eden ve tövbe etti ise de, mazlûmu bulamayan, bununla dünyâda helâlleşmeyen bir kimse hakkında hikâye olundu ki: Allahü teâlânın huzûruna götürülür. Dünyâda helâlleşemediği kul hakları varsa, meydâna çıkarılır. Mazlûm onun boynuna sarılır. Allahü teâlâ mazlûma; -Ey mazlûm! Yukarıya bak buyurur. O mazlûm baktığı vakit görür ki, bir köşk var. Gâyet büyüktür. Zîneti ve büyüklüğü akıllara hayret verir. O mazlûm: -Yâ Rabbî! Bu nedir? der. Allahü teâlâ: -Bu satılıktır. Benden satın alır mısın? buyurur. O mazlûm ise: -Yâ Rabbî! Bunun kıymetini ödeyecek benim birşeyim yoktur der. Allahü teâlâ buyurur ki: -Kardeşini zulmden affedip halâs edersen, köşk senindir. O kul da: -Yâ Rabbî! Emr-i ilâhin sebebiyle ondaki hakkımdan vazgeçtim der. Allahü teâlâ tövbe eden zâlimlere böyle muamele eder. Nitekim İsrâ sûresinin 25. âyetinde meâlen, (Ben azîm-üş-şân, tövbe eden kimseleri mağfiret ederim) buyurur. Tövbe eden, zulümden, günâhtan ayrılıp da, ebediyyen bir dahâ o günâhı işlemeyendir. "Senin boynunu vururdum!" Hazret-i Ömer Irak memleketlerinden birine cihâd için ordu göndermişti. Bir gün Medîne'de otururken, birdenbire; -Efendim buradayım! buradayım! diye seslendi. Hiç kimse neden böyle seslendiğini anlayamadı. Nihâyet ordu zaferler kazanarak döndü. Kumandan hazret-i Ömer'e kazandıkları zaferleri anlatmaya başladı. Hazret-i Ömer; -Bunları bırak, kendisine zorla suya gir dediğin kimsenin hâli ne oldu, diye sordu. Kumandan, -Yâ Emîr-el mü'minîn! Bu işte benim kötü bir niyyetim yoktu. Bir suya ulaştık. O sudan geçmek için derinliğini öğrenmek istedik. O kimseyi soyup, suya koyduk. Hava soğuk idi. Yâ Ömer, yâ Ömer diye feryâd eyledi. Sonra şiddetli soğuk sebebiyle vefât etti, dedi. Komutanın anlattıklarını dinleyenler, dahâ önce hazret-i Ömer'in Lebbeyk, Lebbeyk diye söylemesinin, "Ey Ömer, nerdesin" diye seslenmesine cevâb olduğunu anladılar. Hazret-i Ömer, o kumandana; -Eğer bundan sonra usûl olarak kalmayacağını bilseydim, senin boynunu vururdum, dedi. Haydi şimdi git, o mazlûmun diyetini âilesine ver. Bir dahâ böyle bir şey yapma, dedi. Mazlum da zulmedemez! Mazlum, hakkımdır diyerek başkasına zulmedemez. Mecellede bir kaide var. Madde 921: "Mazlûm olanın, başkasına zulm etmeğe hakkı yoktur. Her ikisi de öder. Meselâ sahte para alan, bunu başkasına veremez." Bir zaman iftirâ sebebiyle Zünnûn-i Mısrî hazretlerini hapsettiler. Günlerce aç kaldı. Bir kadın iplik parası ile hazırladığı yemekten ona gönderdi. Zünnûn-i Mısrî hazretleri o yemekten yemedi. Kadın bunu işitince, üzüldü. "Helâl para ile yaptığımı biliyorsun, niçin yemedin?" dedi. "Evet yemek helâldi. Fakat zâlimin tabağı içinde getirdiler" buyurdu. Yemeği zindancıların tabağında getirmişlerdi. İbn-i Vefâ hazretleri de buyurdu ki: "Bir zâlime kalben meyleden kimseyi fitne ateşi sarar. Böyle kimse, ancak Allahü teâlânın yardımı ile kurtulur."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.