"Namaz, müminin mîrâcıdır"

A -
A +

Namâz, ibâdetlerin en üstünüdür. Îmândan sonra, en kıymetli ibâdet, namâzdır. Îmân gibi, onun da güzelliği, kendindendir. Başka ibâdetlerin güzelliği ise, kendilerinden değildir. Bunun için namâzı doğru kılmaya çok dikkat etmeli, vaktin evvelinde kılmalı, gevşeklik yapmamalıdır. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri buyuruyor ki: "Bütün ibâdetler namaz içinde toplanmıştır. Kur'ân-ı kerîm okumak, tesbîh söylemek yanî sübhânallah demek, Resûlullah efendimize salevât söylemek, günahlara istigfâr etmek ve ihtiyaçları yalnız Allahü teâlâdan isteyerek O'na duâ etmek namaz içinde toplanmıştır. Ağaçlar, otlar, namazda durur gibi dik duruyorlar. Hayvanlar, rükû hâlinde, cansızlar da ka'dede, oturuyor gibi yere serilmişlerdir. Namaz kılan, bunların ibâdetlerinin hepsini yapmaktadır. Namaz kılmak, Mîrâc Gecesi farz oldu. O gece mîrâc yapmakla şereflenen, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine uymayı düşünerek namaz kılan bir Müslüman, O yüce peygamber gibi, Allahü teâlâya yaklaştıran makamlarda yükselir." Namâz, bütün ibâdetleri kendisinde toplamış ve hepsinden dahâ üstündür. Kıyâmette evvelâ namâz sorulacaktır. Namâz doğru ise, diğerlerinin hesâbı, Allahü teâlânın yardımı ile kolay geçecektir. Namâz, dînin direğidir Namâz, dînin direğidir. Namâz kılan bir kimse, dînini doğrultmuş ve kılmayan da, dînini yıkmış olur. Bir kimse, namâzını doğru ve iyi kılınca, İslâmın ipine yapışmış olur. Bahâeddîn Buhârî hazretleri buyurdu ki: "Namaz müminin mîrâcıdır" buyurulan hadîs-i şerîfte, hakîkî namazın derecelerine işâret vardır. Namaza duran kimsenin, iftitâh tekbîrini söylerken, Allahü teâlânın azametini, yüceliğini düşünerek, hudû ve huşû hâlinde olması gerekir. Öyle ki, bu hâlini, kendinden geçme hâline eriştirmelidir. Rivâyet edilmiştir ki, Resûlullah efendimiz namazda iken, mübârek göğsünden öyle bir ses gelirdi ki, bu ses, herkes tarafından işitilirdi." İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Namâz, İslâmın beş şartından ikincisidir. Bütün ibâdetleri kendisinde toplamıştır. İslâmın beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, Müslümânlık demek olmuştur. İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin efendisi, en üstünü olana, mîrâc gecesi, Cennette nasîb olan rü'yet şerefi, dünyâya indikten sonra, dünyânın hâline uygun olarak kendisine yalnız namâzda müyesser olmuştur. Bunun için Peygamber efendimiz; (Namâz müminlerin mîrâcıdır) buyurmuştur. Bir hadîs-i şerîfte; (İnsanın Allahü teâlâya en yakın olması namâzdadır) buyurulmuştur. Onun yolunda, tâm izinde giden büyüklere, o rü'yet devletinden, bu dünyâda büyük pay, namâzda olmaktadır. Evet, bu dünyâda Allahü teâlâyı görmek mümkün değildir. Dünyâ buna elverişli değildir. Fakat, Ona tâbi olan büyüklere, namâz kılarken rü'yetten bir şeyler nasîb olmaktadır. Namâz, üzüntülü rûhlara lezzet vericidir. Namâz, hastaların, rahat vericisidir. Rûhun gıdâsı namâzdır. Kalbin şifâsı namâzdır. (Ey Bilâl, beni ferâhlandır!) diye ezân okumasını emir buyuran hadîs-i şerîf, bunu göstermekte, (Namâz, kalbimin neşesi, gözümün bebeğidir) hadîs-i şerîfi, bu arzûya işâret etmektedir. Namâz, müminin mîrâcıdır. Yani dünyâdan âhirete yükselten bir merdiven gibidir. Namâzda sanki dünyâdan çıkıp, âhirete gidilir ve âhirette kavuşulacak olan şeylerden haz, zevk alınır. Namâz kılarken hâsıl olan hâller, namâz dışında hâsıl olan bütün hâllerin üstündedir. Nemâza dururken, Allahü ekber demek, "Allahü teâlânın, hiçbir mahlûkun ibâdetine muhtâç olmadığını, her bakımdan hiçbir şeye ihtiyâcı olmadığını, insanların namâzlarının, Ona faydası olmayacağını" bildirmektedir. Namâz içindeki tekbîrler ise, "Allahü teâlâya karşı yakışır bir ibâdet yapmaya liyâkat ve gücümüz olmadığını" gösterir. Namâz, müminin mîrâcı olduğu için, namâzın sonunda, Peygamber efendimizin Mîrâc Gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri yani, Ettehıyyâtüyü okumak emrolundu. Namâzın hakîkatini anlamak!.. O hâlde, namâz kılan bir kimse, namâzı kendine mîrâc yapmalı ve Allahü teâlâya yakınlığının nihâyetini namâzda aramalıdır. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (İnsanın, Rabbine en yakın olduğu zamân, namâz kıldığı zamândır.) Namâz kılan bir kimse, Rabbi ile konuşmakta, Ona yalvarmakta ve Onun büyüklüğünü ve Ondan başka her şeyin hiç olduğunu görmektedir." Netice olarak namâz, dînin direğidir ve müminin mîrâcıdır. Namâzın hakîkatini anlamış olan bir kimse, namâza durunca, sanki, bu dünyâdan çıkıp âhiret hayâtına girer ve âhirete mahsûs olan nimetlerden bir şeylere kavuşur. Ali Septî hazretlerinin buyurduğu gibi: "Namazlarınızı terk etmeyiniz, aksi halde iyiliği terk edersiniz."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.