Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri

A -
A +
Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri

Kral Faysal ödülüne layık görülen Başbakan Erdoğan, son Riyad gezisinde Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz'le... Türkiye'nin sınır komşularına ve Orta Doğu ülkelerine başlattığı "açılım" çerçevesinde bölgenin en zengin ülkesi Suudi Arabistan'la olan ilişkilerde de gözle görünür bir gelişme söz konusu. Özellikle Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın Ağustos 2006'da Türkiye'ye gerçekleştirdiği resmî ziyaretten sonra ilişkilerin ivme kazandığını söyleyebiliriz. Peki, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın Orta Doğu politikaları ne ölçüde örtüşüyor ya da birbirinden ayrışıyor? İlişkilerin geçmişine bakıldığında iki ülkenin uzun yıllar boyunca birbirlerine karşı temkinli bir yaklaşım içinde oldukları görülmektedir. Türkiye ile o zamanki adı Hicaz ve Necd Krallığı olan Suudi Arabistan arasında 3 Ağustos 1929'da imzalanan Dostluk ve Barış Anlaşması ile diplomatik ilişkiler kurulmasına rağmen, 1970'lere kadar herhangi bir üst düzey temasa rastlamıyoruz. Kral Faysal'ın İslam Konferansı Örgütü'nü kurma hazırlıkları kapsamında 1966'da Türkiye'ye yaptığı kısa süreli ziyaret dışında, devlet başkanları düzeyinde herhangi bir ilişki de uzun yıllar boyunca kurulmamıştı. TEMKİN VE TEREDDÜT 1980'lerde Türkiye'nin petrol ihtiyacının karşılanmasını teminat altına almak maksadıyla başlattığı girişimlerle, Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Başbakan Turgut Özal, Suudi Arabistan'ı ziyaret etmişler, bu ziyaretler sonrasında özellikle Türkiye'nin bu ülkeye sağladığı müteahhitlik yatırımlarında büyük bir artış görülmüştü. Yine de ikili ilişkilerin geneline hâkim olan temkin ve tereddüt havası varlığını sürdürmüştü. Esas itibariyle bu atmosferin sebebi Türkiye'nin Batı'ya yönelmiş demokrasi, Suudi Arabistan'ın ise dine dayalı bir monarşi idaresinde olmasıydı. Türk kamuoyunda Suudi Arabistan'la ilişkilerin geliştirilmesine soğuk bakan bir anlayış egemendi. Nitekim bu anlayış, 1990-2003 döneminde ikili ilişkilerin sık sık ciddi krizlerle sarsılmasına da zemin hazırladı. Çok sayıda Türk vatandaşının Suudi Arabistan'da işledikleri suçlar sebebiyle kafaları kesilerek idam edilmelerinin gündeme gelmesi ve Mekke'deki son Osmanlı eserlerinden Ecyad Kalesi'nin 2002'de -yerine devre mülk otel yapılmak üzere (Zemzem Kuleleri)- yıkılması Türkiye Suudi Arabistan siyasi ilişkilerini neredeyse kopma noktasına getirdi. 2003'te ABD'nin Irak'a saldırması, Saddam Hüseyin rejiminin yıkılması, El Kaide terör örgütünün Türkiye ve Suudi Arabistan'ı da hedef alan eylemleri ve Orta Doğu'da yeni bir istikrarsızlık döneminin başlamasından sonra ikili ilişkilerde bugün de devam etmekte olan yepyeni bir safhaya geçildi. Kral Abdullah 2006 ve 2007'de iki kez Türkiye'yi ziyaret ederken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Şubat 2009'da, bir Türk cumhurbaşkanının 19 yıl aradan sonra bu ülkeye yaptığı ilk resmî ziyareti gerçekleştirdi. Başbakan Tayyip Erdoğan ise 2005-2010 yılları arasında -sonuncusu geçen hafta içinde olmak üzere- yedi kez Suudi Arabistan'a gitti. Karşılıklı olarak bakanlıklar düzeyinde gerçekleştirilen temaslar ise sayılamayacak kadar çoğaldı. GELİŞEN İLİŞKİLER Elbette artan temas trafiğinin ikili ilişkilerin mimarisine olumlu etkileri oldu. Mesela, Türkiye ile Suudi Arabistan'ın liderliğinde çalışan Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) arasında Eylül 2008'de imzalanan mutabakat muhtırasıyla Stratejik Diyalog Mekanizması tesis edildi. Türkiye açısından bu mekanizma sayesinde ulaşılması planlanan öncelikli hedef olan KİK ile bir Serbest Ticaret Anlaşması imzalanması için de beşinci tur görüşmeler şu günlerde Riyad'da yapılıyor. Diğer taraftan, Suudi Arabistan'ın çok önemli bir üyesi olduğu Arap Birliği ile Türkiye arasında Kasım 2007'de Türk-Arap iş birliği forumu oluşturuldu. Ekonomik ve ticari alanda da bir canlanmaya şahit olunmaktadır. 2003-2008 döneminde ticaret hacmi sürekli olarak artış göstermiş, 2008'de 5 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmiştir. Ancak Türk müteahhitlik firmalarının başta Medine olmak üzere Suudi kentlerindeki inşaatlarını tamamlamaya başlamalarından dolayı 2009 içinde ticaret hacminde bir daralma yaşanmış ve rakam 3 milyar dolar seviyesine gerilemiştir. Bununla birlikte, Riyad ve Cidde'de 2010 başında açılacak Türk Ticaret Merkezleri sayesinde özellikle Türkiye'nin Suudi Arabistan'a yapmakta olduğu ihracatta önemli bir artış gerçekleşebilecektir. Ayrıca, Türkiye'de 173 adet Suudi firması faaliyet göstermekte ve 1.3 milyar dolarlık doğrudan yatırım yapmaktadırlar. Türk Telekom, Akbank, MNG Bank, Finans Katılım Bankası, Toyota-SA gibi kuruluşların yeni hisse yapılanmalarındaki Suudi sermayesi miktarı 7 milyar dolara ulaşmaktadır. İRAN FAKTÖRÜ Türkiye gibi Suudi Arabistan da son dönemde bölgede aktif bir dış politika takip etmeye çalışmaktadır. Her iki ülke de Orta Doğu'nun bir huzur ve istikrar alanı olmasını hedeflediklerini ifade etseler ve bunu beraberce gerçekleştirmek istedikleri için temaslarını artırdıklarını belirtseler de, bölgeye barış ve istikrarın nasıl getirileceğine ilişkin olarak iki ülkenin izledikleri politikalarda belirgin farklılıklar olduğu da gözden kaçmamaktadır. Bu farklılıklardan en önemlisi İran'a bakışla ilgilidir. Türkiye, "komşularla sıfır sorun" ilkesi gereğince İran'la ikili sorunlarının tamamını çözmek yolunda çok önemli mesafeler katetmişken ve İran'ın nükleer faaliyetlerinden kaynaklanan gerilimin de ancak diplomasi yoluyla halledilebileceğini ifade ederken, Suudi Arabistan'ın tavrı bundan ayrılmaktadır. Suudiler, İran'ın bölgede bir "Şii ekseni" oluşturmaya çalıştığını, bu Şii Blok'un ancak bir Sünni Blok'la dengelenebileceğini düşünmekte ve İran'a karşı sertlik yanlılarının yanında yer almaktadır. Suudi Arabistan-Yemen sınırında geçtiğimiz ay başlayan ve 200'den fazla Suudi askerinin ölümüne yol açan çatışmaların asıl sebebi Riyad'a göre El Kaide militanlarının bölgede konuşlanmasından ziyade İran'ın bu ülkeyi denetleme çabalarıdır. Suudi Arabistan'ın sert güç unsurlarına önem veren reel politik anlayışı ile Türkiye'nin yumuşak güç unsurlarını öne çıkaran idealist dış politikası İran konusunda örtüşmemektedir. YENİ KRİZ İHTİMALİ Son olarak, geçen yılki Davos Zirvesi'nden sonra, tüm Arap âleminde olduğu gibi Türkiye'nin Suudi kamuoyundaki popülaritesinin hızla yükseldiğini ifade etmemiz gerekir. "Suudi Nobeli" olarak nitelendirilen Kral Faysal ödülünün bu yıl Başbakan Erdoğan'a verilmesi de bununla bağlantılıdır. Fakat Ecyad Kalesi krizine benzer bir krizin de kapıda olduğunu unutmamalıyız. Mimar Sinan tarafından planlanan ve 1590'da Kâbe'nin etrafına inşa edilen revakların, Kâbe'nin tavaf alanını genişletme çalışmaları kapsamında yıkılacağına ilişkin söylentiler giderek artmakta ve Türk kamuoyunu rahatsız etmektedir. Mekke'deki son Osmanlı izinin de yok edilmesi, 2003'ten beri sürekli gelişmekte olan ikili ilişkilerin birdenbire dibe vurmasına yol açabilir. Suudi tarafının bu konuda çok hassas davranması gerektiği, tavaf alanını Osmanlı revaklarını yıkmadan genişletecek bir proje geliştirmesi büyük önem arz etmektedir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.