ERMENİSTAN-TÜRKİYE ilişkilerinde son durum

A -
A +
ERMENİSTAN-TÜRKİYE ilişkilerinde son durum

Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler, Gül ile Sarkisyan'ın milli maçlarda bir araya gelmesiyle başlamıştı. Türkiye ile Ermenistan arasında sınır kapılarının açılmasını ve karşılıklı olarak diplomatik ilişkilerin kurulmasını öngören protokoller imzalandığında esen bahar havasına rağmen "Diplomatik Muhakeme"de temkini elden bırakmamış, bu işin öyle zannedildiği kadar kolay olamayacağını yazmıştık. Hatta bir adım daha ileri gitmiş, Türkiye'nin bir süredir dış politikada geliştirdiği "komşularla sıfır sorun" yaklaşımının, Ermenistan'la ilişkilerde giderek "sıfır çözüm" halini alabileceği değerlendirmesinde bulunmuştuk. "Ermeni Açılımı" konusu ilk ortaya atıldığı günden itibaren bu köşeden hep aynı ikazları yaptık: Ermenistan'la sorunlarımızı çözeceğiz derken Azerbaycan'ı kaybetmeyelim; Ermenilerin Azeri topraklarını boşaltacağı konusunda kesin emareler yokken, herhangi bir taahhütte bulunup kendimizi bağlamayalım; Ermenistan iç siyasetini ve iç siyasi dengeleri çok iyi gözleyelim; daha sonra uygulamaya sokamayacağımız sözler vererek, uluslararası alandaki güvenilirliğimizi sorgulatmayalım. AZERİLER İKNA EDİLMELİ Bugün maalesef endişelerimizin büyük bölümünün gerçekleştiğini görüyoruz. Ermenistan'la sıfır sorun amaçlarken, karşımızda bugün "süper sorun" duruyor. Bugün iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırarak Türk dış politikası adına bir öz eleştiri yapalım; Ermenistan açılımını neden iyi yönetemediğimizi adım adım değerlendirelim: İlk olarak, Azerbaycan'ı ikna etmeden bu işe soyunmak yanlıştı. Azerbaycan yönetiminin ve kamuoyunun ikna edileceği, etkili ve yoğun bir kamu diplomasisi faaliyetinin ardından Ermenistan'la görüşmelere başlamak gerekiyordu. Her ne kadar, Ermenistan'la yapılan her temasın Azerbaycan'a bildirildiği ifade edilse bile, Bakü yönetiminin bu süreçten rahatsızlık duyduğu hissedildiğinde, Ermenistan'la temaslarda frene basılmalı, Azerbaycan'ın ikna edilmesine ağırlık verilmeliydi. İkincisi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı bünyesinde faaliyet gösteren Minsk Grubu'ndan, "Ermeni işgal güçlerinin Azerbaycan topraklarından çekilmeyi kabul ettikleri" yönünde bir teminat almadan bu ülkeyle diplomatik ilişkiler kurmayı öngören bir protokolü imzalamak yanlıştı. Zira uluslararası hukukun Ermenistan tarafından açıkça ihlal edildiği bir ortamda, bu ülke üzerindeki en etkili baskı yollarından olan sınırın kapalı tutulmasından neden vazgeçtiğimizi Azerbaycan'a izah etmek mümkün değildi. Nitekim izah edemedik. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in son günlerde, Türkiye'ye satılan doğalgazın fiyatının artırılacağından söz etmesinin, Türkiye'nin Ermenistan'la imzaladığı protokollerle hiç ilgisi olmadığını herhalde söyleyemeyiz. KUVVETLER AYRILIĞI Üçüncüsü, imzalanan protokollerde var olmayan bir durumu, imza işleminin gerçekleşmesinden sonra, protokollerin TBMM'de onaylanmasının ön şartı olarak sunmak yanlıştı. Protokollere imza koyduktan sonra, "Azerbaycan'ın kabul etmediği hiçbir çözüm söz konusu olamaz" ya da "Ermeniler işgal altındaki topraklardan çekilmedikçe, bu protokolleri onaylamayacağız" demeye başladık. İyi de, "protokolleri imzalarken bunlar aklınıza gelmedi mi?" diye sormazlar mı? Dördüncüsü, imzaladığımız protokolleri onaylanmak üzere TBMM'ye sevk ettik ama bu işlemi yaparken de, yürütmeyle yasama arasındaki klasik güçler ayrılığı prensibini görmezden gelerek, Meclis Başkanlığının onay sürecini yavaşlatmasını sağladık. Kuşkusuz bunda, Türk kamuoyunun Azerbaycan'a rağmen Ermenistan'la yakınlaşmaya sıcak bakmamasının etkisi büyüktü. Madem iç politik dengeler dikkate alınacaktı, evvela kamuoyunun bu konuya nasıl yaklaştığının çeşitli anketlerle ölçülmesi, Ermenistan'a karşı nasıl davranılacağına sonra karar verilmesi gerekmez miydi? BASKI GELİRSE Beşincisi, protokolleri ABD, AB, Rusya ve İsviçre dışişleri bakanlarının şahitliğinde imzaladık. Yani bir ölçüde bu ülkelere karşı da yükümlülük altına girdik. ABD yönetimi, 24 Nisan yaklaşırken, "bizim şahitliğimizde imzaladığınız protokolün gereğini yapın" diye Türkiye ve Ermenistan üzerinde baskı uygulamaya başlarsa, acaba bu baskıdan, protokoller gereği "soykırım" yalanlarından vazgeçmek ya da Azerbaycan topraklarından çekilmek gibi bir zorunluluğu olmayan Erivan yönetimi mi yoksa Türkiye mi daha fazla etkilenir? ÜLTİMATOM VERİLMELİ Altıncısı, hatayı hatayla tamir etmek gibi yanlış bir yolda yürümeye devam ettik; Ermenistan Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararı ileri sürerek, protokollerin yürürlüğe girmemesinin Ermeni tarafının uzlaşmaz tutumundan kaynaklandığı gibi bir söylemi uluslararası alanda yaymaya çalıştık. Sanki biz söz konusu protokollerin onaylanması için TBMM'de gerekli adımları atmışız gibi. Dost acı söyler. "Ermenistan açılımı" olarak isimlendirilen ve "komşularla sıfır sorun" politikasının başarılı bir örneği olarak takdim edilen süreç iflas etmenin eşiğine gelmiştir. Bu politikanın başarılı örneklerini de gölgelemektedir. Acil bir manevra yapılmadığı ve etkin tedbirler alınmadığı takdirde, Ermenistan'la ilişkilerimizin durumunun bu süreç başlamadan önce Türk dış politikasına vermekte olduğu sıkıntıdan, çok daha büyük bir ağırlığın sırtımıza yüklenmesi muhtemeldir. Her şeyden önce, Ermenistan yetkilileriyle, uluslararası toplantılar vesilesiyle yapılacak ilk temasta, "Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarından çekilmesiyle ilgili açık ve net bir tutum sergilemeye başlamamaları durumunda, Türkiye'nin protokollerden imzasını çekeceği" resmî bir mektupla bildirilmelidir. Ermenistan'a verilecek bu ültimatomda öngörülen süre 1 ayı geçmemelidir. Söz konusu süre zarfında Ermeni tarafında herhangi bir tutum değişikliği olmaz ise, Türkiye protokollerden imzasını çekmeli, bundan sonraki adımlarını daha hesaplı atmak üzere, "Ermenistan açılımı"nı bir başka bahara ertelemelidir. Şayet Ermeniler, Türkiye'nin talebini karşılamaya dönük bir yeşil ışık yakarlarsa, o zaman protokoller derhal TBMM'de onaylanmalıdır. DİPLOMATİK TAARRUZ Ermenistan'a rest çekerken, Ankara'nın yapması gereken diğer bir şey, ABD, AB ve Rusya nezdinde girişimlerde bulunarak, sürecin neden bu duruma düştüğünü, mantıksal değeri olan argümanlarla açıklamaktır. Bilhassa Washington yönetiminin 24 Nisan'da "soykırım" sözcüğünü telaffuz etmesini engellemek için, bu konunun Türk-Ermeni ilişkilerinden bağımsız olduğu ve Obama'nın ağzından dökülecek böyle bir ifadenin Türkiye-ABD ilişkilerine tamir edilemeyecek zararlar vereceği hatırlatılmalıdır. ABD ile Türkiye arasında var olduğu söylenen "model ortaklığın" daha doğmadan büyük zarar görmesini engellemenin Washington yönetiminin tavrına bağlı olduğu dile getirilmelidir. Azerbaycan'la ilişkilerimiz ihmal edilmemeli, 2010 yılı içinde Cumhurbaşkanı ve Başbakan düzeyinde resmî ziyaretler gerçekleştirilmelidir. Son olarak, Türk kamuoyuna "Ermenistan açılımı"nın bugün ne noktada olduğu -karşılıklı olarak yapılan hatalar da dile getirilerek- güven verici bir biçimde açıklanmalıdır. Sürecin iflasının tüm faturasının Ermenistan Anayasa Mahkemesine yüklenmesi hem inandırıcı değildir hem de Türkiye'nin uluslararası alandaki itibarına katkı sağlamaz. Dış politikada tüm devletler yanlış yapabilirler. Yanlışta ısrar etmemek, acil ve akılcı manevralarla politika değişikliklerine gidebilmek ise Büyük Devletlere mahsus bir haslettir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.