Kendimize has dış politika üretmeliyiz

A -
A +
Kendimize has dış politika üretmeliyiz

GÜL'DEN, BÜYÜKELÇİLERE YEMEK Bilgi paylaşımı ve diplomatlar arası dayanışmayı sağlamak için düzenlenen İkinci Büyükelçiler Konferansı ocak ayında Ankara'da yapılmıştı. Konferansa katılan büyükelçilere Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Çankaya Köşkü'nde yemek vermişti. Türk Dış Politikasının geçmiş yıllara nazaran çok daha aktif hale geldiği bugünlerde kendimize ait bir dış politika terminolojisini de oluşturmaya çalışıyoruz. Türkiye'nin halen komşularıyla, yakın bölgelerle ve geleneksel olarak dış politikamızın ilgi alanına girmeyen bölgelerle geliştirmeye çalıştığı yeni dış politika anlayışı ister istemez yeni kavram ve yaklaşımların da literatürümüze girmesine sebep oluyor. "Komşularla sıfır sorun", "ritmik diplomasi", "stratejik derinlik" gibi ifadeleri örnek olarak sayabiliriz. Fakat Türkiye kendi dış politika önceliklerine uygun olarak yeni kavramlar geliştirmeye ne kadar çaba gösterirse göstersin, maalesef uluslararası ilişkiler terminolojisi hâlihazırda Batı ve esas olarak da ABD merkezli olarak oluşturulmaya devam ediyor. Yıllar yılı ülkemizde uluslararası ilişkiler teorisi alanında yeterince orijinal çalışma yapılmadığı için, hem bilim dünyamız hem de devlet adamlarımız ve diplomatlarımız, aslında bizim üretmediğimiz kavram ve terimleri, gerçekten bir anlam taşıyıp taşımadıklarını çok da sorgulamadan kullanmaya devam ediyorlar. Aslında bu duruma fazlaca şaşırmamız gerekir. Zira Türkiye gibi pek çok ülke kendilerinin dışında oluşan bu kuramsal ve kavramsal çerçeve içinde politika üretmeye mahkûm kalıyor. Böyle olunca da ister istemez, dünyayı kendi çıkarlarınız doğrultusunda değil, başkalarının istediği şekilde okumaya ve yorumlamaya itiliyorsunuz. BATI'NIN ANLAMADIĞI Soğuk Savaş sonrasında dünyadaki tüm milletlerin ortak değerlerine saygı temelinde yeni bir barış, huzur ve istikrar ortamı oluşturulmasını hedeflediklerini söyleyenler aslında Anglosakson Batı geleneğini dünyanın dört bir köşesinde yaymaya ve kökleştirmeye çalışmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Batı'nın küreselleşmeden anladığı, Batı değer yargılarının ve kavramlarının tüm insanlıkça benimsenmesi. Ama insanlığın ulaştığı en mükemmel noktayı Anglosakson Batı'nın temsil ettiğini kim söylemiş? Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerin uluslararası ilişkiler alanına yeterince katkı yapamamaları bir yana, bu türden katkılar yapılmasının önüne de geçiliyor. ABD ve İngiltere'ye devlet burslusu olarak gönderilen ve orada kuramsal çalışmalar yapmak isteyen öğrencilerimize o ülkelerdeki danışmanları tarafından, "Teorik çalışma yapmak bizim işimiz. Siz bölgesel çalışmalar yapın. Bizim çalışmakta olduğumuz teorik alana veri girdisi sağlayın" şeklinde telkinlerde bulunuyor. Son 20 yıl içinde uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans ve doktora çalışması yapmak üzere yabancı ülkelere gönderilen ve öğrenimlerini tamamladıktan sonra Türkiye'de çeşitli üniversitelerde ve araştırma merkezlerinde çalışmaya başlayan yüzlerce kişi arasından sadece birkaçı uluslararası ilişkiler teorisi çalışabildi. Geriye kalanların tümü, yabancı danışmanlarının yönlendirmeleri yüzünden, Türkiye'nin iç sorunlarını, ikili ilişkilerini veya komşu ülke ve bölgelerle ilişkilerini çalıştılar. GARP KURNAZLIĞI Benzer bir durum Güney Kore, Çin, Hindistan gibi ülkelerden ve Orta Doğu'dan ABD ve İngiltere'deki okullara giden binlerce öğrenci için de geçerli. Yani Anglosakson uluslararası ilişkiler teorisyenleri bu alana gelişmekte olan ülkelerden nüfuz edilmesini istemedikleri gibi, gayet sistematik bir "Garp kurnazlığı" ile finansmanını başka ülkelere sağlattıkları alan çalışmaları yaptırıyorlar. Parayı Türkiye ödüyor, benim öğrencim İngiliz veya Amerikalı hocaya asistanlık yapıp, onun teorik çalışmalarına malzeme sağlıyor. Çoğu zaman Türkiye'nin iki üç şehri dışında hiçbir bölgesini görmemiş, 23-24 yaşındaki akademisyen adayımız da, Anglosakson uluslararası ilişkiler çerçevesinin medyunu hatta bağımlısı olarak memlekete geri dönüyor; kendisine çizilen çerçeve dışına çıkmadan, sadece o evrenin içinde bilim üretilebileceği yanılgısı içinde çalışıyor. YENİ KUŞAKLAR Türkiye dünyadan kopmadan ama gerçekten kendine has, kendi öncelikleri doğrultusunda "yeni" bir dış politika oluşturup, yürütmek istiyorsa evvela atılan adımların kalıcı olmasını temin edecek tedbirleri almak zorundadır. Bu tedbirlerin başında da, uluslararası ilişkilerin sadece uygulamadan ibaret olmadığının farkına varıp, işin teorik alanına da yoğun biçimde katkı sağlayacak ve dünyaya "bizim değerlerimizle" bakacak genç kuşaklar yetiştirmek yer almalıdır. Bir kere, uluslararası ilişkiler disiplininde lisansüstü çalışmalar yapmak üzere yurt dışına gönderilen devlet burslusu öğrencilerin hangi alanlara uzmanlaşacaklarına ve tez hazırlayacaklarına, geri döndüklerinde çalışacakları üniversiteler ya da Yüksek Öğretim Kurumu karar vermelidir. Hangi alanda ihtiyaç varsa, öğrenciler o alanlara yönlendirilmelidir. Anglosakson uluslararası ilişkiler teorisyenlerini Türkiye'nin kıt kaynaklarıyla bedava asistan sağlama uygulamasından vazgeçilmelidir. İkinci olarak, Türkiye'de Türkçe olarak yayınlanan akademik uluslararası ilişkiler ve dış politika dergileri daha itibarlı hale getirilmeli, uluslararası ilişkiler bölümlerinde çalışan üniversite öğretim üyelerinin bu akademik dergilerde yayın yapmaları özendirilmelidir. YABANCI ÖĞRENCİLER TÜBİTAK bünyesindeki ULAKBİM'in yürütmekte olduğu "Ulusal Akademik Dergi Tabanı" projesinde yer alan yayınların, akademik atama ve yükseltmelerde, en az yabancı ülkelerde yayınlanan dergiler kadar ağırlığının olması temin edilmelidir. Bu yolla, Türk akademisyenlerin Türkçe uluslararası ilişkiler çalışmaları yapmalarının önü açılmalıdır. Üçüncüsü, başta Orta Asya, Kafkasya, Balkan ve Orta Doğu ülkelerinden olmak üzere her yıl üniversitelerimize lisansüstü çalışma yapmak üzere gelen yabancı uyruklu uluslararası ilişkiler öğrencilerinin, küresel ve bölgesel gelişmelere Türkiye perspektifiyle bakabilmelerini kolaylaştıracak adımlar atılmalıdır. Maalesef uzun yıllardır yabancı uyruklu lisansüstü öğrencilere, tabiri caizse "saldım çayıra Mevlam kayıra" anlayışıyla yaklaşılmaktadır. Bu öğrencilerin, hangi dersleri aldıkları, hangi konularda tez hazırladıkları ve ülkelerine döndüklerinde ne iş yaptıkları hakkında derli toplu tek bir bilgi bankası bile oluşturulmamıştır. Hâlbuki uluslararası ilişkiler alanında bu öğrencilerin Türkiye'de öğrenim görmeleri bulunmaz nimettir. Akılcı bir politikayla, bu kişilerin Türkiye'deki okullardan mezun olduklarında, ülkelerinde gönüllü birer Türk elçisi olarak faaliyet göstermeleri söz konusu olacaktır. ÇOK YÖNLÜ STRATEJİ Dördüncüsü, Türk dış politikasının önceliklerini dünyaya duyurabilmek ve bir ölçüde benimsetebilmek için, üniversiteler kadar, düşünce kuruluşlarının da desteklenmesi gerekmektedir. Düşünce kuruluşları, dünyanın çeşitli yerlerindeki başarılı örnekler dikkate alınarak, Türk'e Türk'ün propagandasını yapan değil, Türkiye'nin uluslararası ilişkilere bakışını dünyaya duyuran, küresel düzeyde saygınlığı olan merkezler haline getirilebilmelidir. Beşincisi, dış politikayı uygulayan diplomatlarla, akademik çalışmalar yapan uzmanlar çok sık bir araya getirilmeli, bilgi paylaşımı, ortak çalışmalar ve dayanışma teşvik edilmelidir. Tüm büyükelçilerimizi Ankara'da toplayıp, "Büyükelçiler Konferansı" düzenleyen akademisyen kökenli dışişleri bakanı Prof. Davutoğlu'nun, Türkiye'deki uluslararası ilişkiler akademisyenleriyle de büyük bir toplantı yapması bu yönde pozitif bir adım olabilir. Dış politikada kapsamlı, kalıcı ve kişilerle kaim olmayan hamleler ancak çok yönlü bir stratejinin uygulamaya konulmasıyla gerçekleştirilebilir. Aksi takdirde, bugün heyecanla izlediğimiz "yenilikler", birkaç yıl içinde sabun köpüğü gibi uçup gider. Mahkeme kadıya mülk olmadığı için, mühim olan kişileri yüceltmek değil, binayı sağlamlaştırmaktır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.