Bugünkü AP 2004'tekinden farklı mı?

A -
A +
Bugünkü AP 2004'tekinden farklı mı?
15 Aralık 2004 tarihinde Avrupa Parlamentosu'nda yapılan oylamada Türkiye ile üyelik görüşmelerine başlanması kabul edildi. Avrupa Parlamentosu'nun 10 Şubatta kabul edilen Türkiye Raporu'nda yer alan Kıbrıs'la ilgili bölümler, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere Türk kamuoyunda tepkilere yol açtı. Avrupa Parlamentosu'nun, Hollandalı Hıristiyan Demokrat parlamenter Ria Oomen-Ruijten tarafından kaleme alınan Türkiye raporunu 10 Şubatta oylayarak kabul etmesi Ankara tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Bilhassa raporun Kıbrıs ile ilgili bölümleri başta Başbakan Erdoğan olmak üzere hükümet üyelerince eleştirildi. Tepkiler Kıbrıs üzerinde yoğunlaşınca, Lizbon Ant-laşması'yla birlikte Avrupa Birliği mekanizmaları içindeki gücü ve yetkisi artan Parlamento'nun aldığı bu kararın sadece Kıbrıs'la ilgili olduğu şeklinde bir izlenim Türk kamuoyunda oluştu. Hâlbuki bundan öncekilerde olduğu gibi, bu kararda da Türkiye'nin AB'ye katılım süreciyle ilgili olumlu ve olumsuz birçok eleştiri getiriliyor. BENZER KONULAR 15 Aralık 2004'te "Türkiye'nin AB ile katılım müzakerelerine başlamasına" onay verirken aldığı karardan sonra daha da hızlanarak, Avrupa Parlamentosu zaten her yıl, hemen hemen aynı cümlelerle, benzer konuları dile getiriyor. İşin ilginç tarafı, daha önceki raporlar karşısında "makul ve dengeli bir karar"; "Parlamento kararları bağlayıcı değil"; "Avrupa Parlamentosu'nu daha iyi bilgilendirmeliyiz" vs. şeklinde değerlendirmelerde bulunanların, bu yılki rapora çok büyük tepki göstermeleridir. Türkiye'de genel seçimler yaklaştıkça, halkımızın AB'ye duyduğu sempatinin de azalmış olduğunu gören siyasetçiler, AB'yle ilgili daha önce ifade ettikleri sıcak cümleleri kurmaktan titizlikle kaçınmaya başladılar. Objektif olmak gerekirse, Avrupa Parlamentosu 2004'te de aynı derecede "çifte standartlıydı"; bugün de öyle. Tavırları değişen Parlamento değil, bizim siyasilerimiz. AB konusu kamuoyunda "prim yaparken", birçok çifte standarda gözlerimizi kapıyoruz, AB siyasi değer kaybettiğinde, Brüksel'i "kör olmakla" itham ediyoruz. Bakın, devlet büyüklerimizin "makul ve dengeli bir karar" olarak nitelendirdikleri Avrupa Parlamentosu'nun 15 Aralık 2004 tarihli kararında, Türkiye'nin müzakerelere başlamasına yeşil ışık yakılmasından başka neler vardı: -D paragrafı: "Komisyon'un belirttiği gibi, Türkiye'nin AB'ye katılımı, Türkiye'nin nüfusu, büyüklüğü, coğrafi konumu, ekonomik ve askeri-güvenlik potansiyeli yüzünden, daha önceki genişlemelerden farklı olacaktır." Bu cümle apaçık bir çifte standart ikrarı değil mi? -G paragrafı: "Komisyon'un belirttiği gibi, (...) kişilerin serbest dolaşımı, tarım ve yapısal ve uyum fonlarının uygulanmaları açısından uzun geçiş süreleri, istisnalar ve daimi koruma önlemleri öngörülebilir." -H paragrafı: "Komisyon'un belirttiği gibi, müzakere süreci açık uçlu bir süreçtir; sonucunun ne olacağı baştan garanti edilemez." Yani Türkiye'nin üye olması durumunda bile Avrupa Birliği'nin imkânlarından tamamen yararlanmasının mümkün olamayacağı daha 2004'te söyleniyor. Avrupa Parlamentosu ve Komisyon, adını koymadan "imtiyazlı ortaklık" rejimini tarif ediyor. Bu ifadenin neresi "makul"? -31. Madde: "Avrupa Parlamentosu, Güneydoğu'da tüm taraflara husumete son verilmesi çağrısında bulunur. Parlamento Türk Hükümeti'ni, silah bırakan Kürt güçleriyle uzlaşma için daha etkin adımlar atmaya davet eder." Bu maddeye göre, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile silahlı "Kürt güçleri" bir sorunun iki tarafı olarak addediliyor. Yani devletle, terör örgütü aynı kefeye konuluyor. Bu ifade mi "makul"? -39. Madde -şimdi sıkı durun-: "Daha önce alınan 18 Haziran 1987 ve 1 Nisan 2004 tarihli kararlar doğrultusunda, Parlamento Türkiye'yi, Ermenilere karşı bir soykırım yapıldığını tanıyarak, Ermenistan'la uzlaşmaya davet eder." -41. Madde: "Avrupa Parlamentosu Komisyon ve Konsey'den, Türk makamlarının, 1915'te Ermenilere karşı bir soykırım yapıldığı tarihsel gerçeğini resmen tanımasını ve Ermenistan sınır kapısını mümkün olan en kısa sürede açmasını istemesini beklemektedir". Türkiye'nin "soykırım" iddialarını resmen tanımasını isteyen Avrupa Parlamentosu'nun bu kararını "makul ve dengeli" olarak nitelendirirseniz, 2010 kararına ateş püskürmenizin ne kadar karşılığı olabilir? Devam edelim: -43. Madde: "(...) Avrupa Parlamentosu, Heybeliada Ruhban Okulu'nun derhal açılmasını ve Patrikhane'nin ekümenik sıfatını açıkça kullanabilmesine izin verilmesini ister." -44. Madde: "Avrupa Parlamentosu, (...) ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına uygun olarak, Türk askerlerinin Kıbrıs'tan uygun bir takvim çerçevesinde kısa sürede çekilmesini ister. Bu çekilme, Ada'da gerilimin azalmasına, taraflar arasında kalıcı bir çözüm için diyalog başlatılabilmesine hizmet edecektir. Avrupa Parlamentosu, Türkiye'yi Kıbrıs Cumhuriyeti'ni resmen tanımaya çağırır." 2010 raporunun 37. Maddesinde yer alan ve büyük tepki çeken ifade ile 2004'teki arasında iki fark var: Parlamento bu kez, Maraş'ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1984'te aldığı 550 sayılı kararına uygun olarak Rumlara açılmasını istiyor. Ayrıca Avrupa Parlamentosu 2004 kararının 45. Maddesinde yer alan "Konsey'in ekonomik yardım ve ticaretle ilgili iki tüzüğü yürürlüğe sokarak, Kuzey Kıbrıs Türk halkına uygulanan izolasyonların kaldırılmasını istemekteyiz" ifadesine bu kez yer verilmiyor. Yoksa Türk askerinin çekilmesi isteği, 2004'ten beri tüm kararlarda yer alıyor; yeni bir şey değil. TEPKİ GECİKMEMELİ Bu örneklerin benzerlerini, 2005, 2006, 2007, 2008 ve 2009 raporlarında da bulmak mümkün. "Diplomatik Muhakeme"de ısrarla altını çizdiğimiz bir hususu tekrar ederek bitirelim: Diplomaside gecikmiş tepki, tepki değildir. Avrupa Birliği'nde, Türkiye'nin katılımını isteyenlerden daha fazla, Türkiye'nin dışarıda kalmasını arzu edenler vardır. Avrupa Parlamenterleri, demokrasinin tabiatı gereği, elbette dış politika konularını, iç politikaya alet edeceklerdir. Esasen, dış politika ile iç politika birbirlerinin uzantısıdır. Türkiye'de de, siyasiler işlerine geldiği zaman AB üyeliğini destekleyecekler, gelmediği zaman da, AB'yi olabildiğince eleştireceklerdir. Çok kısa bir süre sonra ABD ile ilişkilerimizde de aynı durum meydana gelebilir. Nisan 2009'da "model ortaklık" yaklaşımını alkışladığımız Obama eğer "soykırım" derse, Ankara AB Parlamentosu'na gösterdiği tepkinin benzerini elbette dile getirecektir. Ama iş işten geçtikten sonra.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.