AB’nin "Yazılım Hataları"

A -
A +
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz perşembe günü Avrupa Birliği üyesi ülkelerin büyükelçileriyle Çankaya Köşkü’nde bir araya geldi. Toplantıda yaptığı konuşmada, 2022 yılının Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasına sahne olmasını arzuladığını ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye’nin tam üyelik sürecindeki kararlı, sabırlı, dirayetli tutumuyla birlik içindeki yazılım hatalarının görülmesine katkı sağladığına inanıyorum” dedi.
Erdoğan’ın değerlendirmesinde geçen “yazılım hatası” ifadesi, AB’nin içinde bulunduğu durumu, teknoloji çağının terminolojisine belki de en uygun şekilde yansıtıyordu. Cumhurbaşkanı, bazı AB üyelerinin tamamen siyasi hesaplarla üyelikten doğan haklarını kötüye kullanarak, Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin ilerlemesini engellediklerini vurgularken, Birlik’in çıkarlarının birkaç üyenin ihtiraslarına kurban ediliyor oluşunun üzerinde düşünülmesi gerektiğini belirtti. Birlik’in iradesinin bazı devletler tarafından esir alınmış olmasıyla hesaplaşılması gerektiğini söyledi.
AB’nin son 15 yıldır yaşadığı bocalamalar, Türkiye’nin müzakere sürecini de baltaladı. Evvela genişleme yorgunluğu yaşayan Birlik, AB anayasasının 2005’teki referandumlarda reddedilmesinden sonra Lizbon Antlaşması’nın imzalanmasına kadarki süreçte sarsıcı bir derinleşme yorgunluğu yaşadı. Aynı dönem 2008-2010 yıllarındaki küresel finans kriziyle örtüştü. Ardından gelen Arap Baharı, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan yoğun bir göç dalgasını da tetikledi. AB ülkeleri bir yandan düzensiz göç karşısında -çoğu insan hakları ve uluslararası hukukla çelişen- çeşitli resmi/gayriresmî tedbirler aldılar. Kökleri daha geride olmakla birlikte, yabancı düşmanlığı ve İslam düşmanlığı da bu dönemde zirveye tırmandı. İngiltere’nin Birlik’ten ayrılması, Ukrayna krizi, ABD-Rusya geriliminin yansımaları derken Covid-19 salgını Birlik ülkelerinin acil durumlara müdahale ve birbirleriyle dayanışma konularında ne kadar hazırlıksız olduklarını su yüzüne çıkarttı.
AB, biri bitmeden diğeri başlayan krizler zincirini yaşarken, kendi ihtiraslarını Birlik platformlarına taşımayı geleneksel hâle getirmiş olan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi, Türkiye ile olan problemleri için AB’yi sıklıkla kullandılar. Türkiye ile çok yönlü ve çok katmanlı bir rekabet içine giren Fransa, Hollanda ve Avusturya gibi devletlerin bu ikisine vermiş oldukları destek sayesinde Türkiye-AB müzakere süreci buzdolabına sokuldu. Ama bu yapılırken, tam da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işaret ettiği gibi “yazılım hataları” ortaya çıktı.
AB’nin ilk kurucu belgelerinden olan 1957 tarihli Roma Antlaşması’ndan bugüne kadar âdeta ilmek ilmek dokunan AB’nin kurumsal yapısının en önemli özelliği, bu örgütün nev-i şahsına münhasır şekilde “uluslar üstü” (supranasyonal) oluşudur. AB’yi, NATO, OECD, AGİT vb. teşkilatlardan farklı kılan en önemli özellik bu uluslar üstü niteliğidir. Tarımdan, ulaştırmaya, para politikasından, ticarete çok sayıda alanda üye devletlerin mevzuatları değil, AB’nin müşterek mevzuatı yani AB müktesebatı geçerlidir. AB Zirvelerinde, AB Konseyinde ve AB Parlamentosu’nda, bu uluslar üstü özelliği görürsünüz.
Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların müdahalesiyle AB’nin 65 yıllık yazılımının “error” verdiği yer tam da burasıdır. Bu devletler ve onların “gönüllü destekçileri”, AB’nin ortak menfaatine olmayan -aksine AB’nin stratejik istikbalini törpüleyen- bir tutum içine girerek Türkiye’yi kapının dışında tutmaya çalışıyorlar. Yine AB’nin “yazılımında” kurumun alamet-i farikası olan, “ahde vefa gösterme” ve “taahhütlerine sadık kalma” ilkelerini, bu ülkeler gölgeliyorlar. Brüksel, bunlar yüzünden güvenilirliğini kaybediyor.
Huylu huyundan vazgeçmez. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi, AB’ye Türkiye’den önce girmiş olmanın kendilerine sağladığı avantajları sonuna kadar kullanmayı sürdürecekler.
Bugünkü AB yönetimleri, gümrük birliğinin güncellendiği, vize serbestisinin getirildiği ve göç konularının düzenlendiği yepyeni bir Türkiye-AB çerçevesine bile -taahhütlerini çiğneme pahasına- karşı çıkmaktadırlar. “1978’de keşke Türkiye de Yunanistan gibi tam üyelik için başvurmuş olsaydı” ya da “2004’te Kıbrıs meselesi çözülmeden GKRY’nin üye olmasına izin vermemeliydik” diyerek hayıflanmak derde çare değil. “İleride AB yönetimleri akıllanır da durum düzelir” diye ümitlenmek de gerçekçi değil.
Günün şartlarını göz önünde bulundurarak, AB ile karşılıklı çıkara dayalı yeni bir ilişki modeli geliştirmek en doğrusu olacaktır. Onlar bizi oyalarken, biz de “masadan ilk biz kalkmayacağız” diyerek bu oyalama taktiğine rıza gösteren taraf görüntüsünden artık uzaklaşmalıyız.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.