Avrupa Birliği ile Doğu Akdeniz gerginliği

A -
A +
Doğu Akdeniz’de deniz alanları ve bununla bağlantılı olarak enerji kaynakları ile ilgili anlaşmazlık giderek büyüyen bir soruna dönüşüyor. Bölgenin bir başka müzmin sorunu Kıbrıs ile ilgisi düşünüldüğünde sorun sadece bir deniz yetki alanlarının paylaşımı meselesi olmaktan çıkıyor.
Kıbrıs meselesinin çözülememiş olması sorunu derinleştiren bir etki yapıyor. Avrupa Birliği’nin de Kıbrıs sorununda olduğu gibi Doğu Akdeniz’de enerji arama faaliyetleri konusunda da açık bir şekilde taraf olduğu ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tezlerine destek verdiği görülüyor.
Bu konuda yalnız da değil.
Amerikan yönetimi de Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın tezlerini destekleyen bir tavır içerisinde.
İsrail ve Mısır da Brüksel ve Washington ile benzer bir çizgide.
Türkiye karşısında bu kadar geniş bir cephenin oluşmuş olması bütün Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’de yaşanan kapsamlı bir güç mücadelesine işaret ediyor. Meselenin bölgesel üstünlük boyutu olduğu gibi, keşfedilen enerji kaynaklarının hangi şirketler tarafından çıkarılacağı, hangi yollardan Avrupa pazarına ulaştırılacağına dair yönleri de var.
Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı olan Türkiye’nin dar bir kıyı şeridine hapsedilmeye çalışıldığı görülüyor. Adaların sahip olacağı deniz alanlarının sınırlı olacağına dair temel bir uluslararası hukuk ilkesi görmezden gelinerek, bir yandan GKRY’nin Doğu Akdeniz’de Türkiye’den daha geniş kıta sahanlığına sahip olması sağlanmaya çalışılırken bir yandan da Yunan adalarının Türkiye’nin kıta sahanlığını sınırlandırmaya yarayan araçlar olarak öne çıkarılması amaçlanıyor.
Bu durumda, örneğin Kaş açıklarındaki Meis adasına bile kıta sahanlığı hakkı tanınmak isteniyor ki, bu Türkiye’nin egemenliğinin açıkça ihlali anlamına geliyor.
Avrupa Birliği’nin tutumu açısından bakıldığında, Doğu Akdeniz’de Brüksel’in iki önemli hata yaptığı görülüyor.
Öncelikle AB’nin Kıbrıs sorunundaki taraflı tavrı nedeniyle bu sorunun çözümüne engel olarak, bu meselenin Doğu Akdeniz deniz alanları paylaşımı sorununun çözümünü zorlaştıran bir faktöre dönüşmesine yol açtığı görülüyor. Brüksel’in, 2004 yılındaki Annan Planı temelinde gerçekleştirilen referandumda çözüm yönünde oy kullanan Türk tarafını cezalandırmaya, çözüme karşı oy kullanan Rum tarafını ise ödüllendirmeye yönelik bir politika izlemesi bölgedeki sorunları karmaşıklaştırıyor.
Söz konusu referandumda çözüme “hayır” diyen Rumlar bir hafta sonra 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye üye olarak alınmış ve bundan sonra AB, Türkiye ile üyelik müzakerelerinde Kıbrıs sorununun Rumların istediği gibi çözülmesi için sürekli Ankara’dan yeni tavizler istemiştir.
İkinci olarak, şimdi de AB Doğu Akdeniz’deki deniz alanlarının paylaşımı konusunda yine Rumlardan yana bir tavır takınıyor. Türkiye’yi Rumların tezlerine yakınlaştırmak ve onların da hak iddia ettiği kıta sahanlığında doğalgaz ve petrol aramaktan vazgeçirmek için yaptırım tehdidinde bulunuyor.
Yani uzun yıllar demokrasi ve insan hakları gibi araçları kullanarak Türkiye’nin iç işlerine müdahale eden Brüksel, artık Ankara’ya karşı müdahalenin daha kaba biçimleriyle tehditlerde bulunuyor.
ABD’nin de benzer bir yola yöneldiği, dünyada küresel aktörlerin giderek güç politikalarını artık hukuk, demokrasi ya da insan hakları gibi kavramlarla kamufle etmek ihtiyacı hissetmedikleri bir döneme doğru yelken açtığımız düşünüldüğünde AB’nin Türkiye’ye karşı bu tavrı şaşırtıcı değil.
Kıbrıs meselesinde olduğu gibi, Doğu Akdeniz deniz sahaları sorununda da Türkiye ile Yunanistan/GKRY arasında ara bulucu olmak yerine Rumlardan taraf olmayı tercih ediyor.
Doğu Akdeniz gibi deniz alanlarındaki yetki paylaşımı sorunu olan denizlerde kıta sahanlığı sınırlarının taraflar arasında imzalanacak anlaşmalarla belirlenmesi gerekiyor. Kıbrıs sorununun çözülmemiş olması Türkiye ile Kıbrıs arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasını engelliyor.
Gerek Kıbrıs gerekse Doğu Akdeniz enerji sorunlarında Brüksel’in tarafsız bir politikayla çözüme öncülük etmesi AB-Türkiye ilişkilerinin rasyonel bir zemine oturması konusunda önemli bir adım olacaktır.
AB’nin Türkiye ile ilişkilerinin güvenlikten mülteci sorununa ve ekonomik iş birliğine kadar birçok alana uzandığını unutmayıp Doğu Akdeniz’de Ankara’yı doğrudan karşısına alan bir politikadan uzak durması her iki taraf için de en doğru yol olacaktır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.