Havada kesif bir barut kokusu var

A -
A +

En son bu köşede kaleme aldığım ‘Dünya, ekonominin ateşinde kavruluyor’ içerikli yazımda, dünyadaki küresel ekonomik sıkıntıları ve bunun Türkiye’ye dair yansımalarını değerlendirmiştim. Buna bir de kur üzerinden yaşanan Türkiye’ye ait ekonomik sorunlar eklendiğinde, sıkıntıyı vatandaşların hissetmemesi mümkün değil.

Pekiyi bu küresel ekonomik sorunların başka alanlara bir tazyik uygulamadığını iddia edebilir miyiz?

Tereddütsüz hayır.

Dünyada pandeminin de katkı sunduğu ekonomik sorunlar, başta düzensiz göç olmak üzere birçok güvenlik sorununu da gündemimize taşımaya devam ediyor.

Hoş, yeni güvenlik yaklaşımlarından bihaber bir güruhun ‘ekonominin de güvenliği mi olurmuş canım’ diyen ve güvenliği sadece sert güç üzerinden kavrayabilen tescilli cahillerin söylemlerini okuyor ve dinliyoruz.

Oysa ‘yeni güvenlik anlayışı’ artık hayatımızın her boyutunda.

Ekonominin, gıdanın, enerjinin, siber dünyanın güvenliği artık tüm dünyada en önemli gündem konularını oluşturuyor.

Konumuza geri dönersek, yaşanan gelişmeler birçok noktadan değerlendirmeye alındığında, dünyanın küresel bir sıcak çatışmaya pupa yelken gittiğini gösteriyor. Son 400 yılda, büyük devletlerin de iştirak ettiği yaklaşık 120 savaşın çıktığı dikkate alınırsa, bu değerlendirmemizin bir abartı olmadığını görebiliriz.

Bugün dünyadaki en büyük güvenlik sorunlarından olan terörü ve düzensiz göçü zaten ülke olarak iliklerimize kadar hissediyoruz.

 

Her köşesinden kan ve barut kokusu gelen bir coğrafya

 

Bırakın tüm dünyadaki sıcak çatışma alanlarını ve gerilim bölgelerini, sadece kendi coğrafyamıza bir bakalım.

Hemen yanımızda Suriye kan gölüne döndürüldü, yakın bir zaman içinde barışın tesis edilmesi de mümkün gözükmüyor. Türkiye’yi Suriye üzerinden istikrarsızlaştırma maksatlı terör devleti projesi, gerçekleştirilen dört büyük harekâta rağmen hâlâ tehdit olmaktan çıkartılabilmiş değil.

Yine Suriye içindeki terör örgütleri DEAŞ ve PKK ile, istihbarat teşkilatının şemsiyesi altında oynaşmakta bir beis görmeyen Fransa ve sınırımızın hemen dibindeki YPG/PKK terör örgütüne binlerce konteyner silah ve mühimmat gönderen bir ABD.

Irak hâlâ kendi içinde parçalı ve titrek yapısı ile güvensizlik üretme potansiyeli oldukça yüksek bir ülke. Irak’ın kendi topraklarında PKK terör örgütü ve diğer terör grupları ile mücadele kapasitesi olmadığından, Türkiye’nin bu ülke topraklarında irili ufaklı onlarca üs bölgesi mevcut. Hâlihazırda bu coğrafyalarda Türkiye geniş kapsamlı terör harekâtları düzenlemekte.

Hem Irak hem Suriye’de mezhepçi bir yapılanmayı sert gücün unsurları ile sınırlarımızın hemen dibinde kurmaya çalışanKafkaslarda Ermenistan yayılmacılığını her fırsatta destekleyen bir İran.

O gücü kendinde bulsa, Azerbaycan coğrafyasındaki işgalini devam ettirecek, hatta Türkiye’ye de saldırmaktan imtina etmeyecek, hâlâ Türkiye sınırlarını tanımayan bir Ermenistan.

Rusya’nın genişlemeci siyaseti sonucu toprakları ayrılıkçılarca işgal edilmiş bir Gürcistan ve Ukrayna sınırlarımızın hemen dibinde. Karadeniz’de bu gelişmeler ile mütenasip her geçen gün artan bir gerilim…

Rusya’nın genişlemeci siyasetini durdurabilmek için oluşturulan ve her geçen gün askerî gücünü tahkim eden ‘Bükreş dokuzlusu oluşumu’.

Yine Rusya bahane edilerek, Dedeağaç’tan Girit’teki Suda Körfezi’ne kadar âdeta cephaneliğe dönüştürülmüş bir Yunanistan.

Müflis bir ülke de olsa, Batı’nın hudut karakolu olarak telakki edildiğinden her türden gelişmiş silah sistemlerini tedarik eden bir Yunanistan.

Paris ve Lozan anlaşmalarının hilafında silahlandırılmış adalar ve Lozan imza altına alındığında 3 mil olan kara sularının bir oldubitti ile 12 mile çıkarılarak çatışmanın fitilinin ateşlenmek istenmesi.

Ege ve Doğu Akdeniz’de maksimalist bir siyaset doğrultusunda ilan edilen münhasır ekonomik bölgeler ve bu bölgede oluşan askerî hizalanmalar.

Merhum Aliya İzzetbegoviç’in ‘baldıran zehri içercesine imzaladım’ dediği Dayton anlaşmasının işlevsizleşmesi sonucu kaynayan bir Bosna Hersek ve tüm Bosna Müslümanlarının gözünün içerisine baktığı bir Türkiye.

Türkiye’nin deniz yetki alanlarını sınırlandırılması anlaşmasını imzaladıktan sonra bölgenin çakallarına boğdurtulmak istenen Libya ve Türkiye’nin tüm engellemelere rağmen ayakta tutmayı başardığı meşru Trablusgarp hükûmeti.

Mısır tarihinin demokratik seçimler ile işbaşı yapmış ilk hükûmetinin darbe ile indirilerek, zindanda şehit edilmiş Mursi.

Tunus’ta yetkileri dondurulmuş bir parlamento ve Tunus siyasetinin ve sosyolojisinin bir gerçeği olan Nahda hareketinin şeytanlaştırılması.

İstikrarsızlaştırılmış ve patlamaya hazır bir kaynayan kazan, Lübnan.

Kıbrıslı Türklerin varlığına dahi tahammülü olmayan ve Yunanistan ile koordineli bir şekilde maksimalist bir siyaset peşinde koşan bir Güney Kıbrıs Rum Yönetimi.

Son iki yüzyıldan bu yana, kâh elçileri vasıtası ile, kâh kurumları yolu ile bu ülkenin iç işlerine müdahil olmayı kendine vazife edinen ve hak gören bir Batı.

Şimdi tablo bu kadar sarih ve anlaşılabilir iken, hâlâ Türkiye’nin sahaya sürdüğü harici siyaseti ‘sürekli güvenlikçi siyaset takip ediyor’ diyerek itibarsızlaştırma gayreti ve telaşı içinde yazılar kaleme alanlara, Biden’ın etki elemanları demeyelim de ne diyelim?

Türkiye, mevcut dünya düzeni radikal değişimlere uğrarken, altyapısından iktisadına, beşeri sermayesinden istikrarlı siyasal yapıları oluşturmaya varıncaya kadar geniş bir yelpazede kendini geleceğe hazırlıyor. Lakin yukarıda kaleme aldığım tablo da bize çok net göstermektedir ki, Türkiye aynı zamanda kendini pupa yelken bir çatışma ortamına tebdil olan dünyaya da hazırlamalı.

Tıpkı şair ve tabip Abdülhak Molla’nın dediği gibi: ‘Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felah, Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salah’

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.