Türk insanını tanıma rehberi...

A -
A +
Bu yazıyı sadece bizim için değil bizleri anlamakta zorluk çeken yabancı dostlar için de yazdım. Türkiye'nin başına gelen bunca felaket ve talihsizlik yanında Doğu ile Batı arasındaki sıkışmışlığına rağmen neden hep ayakta kaldığını anlatmaya çalıştım. Türkler de bazen nasıl ayakta kaldığını bilmediği için herkes için aydınlatıcı olacak...
 
Her şeyden önce Türkler çocuklar büyüdüğü zaman "artık evden ayrılma vakti geldi" demezler. Eğer imkân varsa her aile bireyi, kendi arzusu ile başka bir yere taşınmıyorsa, ömür boyu anne ve babasının evinde yaşayabilir. Ayrıca aile üyelerinden biri zorda kalırsa sokakta bırakılmaz, evde yeterli oda olmasa bile, salonda yatak kurulur, durumu düzelene kadar himaye edilir. Bu sebeple açlık sınırının altında para kazananlar olsa da kimsenin aç kalmasına müsaade edilmez. Zaten nüfus istatistikleri bazı şehirlerde hane halkı ortalamasının 5-6 kişi olduğunu söyleyerek bu bilgiyi doğrulamaktadır.
 
Diğer taraftan, komşuculuk bilinci de yüksektir. "Komşu açken sen tok yatamazsın" diye bir anlayış yaygındır. Türkler yemeğini ve kazancını paylaşır ama asla otomobilini ve kendine ait mallarını paylaşmaz. Bunu iyi bilenler zaten teklif bile etmez. Bundan başka Türkler kendine ait bilgileri paylaşmaktan da hoşlanmaz ama başkasına ait bir bilgiyi kolayca paylaşır. Türk'ün kendine ait olmayan şeylerle alakalı cömertliği üzerine sayısız deyim bulunur Türkçede...
 
Konuya dönersek: OECD'nin 2017 ve 2019'da yaptığı "who's open to open data?" yani "veri paylaşımına kim daha açık?" araştırmasında sonuncu sırada yer almış Türkiye. Hiç kimse kendine ait veriyi paylaşmaktan hoşlanmaz. "Rakibim öğrenmesin" derler ama işin gerçeği bu değildir. Türk iş insanı kendine ait olanları yerine göre büyük, yerine göre küçük göstermekten hoşlanır. Asıl sebep budur. Bu sebeple sanayiden başka sektörlere kadar nokta atışı bir tahminde bulunabilmek neredeyse imkânsızdır ama TÜİK, genlerinden gelen bir kabiliyetle, enflasyondan büyüme rakamlarına kadar Türkiye ile ilgili rakamları yayınlamaktadır. 
Kendiyle alakalı bazı veride samimi bazı veride temkinli yaklaşır Türkler. Mesela, 35 ülkede 30.000 kişiyle yapılan araştırmada "Sağlıklı mısın?" sorusuna "tabii ki" diye cevap veren Türkler %78 seviyesindeyken, dünya ortalamalarının çok altında uyuduğunu, ortalamanın üzerinde stresli olduğunu, hiç spor yapmadığını ve çok sigara içtiğini itiraf etmiştir. Demek ki Türkler, "sağlıklıyım" derken, başka bir cevap vermeyi kendine yakıştıramamış gözüküyor. Buraya kadar anlatılanlardan varacağımız sonuç şu:
 
Türkler yardımsever ama mala mülke düşkün, sahip olduklarını göstermekten hoşlanan ama asla paylaşmayan, sağlıksızlığı zayıflık olarak nitelendiren ve başkalarına tuhaf ya da riskli gelen alışkanlıklarla övünen insanlardır. Bu araştırmanın din veya etnik ayrım gözetmeden yapıldığını söylediğimde, "Türk olmak" kavramının anlamı daha iyi anlaşılabilir. Türkiye'de Müslüman, Musevi, Rum, Ermeni, Süryani ve diğer dinlere mensup insanlar yaşar. Ayrıca çeşitli etnik kimliklerde 85 milyon civarındaki insanıyla muazzam bir mozaiktir...
 
Yaşlılar ve gençler arasında sürekli çekişme yaşanır Türkiye'de. Gençlere sürekli öğüt ve tavsiye verme merakı vardır Türklerin. "Ben sizin yaşınızdayken" diye başlayan ve bitmeyen monologlara maruz kalanlar, çareyi gençleri daha fazla dinleyenlerin ülkelerine gitmekte bulmuşlardır. Çünkü sadece evde değil, okulda, işte, sosyal hayatta ve siyasette kendilerine sürekli "ayar veren" büyüklerle muhatap olurlar. Onlara sürekli sabırlı olmaları söylenir. Ne de olsa yaşlanınca öğüt verme sırası onlara gelecektir...
 
Buraya kadar saydığım sebeplerden dolayı Türk insanı tüketim ile kendini mutlu eder hâle gelmiştir. Kredi kartı ya da kredi imkânlarıyla tatile gitmeyi, otomobil almayı, hobilerini icra etmeyi "özgürlük" olarak tanımlamıştır. Ancak tam olarak mutlu olamaz. Bunun sebebini şarkılarda aramak da mümkündür. 
 
Mesela, kavuşan âşıkların değil, kavuşamayanların hikâyeleri ve şarkıları daha fazla ilgi çeker. Türkiye'nin ezgileri 'diyez notalar'ın üzerinden tasarlanmıştır desem yanlış olmaz. Acıklı bir şarkı eşliğinde tek başına oturan ve tabii ki sigara içen çok fazla insan görülür. Denize bakmak bile huzurdan çok hüzündür Türklere. Şaşırtıcı ama gerçek: Türkler hüzne bu kadar yakınken, anında mutlu olabilme kapasitesine sahiptir. Az önce kavga ettiği kişiyle ailecek yemeğe gidebilecek kalbe sahiptir. Bu hâliyle ne zaman ne yapacağını bilmek zordur. 
 
"Geçen hafta yanlış habere maruz kaldınız mı?" sorusuna en fazla "evet" cevabı veren insanlar yine Türkiye'dedir. Meksika ve Brezilya hemen arkasından gelmektedir. Şaşırmadık tabii. "Kandırıldım" demek bu ülkelerde "hata yaptım" demekten daha kolaydır. Yatırım kararlarını yan masada oturan insanın yüksek sesle anlattığı bilgiyle tamamlayıp, zarar ettiği zaman oyuna getirildiğini keşfeden Türk insanı, aynı hatayı tekrar edebilme potansiyeline sahiptir. Türkler kandırılmış olabilmelerini kabul etmekle beraber, gerçekle tanışmaya pek istekli değildirler. Dolayısıyla bu ülkenin perakende sektörünün bu müşteri kitlesine karşı kazandığı zafer ve tecrübeyi her zaman önemserim. Yabancı yatırımcılara bu sebeple Türk Ortak ve Türk Yöneticilerle çalışmalarını öneriyorum. Dünyanın her yerinde başarılı olurlar. 
 
Türkler sosyal medyayı sever. Dolayısıyla influencerlardan etkilenirler ve satın alma kararlarını örnek aldıkları kişilerin tercihlerine göre yaparlar. Instagram süresinde birinci sırada yer almaları sadece bu mecraya ilgilerinden değil, Avrupa'nın en düşük indirme hızındaki internete sahip olmalarından kaynaklanıyor. Maalesef hanımların ve beylerin üzerinde oynadıkları resimleri yüklemek için sarf ettikleri zaman ayda ortalama 20 saati geçiyor. Sonra gelen Arjantin, Endonezya ve Brezilya'dan en az 6 saat daha fazla bir süre demek bu...

BİR OECD ARAŞTIRMASI...

Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi Türkler 2019 yılındaki bir OECD araştırmasına göre "orta gelir seviyesinde olmadığı hâlde kendini orta gelirli hisseden" en büyük insan grubu. "Subjective middle class" olarak adlandırılan bu tanımlamada, Türkler uzak ara liderliği ellerinde tutuyorlar. Yani fırsat ve motivasyonu yakaladığında hemen "satın alma" moduna geçiyorlar. Bu durumu net anlatan bir anekdotu paylaşayım:
 
Bir ABD'li dostum geçenlerde bana "Şükran Günü yediğimiz hindinin fiyatı 20 yılda %100 yükseldi" diye şikâyet etti. Ben de güldüm ve "biz onu 20 günde başarıyoruz" diye cevap verdim. Kulaklarına inanamadı. Kendisine 2010'dan 2023 yılına kadar Dünya Gıda Fiyatları endeksinin 107'den 122'ye yükseldiğini ama Türkiye'de aynı dönemde 189'dan 2407'ye ulaştığını anlatınca hayreti büyüdü. Türkler bir şekilde hayatta kalma çaresini bulan insanlar ancak, bu kabiliyetlerine güvenen siyasetçiler hep yanılmıştır. Örneğin 1994 ve 2001 Krizleri iktidarları değiştirmiştir. Eğer ekonomik zorluklara rağmen mevcut hükûmet yola devam ediyorsa, vatandaşlar muhalefetin sorunları çözeceğine inanmıyordur. Meseleyi bu şekilde okumak gerekiyor...
 
Türkler genel olarak çalışkan ve üretici insanlardır. Ancak rekabetten pek hoşlanmazlar. Sektörlerde hâkim durumda olanlar siyasete baskı yapıp gümrük duvarlarıyla korunmayı severler. Ayrıca yaptıkları faaliyetlerden teşvikler alırlar. Ancak yıllarca süren bu alışkanlık sebebiyle katma değeri artıramamak ve marka oluşturamamak gibi bir açmaza düşmüş durumdalar. Rekabet olmadan ilerleme olmaz ama şahsi menfaatlerini ülkenin ilerlemesi ve vatandaşın refahı ile aynı seviyede tuttukları için hatanın nerede olduğunu bir türlü anlayamazlar. Kimsenin kötülüğünü istemeyen bir millettir Türkler ama menfaatlerine ulaşırken ortaya çıkan yan etkileri görmezden gelirler...
 
Eğitim, Sanat ve Spor sokakta kime sorsanız "tabii ki önemli" cevabı aldığımız faaliyetlerdir. Ancak, ciddiye alındığı kadar ciddiyetle yaklaşılmaz. Tam teçhizatlı ve uygun altyapıyla elde edilmiş başarılardan çok, zorluk ve eksiklikler içinde kazanılmış başarılar daha fazla sevilir. Bu sebeple uluslararası başarı bir elin parmaklarını geçmez. 
 
Muazzam yardımsever, misafirperver, insan canlısı, futbol hastası, asabi ruh hâliyle bağdaşmayan yüksek toleransı olan Türkler, dünyanın pek az yerinde bulunan doğal güzelliklerin çoğu zaman farkında olmadan yaşamaktadır. Turistlerin bazen Türkiye'deki en güzel yerleri Türklerden fazla bildiği kanıtlanmıştır. Gastronomiden denizine, dağlarından şehirlerine kadar Avrupalıların yaşlandıklarında yaşamayı tercih ettiği ülkedir Türkiye. Çünkü emekli olan Türkler buralarda yaşayamazlar. Paraları yetmez. 
Abartılmadığı sürece, ki bunun seviyesi net değildir, herkes her şeyi yapmakta özgürdür Türkiye'de. Batı ülkelerinde baskı gören yaklaşımlar Türkiye'de kucaklanır. Yani ne uzaktan görüldüğü gibi ne de içinde yaşandığı gibidir Türkiye. Gelmeden, gezmeden, görmeden anlamak mümkün değildir. Bunları yapanın bile tam olarak anlaması garanti değildir. 
Bu satırları okuyan yatırımcılar, genç girişimciler ve yabancı dostlara tavsiyem şudur: Türkiye'de akla hitap etmeye çalışırsanız kuşkulanan çok olur ama kalbe hitap ederseniz genellikle kazanırsınız. Yeter ki samimi olun. Türkler samimiyeti insanın gözünden okumayı bilen millettir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.