Orta Asya Türklerinin dalâlet asırları

A -
A +

Bir milletin târîhi ne kadar eski ise geçmişinin araştırılması da o kadar zordur. Dil bakımında benzer yapılara sâhip olan Altay kolu dillerinden hareketle bâzı târihçiler, Türk-Moğol etnik ve dil birliğini savunmuşlardır. Bu konunun aydınlanması tabîî ki kolay değildir. Bugünkü konuşma dillerine ve alfabelerine bakarak bir sonuca varmak daha da güçtür.

 

Orta Asya Türkistan Türkçesi ile Batı Oğuz Türkçesi arasında bir hayli fonetik (ses) ayrılıkları vardır. Bu bakımdan Türk diline mensup oldukları hâlde, dillerinde hem fonetik hem de morfolojik (yapı) değişikliği bulunan lehçeler ancak ilmî bir yaklaşımla Türk dili büyük dâiresine sokulmuşlardır. Bugün Batı bilim dünyâsı, Turcic Languages (Türk dilleri) ibâresi kullansa bile, bize göre bu ibâre yanlış olup Turkish Language (Türk Dili) terimi doğrusudur. Çünkü şîve ve lehçeler Türk dilinin içindeki bölümlerden ibârettir.

 

Türk dilinin muhtelif asırlarına bakarak etnik kökenine inmek hem zordur hem de ayrı bir uzmanlık ister.

 

Elimizdeki Eski Türkçe’ye âit metinlerde Göktürk Kitabelerine dâir çok inceleme yapılmıştır. Bu âbidelerin “Türk” adı geçen en eski metinler olması bakımından değeri büyüktür.

“TANG TENGRİ” ŞİİRİ

Turfan kazıları sırasında bulunan “Tang Tengri” şiiri en eski Türk yazısı olarak binmektedir. 7-10 yy.lar arasına âit olduğu zannedilen bu şiir başlıksız olup bunun yerine kırmızı mürekkeple Sogdça “Vam vagi-nung baş” yazılmıştır ve “Tang Tengri ilâhîsi” diye çevrilmiştir. Metin (şiir) şöyledir:

 

Tang Tengri kelti (Tan Tanrı geldi)

 

"Tang Tengri özi kelti (Tan Tanrı kendisi geldi)

 

Tang Tengri kelti (Tan Tanrı geldi)

 

Tang Tengri özi kelti (Tan Tanrı kendisi geldi)

 

Turunglar begler kadaşlar (Kalkın beyler kardeşler)

 

Tang Tengrig ögelim (Tan Tanrı’yı övelim)

 

Şiir böyle tekrarlarla 20 satırı bulur. Şiirdeki “turunglar” (ayağa kalkın, ibâdete kalkın anlamında kullanılmış olmalıdır.) Bu ibâre de muhtemelen şaman, kam, baksı, ozan vs. din adamı tarafından söylenmiş olmalıdır.

 

Ayrıca yine şiirde geçen “Körügme Tang Tengri ve körügme Ay Tengri” ifâdeleri de Gören Tan Tanrı ve Ay Tanrısı ifâdesindeki Tang Tengri, Kök Tengri yerine kullanılmış olmalıdır. Eski Türklerde çok bilinen Tengri Dîni tek tanrılı bir din olarak bilinse de burada bir de Ay Tengri vardır.

 

Ayrıca Tang Tengri’den hareketle eski Türklerin “Tang”dan dolayı tan vakti yâni güneş doğarken ibâdet ettiklerini de akla getiriyor.

DOĞU TÜRKÇESİ UYGURCA

Elimizde inceleme bakımından bol metin bulunan bir devir olarak Uygurca zikredilmelidir. Merkezden ve batıdan uzaklaştıkça dil biraz daha farklı hâle girer. Doğu Türkçesinin bilinen en eski kollarından biri Uygurcadır. Bu grubun içine Batı Çin’deki Sarı Uygurca da girer. Sonra bu gruba Karahanlı ve Harezm Türkçesi de dâhil olmuştur.

 

Amacımız dil derinliğine bağlı çok ilmî bir makâle yazmak değildir. Arzûmuz dil-din bağlantısındaki sıkı ilişkiyi anlatmaktır. Tabîî, şunu da hatırlatmakta fayda vardır: Bu konular ilmî olduğu için sâhamıza giren bu alanda titiz davranmak gerektiği inancındayım.

BÖGÜ HAN, MANİHEİZM VE MANİHEİST TÜRKLER

769-780 yılları arasında hükümdarlık yapan Uygur Hakanı Bögü Han 763’te Mani dînini kabûl etmiş ve bu dönemde Türkler Maniheist olmuşlardır. Örnek metin:

 

8. Tengrim siz törüsüz-ün kentü ö-dsüzke (özüngsüz)

 

9. yaz-z-ınsar siz ötrü kamg il-ingiz bulgan- (gay)

 

10. bu kamg Türk Bodun Tengri-ke yazuk

 

11. kıltaçı bol- (gay) lar

 

Metin bugünkü Türkçeye şöyle aktarılmıştır: Tanrım (haşmetmeâb) siz kendiniz lâ-yezâle karşı // Yanılsanız bütün memleketiniz karışır. Bu Bütün Türk Milleti Tanrı’ya karşı günah işlemiş yanılmış olacaktır. (Mecdud Mansuroğlu, W. Bang ve A. Von Gabain “Turkische Turfan Texte VI-II. S.6 Ön sahife Akademie Verlag Berlin 1954 Tıbkı Basım)

 

Burada dikkat çeken husus Kök Türk Kitâbeleri’nden ve Kök Türklerden sonra ilk defa kavim adı olarak Türk adının kullanılmasıdır.

 

İkinci önemli husus Uygurların Bögü Han zamânında din olarak 763’te Maniheizm’i kabulüdür.

 

Bir diğer mühim nokta da hakanın aynı zamanda dînin temsilcisi gibi görünüp onların günâh işlemeleriyle bütün Türk milletinin günâh işleyeceğidir.

 

Bu İslâmiyet’in günâhın şahsî olup diğer kişileri bağlamaması hakîkatine aykırıdır. Nitekim Zümer sûre-i celîlesi 39’da: “Hiçbir günâhkâr diğerinin günâhını çekmez.”

 

Hristiyanlarda Papa zâten günah işlemez, mâsumdur(!)

 

İslâmiyette halîfe veyâ sultan günahtan berî değildir, ama onların günâhları yalnız kendilerine âittir.

 

Dördüncü bir diğer mes’ele de Tengri’nin “törüsüz ödsüz” (zamanla bağlı olmayan, ölümsüz lâ-yezâl) oluşudur.

 

Orta Asya’daki Türk atalarımız Heterodoks din sarmalı lâbirentinde hidâyete ulaşıncaya kadar bunalımlı inançlar içinde, İslâmiyet’in kılıcını kutsal bir doğum gibi beklemişlerdir. Belli aralıklarla kabûl ettikleri kendilerinin de içine sinmeyen beşerî veyâ Hristiyânlık ve Mûsevîlik gibi muharref (aslı bozulmuş) dinlerde kısa duraklamalar yapıp dîn-i mübîn-i İslâm’la müşerref olmanın doğum sancılarını çekmişler ve Satuk Buğra Han’ın sâdık rüyâsıyla kıyâmete kadar sürecek bu muhteşem yürüyüşün ritmine ayak uydurmuşlardır.

BUDİST TÜRKLER VE BUDİZM

Yine Uygur Türkleri’nin kabûl ettiği bir diğer din de Budizm’dir. Bu konuda en açık örnekleri Budist Türklerin duâ kitâbı olan 8 Yükmek’te (Sekiz Tomar) buluruz. Bu metinde dikkat çeken hususlar, birçok ifâdenin İslâmiyette de çok net yer aldığının görünmesi ve Allâhü te’âlâya âit birçok sıfat ve ef’âlin Buda’ya atfedilmesidir: “06-Tükel bilge biliglig, Tengri tengrisi.” (Her şeyi eksiksiz bilen ve Tanrıların tanrısı.)

 

Âl-i İmrân 29 ise şöyledir: “De ki içinizdekini gizleseniz de açığa vursanız da onu Allâh bilir. O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir. Allâh’ın her şeye gücü yeter.”

 

Ayrıca Bakara Sûresi 163’te şu şekilde buyrulur: “Allâh’ınız tek bir Allâh’tır Ondan başka ilâh yoktur.”

 

Metinde Burkan (Türkler Buda’ya Burkan derlerdi) her şeyi bilen ve tanrıların tanrısı olarak vasfedilmiştir. Bu metinde bir diğer dikkat çeken detay da reenkarnasyon (tenâsüh) Yâni dünyâda ölümle ruhların yaşayan bir bedende hayatlarına devâm etmesi inancıdır.

 

Bu metinde şöyle geçer:

 

014: “Bir ikintike” (İkinci hayata) Burada ikinci hayat ba’sü ba’de’l- mevt olayı değildir. Yâni bu inançta âhiret yoktur “Nirvana” ne olduğu bilinmeyen sonsuz mutluluktur. İnsanlar kötülük yaptıkları vakit cezâ sistemi yine tenâsühle ilgilidir. Metinde ayrıca nefisle ilgili açıklamalar ve îman mes’eleri de yer alır. Dünyâda iyi amel işleyenler ölümlerinden sonra hayatlarına hatırı sayılır, zengin, râhat bir bedende devâm eder ve bu olay zincirleme bedenlerde sürer gider. Kötü insanlar ölümlerinden sonra ya bir zindan ehlinin ya bir fakir ve sefil kişinin bedeninde veyâ en hakîr bir hayvanın (fâre, yılan, böcek) bedeninde yaşamaya devâm ederler.

 

Buda dîni 3 ayrı madde altında özetlenebilir:

  1. (Skr) Sanskritçe, Sutra, mezhep âyetleri,

  2. (Skr) Vinaya yâni ahkâma âit maddeler

  3. (Skr) Abhidharma, akâide âit eserler.

Cezâların en ağırı, irinç emgek (fecî azap).

 

Îmân, Skr, Sraddha, Uygurcası, kirtgünç, yaruk, yaşuk kirtgünç yâni şeksiz, şüphesiz, nedensiz niçinsiz îmân.

 

Altı mükemmelik: Skr Pâramitâ, Busi pâramitâ, sadaka vermek,

 

Katıglanmak Uyg, Sabır. Skr, s’ila pâramitâ,

 

İstiğrâk (vecd) Skr, samadhî tefekkür, hikmetmârifet gibi daha birçok İslâmî istılâhlara benzeşen kelimeler vardır.

 

Bunun bir tek ve net açıklaması bulunur: Allâhü te’âlâ her kavme hattâ her topluluğa bile mutlakâ peygamber göndermiştir. Her peygambere de kitap, suhuf, vahye dayalı sözlü ifâdelerle tebliğ, emir ve yasaklar aktarılmıştır. Ayrıca her peygamber ledünnî ilimlerle donatılmış, tabîî ve kozmik âleme âit bütün ilimlerle techîz edilmiştir. İslâmiyete âit tek ilâh, alîm, kadîr, hâlık, hallâk vs. gibi özel sıfatların eski beşerî dinlerde geçmesi veyâ “Dogmatik Felsefe” ekolünün şaşırtıcı kozmografya ve matematik bilgileri insan aklının ötesinde ancak peygamberlere bağışlanmış ilimlerle bilinmesi mümkün olan mes’elelerdir. Akıl, muâkale veyâ tecrübelerle delillere dayalı olarak bâzı bilimsel gerçeklere ulaşabilir. Bu normaldir. Ama şurasını unutmayalım; kelâm-ı ilâhî olan vahiy, aklın dâimâ üstündedir; bırakın üstünde olmayı, akıl onun yanında âcizdir.

HRİSTİYAN TÜRKLER VE CODEX CUMANİCUS

Dilimizde bir diğer din kitâbı Hristiyan Türklere âit Codex Cumanicus’tur. 830 yılında Evangelist (İncil yazan) Markus’un iskeleti üzerine inşâ edilmiş Venedik Katedrali Kütüphânesi’nde olan bu manzum eser dilinin sâdeliği bakımından da mühimdir. 1303-1362 yılları arasında ticâret yapan râhipler tarafından yazıya geçirilmiştir. İşte o metin ve bugünkü Türkçeye aktarılan parçalar:

 

Sagınsa men bahâsız kanını /// Kim Hristoz töktü söüp kulunı /// Tıyalman yaşımnı /// Kim unutgay munça yigilikni /// Kim içip tatlı çokrak suunı /// Toydurdı canını

 

Yezus tatlı eç yamansız egeç /// Ne kıynarsen eç yazıksız egeç /// eltir sen haçımnı.”

 

Bugünkü Türkçesi: Hristoz (Hazret-i Îsâ) kulunu sevdiği için kanını döktüğünü düşününce gözyaşlarımı tutamam. Tatlı kaynak suyunu içip rûhunu doyuran kim bunca iyiliği unutabilir?

 

Yezus sen hatâsız ve hiç günahsız olduğun hâlde nâzik vücûduna niçin acı çektirirsin. Ben dilenci sen gökler sâhibi, ben günahkâr sen günahsız iken benim haçımı sırtında taşıyorsun.

 

Burada dikkat çeken bir husus Hristiyanlığın din kabul edilen üç ana mezhebe ayrılmış olmasına rağmen, inanç sistemlerinde o günlerden bugüne değişmeyen rükünlere sâhip olmalarıdır. Katolik, Protestan ve Ortodoks sistemlerdeki uygulamalarda esaslı farklılıklar olsa bile, bâtıl akîdelerde ortaktırlar.

 

Eserde Hazret-i Îsâ gökler sâhibi “Tanrı” olarak gösterilmektedir. Ayrıca “Yezus (Hazret-i Îsâ ) “kulunu sevdiği için” ifâdelerinden de anlıyoruz ki ona ulûhiyyet atfedilmektedir. Bunu okuyanlar Osmanlı pâdişahlarının tebaasına “kullarım” demesine takılmaları bu işi bilmeyenler tarafından ortaya atılmıştır. Pâdişah sâde Yeniçerilere bu ifâdeyi kullanmıştır. Meselâ “kul çavuşu” Yeniçerilerde küçük zâbitler için kullanılan bir tâbirdir. (Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü s. 314-315, c.2, MEB Yay. İst. 1993)

 

Yine sonrasında “haça bindin ki” yâni çarmıha gerildin ifâdeleri vardır. Bu inanç yâni “haç” << Cross>>, istavroz, put, büt vb. Hristiyanlığın temel akîdesidir. Kiliselerin sembolü, boyunlarda taşınan gerdanlık, tapınmalarda çıkarılan “haç” ibâdetlerinin ve duâların başlangıcıdır.

 

Bu ifâdeler Kur’ân-ı kerîmde nasıl geçiyor bir bakalım: Nisâ Sûre-i celîlesi 157. âyet-i kerîme’de “Ve yine Allâh’ın Resûlü, Meryem oğlu Îsâ Mesîh’i “Kesinlikle biz öldürdük” demelerine karşılık aslında onu öldürmediler, onu asmadılar da. Fakat kendilerine öyle göründü. Onlar bu konuda herhangi bir bilgi sâhibi olmadıklarından ayrılığa düştükleri bu konuda kesin olarak şüphe içindedirler. Onlar sâdece zanna uyuyorlar. Kesin olan şu ki onu öldürmediler.”

 

Devâmında “Ben dilenci sen gökler hâkimi iken” burada gökler hâkimi Hazret-i Îsâ olarak gösterilmiştir. Hâlbuki Mâide Sûresi 120. âyette şöyle geçer:

 

“Göklerin ve yerin ve içinde olan ne varsa hepsi Allâh’ındır. Onun her şeye gücü yeter.”

 

Hristiyanlar bu metinde geçen göklerin hâkimi ifâdesini bugün de farklı bir şekilde ölümünden sonra göklere yükseltildiğini söylüyorlar. Hâlbuki yine kitâbımızda Nisâ Sûresi 158. âyet’te “Bil’akis Allâh onu (Hazret-i Îsâ’yı) kendi nezdine kaldırmıştır. (Diri olarak)” buyrulmaktadır.

 

(Eski metinlerde Faydalanılan Kaynak: Dr. Saadet Ş. Çağatay, Türk Lehçeleri Örnekleri, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayımları TDE Enstitüsü No: 9, Ankara 1977)

MÛSEVÎ TÜRKLER

Karay Türkleri (Karaimler) Türk dünyâsının en batısında yer alırlar. Bu sisteme dâhil iki grup bulunmaktadır. İlkini Anan Ben David’in 8. yy.da sistematik hâle getirdiği, bu sebeple de ilk dönemlerde Ananiye, sonraları da Karay olarak isimlendirilen İsrâiloğulları kökenli Karaylar oluşturur. Karayca veyâ Karaimce Kıpçak grubuna âittir. Hazar İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Türk olan Karaylar, Kırım, İstanbul, Litvanya ve Polonya’da görülmüşlerdir. İşte bu dilden bir duâ:

 

“Ribbi (rab) Şalom’un ölüm ağıdı:

 

Tundu yarıklar aziz kabalnın (Söndü ışıkları aziz cemâ’atin)

 

Ki alındı Ribbikulu Tenri’nin (Ki alındı rabbi Tanrı’nın kulu)

 

Bu rav eldi şabbatında Şemotın (Bu rab öldü Şemotun Şabatında)

 

Yilda 573 sanı kici Peratnın (573 yılında küçük Fırat’ın)

 

Yuharhı Biy istıruvcu canlarnı (Yukarki Bey ruhları toplayan)

 

Kabul etgey canın sıylı Ribbinin (Hem kabûl etsin hürmetli beyin ruhunu)”

 

Görüldüğü gibi metinde Rib (rab) bey olarak, yâni isim olarak geçmektedir. Bir önemli nokta da metinde uzun bir bölümde de Hazret-i Mûsâ’nın adının hiç geçmemesidir. (Dr. Öğretim Üyesi Murat Koçak, Karayca Ağıtlarda Teolojik Unsurlar. Pamukkale Üniv. Millî Folklor 139, Güz 2023, S.94-105)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.