ŞAMANİZM VE RİTÜELLER ESKİ TÜRKLERDE VAR MIYDI?

Sesli Dinle
A -
A +
Kitâbî dinlerin hükmünü icrâ ettiği zaman ve yerlerde ritüeller, yerini
Şer’î hükümlere, yâni ahkâma bırakır.
 
Ritüel, herhangi bir niyetin gerçekleşmesi amacıyla devamlı biçimde yapılan davranışlardır. Dînî veyâ tapınma ya da büyü gibi biçim ve uygulamalara da bu ad verilir.
 
Günlük yaşayışta bâzı eylemlerin veyâ istenilen şeylerin kabûlü için türlü hareketlerin aynen tekrarlanması da ritüel kapsamına girer.
Bu arada bâzı belli gruplar bir araya gelerek aynı hareketleri tekrarlamak sûretiyle de bu kural uygulanabilir. Bugün genelde gençler buna “totem” diyorlar.
 
Eski çok tanrılı veyâ fetişist dinlerde ritüellerin yeri bir hayli mühimdi. Zâten semâvî olmayan dinlerde bu tip şeylerin olması son derece normaldi.
 
Eski Türklerde, yerleşik olmayan bozkır kültüründe mâbed ve belirli dînî kânunlar olmadığı için teşkîlâtlı bir din kavramından bahsetmek de mümkün değildir.
 
Eski Türklerde “totemciliğin” var olduğuna dâir bâzı deliller ileri sürülmüş, bâzı hayvanlara karşı aşırı saygı (ta’zîm) ve sevgi duygularından bahsedilmiştir.
 
“Zâten tabîat ve hayvan-tanrı inanışlarında bu varlıkların kötülük ve gazabından korkunun da yeri oldukça önemlidir.
 
‘Kurt’un ata tanınması, 19.yy’ın ikinci yarısında Orta Asya Türkleri arasında tesbît edilen totemcilik ve “şuringa”ya (totemin taştan veyâ tahtadan yapılan sembolleri) andıran put-fetişler gösterilmiştir.
 
Reşîdü’d-dîn’in “Câmiü’t-tevârîh” adlı eserinde (14.yy ikinci çeyrek) 24 Oğuz Boyu’nu sıralarken her dört boy için bir kuşu “ongon” (ongun) olarak belirtmektedir.
 
Meselâ Ziyâ Gökalp’ın “Türk Medeniyet Târîhi” s.33-36; “Gyula Nemeth” “Asya Hunlarında Totemcilik İzleri”,  HMK s. 68-71, W. Eberhard “Çin’in Şimal Komşuları” s77, 118 gibi kitaplarda, Göktürklerde keçeden kesilmiş “tanrı” tasvirleri bulunmuştur. Bu eserlerde Türklerde totemcilik ve çeşitli putlara tapma ilkelerini derceden çeşitli yazılar bulunmaktadır.” Prof. Dr. İbrâhim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Ötüken Yayınevi, s. 299, 2005 İstanbul.

Totemcilik

Eski Türklerde totemcilikle ilgili kesin delîl olmadığını gösteren birtakım farklılıklardan da bahsetmek lâzım. Totemcilik, ritüeller veyâ inanışlar, yanında  bâzı davranış düzenlemeleri olan hukûkî müeyyidelerden de söz etmek gerekir: Meselâ “Totemcilik”te “ana hukûku” cârî iken Türk âilesi kesinlikle “baba hukûku”na bağlıdır.  Totemcilik îtbâriyle ilkel topluluk olan klânlarda geçerli olan mülkiyet klân ortaklığı iken, Türklerde özel mülkiyet önemli bir rol oynar. Totemcilikte aynı toteme inananlar birbirleriyle akrabâ sayılırken Türklerde kesinlikle kan akrabâlığı vardır.
 
Totemcilikte her klânın ayrı bir totemi vardır. Türklerde ise bir kavmin topluca kutlu saydığı bir ata-totemi vardır.
 
Totemin bir hayvan olması gerekmez. Her varlık, bir taş parçası, bir akar su, bir dağ da totem olabilir.
 
Klânlarda toteme tapıldığı hâlde Türkler Toteme tapmazlar. Bu cümleden olarak “kurt”a hiç tanrı muâmelesi yapılmamıştır
 
Totemcilikte ruhların ebedîliğine inanılmadığı hâlde, ata ruhlarına saygı duyulur.
 
Türkler her zaman rûhun ebedî olduğuna inanmışlardır. Bu ve birtakım uygulamalar Türklerde totem inancının olmadığı kanâatini kuvvetlendirmektedir.
 
Totemci klânlarda asalak ekonomi (avcılık ve devşirmecilik) esasken, Türklerde hayvan yetiştirme ve tarım önemli idi.
 
Göktürk Kitâbeleri’ne baktığımızda avcılıkla geçinen ve tarımla uğraşmayan bir topluluk görürüz: “Geyik yiyerek tavşan yiyerek otururduk. Milletin boğazı tok idi.” Prof. Dr. Muharrem Ergin, Orhun Âbideleri, Tonyukuk 1. Taş, Güney Cephesi, s. 92.1 Boğaziçi Yay. 1986 İstanbul
Türklerin tarımla uğraşmaya başlamaları 10. yy’dan sonra yaygınlaşmakla berâber, Anadolu’ya gelen Türk boyları tarım yerine küçükbaş hayvan yetiştiriyorlardı.

Ongun ve bâzı hayvanlar

Türklerde ongun da Moğollardan gelmektedirHer ne kadar bu kelimenin Moğollardan geldiği söylenirse de Eski Türkçe’de “onmak” (veyâ ong-) fiilinden gelmektedir. Sözlük anlamı ise “uğurlu”dur.
 
Onñ-, aynı zamanda tâmir etmek, iyileşmek anlamlarına da gelir.
Moğollar asalak ekonomiye bağlıdır. Bunlarda “ana hukûku” hâkimdir. Totem tapıcılığı vardır. Bu önemli detaylar, Türklerin Moğollardan ayrı bir ırk olduğunu gösterir.
 
Türklerde “bozkurt”, “alageyik” gibi hayvanların totem olmamasına rağmen inançta yer tuttuğu görülür. Bunun yanında “kartal” inancı da Türklerde mühimdir. Kültigin büstünde serpuşun ön taraflarında kanatları açık bir kartal kabartması yapılmıştır.
 
Bugünkü Asya Türk topluluklarında ve diğer bâzı kavimlerde de kartalın varlığına rastlamak mümkündür.
 
İlk ve Orta Çağ’dan îtibâren çok yaygın görünen (eski doğu kavimlerinde, İslâv Devletleri’nde, Bizans’ta ve bâzı batı devletlerinde) doğu menşeli olduğu kabûl edilen hâkimiyet timsâli (devlet arması) kartal tasvîrinin Türk menşeden geldiği ileri sürülmüştür. Fuat Köprülü, Ülkü sayı, 41 ve Grifon konusunda son araştırmalar için bak. A. Kollautz, Geshichte und Kultur- 2, s, 227- 236
 
Kartal ile ilgili görüşler eski kaynaklarda Hunlarla akrabâ olan kavimlerden Macarların Kartal (Tuğrul?) << Kartal türünden bir avcı kuşu >> kökenli sayıldığı ve Attilâ’nın bayrağında kartal (Tuğrul) tasvîrinin yer aldığı rivâyetleri için bk. B. Szasz aynı eser, s. 410-516; agk, İ. Kafesoğlu Türk Millî Kültürü, s. 299
 
Nitekim Anadolu Selçukluları bayrağında çift başlı kartal vardır.
Ayrıca Arnavutluk, Karadağ ve Sırbistan ile Almanya, Zambiya, Mısır, Kazakistan ve Meksika gibi birçok ülkenin bayrağında Kartal motifi bulunmaktadır.
 
Türk akıncılarının bir kolu olan “Deliler” akınlarda yan taraflarına kartal kanatları takarlardı.

Şamanlık meselesi

Şamanlık hakkında en geniş bilgiyi veren Mircea Eliade’dir. Ona göre şamanlık, dünyânın her yerinde ve ilkel kavimlerde mevcuttur. Bu meyanda o, Şamanizmin, Orta ve Kuzey Asya Türklerine, Asya’nın güney bölgelerinden gelmiş olduğunu savunur.
 
Aslı “extase” yâni tatmin, vecd, istiğrâk veyâ en yaygın ifâde ile kendinden geçmeye dayandırılırken, epilepsi (sar’a) hastalarının Şaman adayı olduğu görülür. Aslında sistemli bir inancın oturmadığı toplumlarda en müsâit kavram Şamanlık olarak bilinir. Yakutlar ve Altay topluluklarında hâlâ bu inanç sistemi birçok bölgelerde varlığını korumaktadır.
 
Şamanist gelenekli inanç sistemi aslında Türklerle pek bağdaşmaz. Bu sistemde yer alan bâzı isimlerin hepsi yabancı kaynaklardan gelmektedir. Bunlardan Kuday, Kurbustan, Körmös, Maytere, Mangdaşire, Burkan, Matmas örnek verilebilir.
 
Kazak Türklerinin bâzı bölgelerinde belki, Hudâ kelimesinin bozulmuş şekli olarak düşünülen Kutay (Kuday) kullanılmaktadır.
 
Quday, Allah, Tanrı. Quday qargadı:Allah kahretti, Quday qonag: Tanrı misâfiri vb. Kazak Türkçesi Sözlüğü, Tercüme Hasan Oraltay, Doç. Dr. Nuri Yüce, Saadet Pınar, s. 178, Türk Dünyası Vakfı, İstanbul, 1984
Kezâ Budist Türkler de Buddha’ya (Buda) Burkan, Butkan, But demişlerdir. (Budist Türklerin Sekiz Yükmek metni)
 
Budist Türklerde reenkarnasyon (tenâsüh, çift bedende veyâ değişik hayvan bedenlerinde rûhun hayatını sürdürülmesi inancı) vardır. Bu da metinlerde “bir ikintike” (yâni ikinci bir hayâta) şeklinde geçer, ama bu aslâ âhiret inancı veyâ ba’s olarak yorumlanmamıştır.
 
Eski Türklerde rûh “tin” olarak bilinir. Bu kelime aynı zamanda nefes anlamında da kullanılır. Bu yüzden Eski Türklerde “uçmak” ölmek olarak kullanılmıştır. Bu ibâre sevilen ve saygı duyulan insanlar içindir.
“Uçmak” cennet, uşmah, Divânü Lugâti’t-Türk, Sogd uştmah?
Wştmah.
 
Türkiye Türkçesinde uçmak dînî inanışa göre öldükten sonra rûhun göğe yükselmesi demektir.
 
Eski Türklerdeki “Kök Tengri” inancının Sogdca’dan alıntı olduğu görüşü de tartışılmıştır. Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözlüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, O-Z, Türk Dil Yayınları c.2 s.956, Ankara 2007
 
Köktürk Kitâbelerinde iyi ve saygınlar için “uç-“ ve “kergek bol-” kullanılırken kötüler ve düşmanlar için ölmek tâbiri kullanılır.
 
Meselâ “İnim Kültigin kergek boldı” (Küçük kardeşim Kültigin vefât etti.) Orhun Âbideleri, Age, KK, 10
 
Veyâ yine aynı eserde “Kültigin koyn yılı yiti yigirmike uçtı” (Kültigin Koyun yılı 17. sinde öldü, vefât etti.
 
Veyâ düşman için “Kırgız kaganın ölürtimiz, ilin altımız.” (Kırgız Kağanını öldürdük, ülkesini aldık) şeklinde geçer. Orhun Âbideleri, age, KD, 36
Uçmak ve ölmek ifâdeleri bir yerde Göktürklerde Şamanist inancın olmadığının göstergesidir.
 
“Uç-” rûhun gökte uçuşunu anlatmaz. Şamanist anlayışını yansıtan “A Celestal Flight Of The Soul” (ruhun gökte uçuşu) ibâresi doğru değildir. Şonkar (şunkar, sunkar, sungur) boldı ifâdesi de güney te’sîridir. bk. R. Giraud L’Emp.. Dersler s. 110
 
Şiî inanışında da rûh kuş şeklinde tasavvur edilmiştir. (onlara) göre Mehdî Muhammed b. Hasan, kuşun kutsal olduğunu, çocukları koruduğunu Allah ile insanlar arasında elçilik yaptığını söylemiştir. (?!!)
 
Doç.Dr. Yaşar Kutluay, İslâm ve Yahûdî Mezhepleri, s. 111, Anka Yay. 2001
 
Eski Hint dîninde de papağan aynı vazifeyi görür. İ. Kafesoğlu Age, s. 301
Bugün Hindistan’da yayılmış olan Berehmen (Birehmen) ve bunun Milâttan 542 sene evvel ölmüş olan Buddha Gautama tarafından değiştirilmesi ile hâsıl olan Budizm de Vesenî’dir; yâni putlara taparlar. Heykellere tapmak da bu dinde oldukça yaygındır. Buddha’nın dev-âsâ heykelleri ve tapınakları vardır. Bu dinlerde rûh, âhıret, nefis, cezâlar gibi konuların eski peygamberlerin kitaplarından alınmış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim eski metinlerden olan Sekiz Yükmek’te (Uygur Türkleri) üç önemli unsur Kitâbî hüviyet taşımaktadır: Giriş kısmı başlangıcı olan “Namo But, namo dram, namo sang” (Buda’ya, şerîatine ve cemâatine saygı, ta’zîm)
 
Ayrıca Farsça namaz kelimesinin de Sanskritçe’den geçtiği düşünülmektedir.
 
Allah insanları yarattığı zaman Birmihâ veyâ Behmâ isminde bir melek vâsıtasıyla Hindistan’da yaşayan insanlara Bîd veyâ Vidâ isminde bir kitap gönderdi. Bunlar kendi aralarında çeşitli mezheplere ayrılsalar da Allah’ın bir olduğuna inandılar. Cennet ve cehenneme de inanırlardı. Bunlar da çokları gibi sonradan bozuldular. Daha sonra da heykellere secde etmeye başladılar. Böylece Ehl-i kitâb, yâni kitaplı kâfir oldular. (alıntı Osman Ünlü)
Her ne inanışta olurlarsa olsunlar (İslâmiyet hâriç) Hazret-i Muhammed aleyhisselâma inanmayan yâni Müslüman olmayan kâfirdir. Nitekim Beyyine Sûre-i celîlesi 6. Âyet: “Şüphesiz kitap ehlinden ve müşriklerden olan kâfirler, içinde ebedî olarak kalacakları cehennemdedir. İşte onlar yaratılmışların en kötüsüdürler.”
İki grubun azap cinsinden ortak olmalarını gerektirmez. Belki de kâfirlikleri farklı olduğu için değişik olacaktır. Beydâvî Tefsîri, Terc. Doç. Dr. Abdülvehhâb Öztürk, S. 542, c. 5 Kahraman Yayınları
Şurasını önemle belirtelim ki Türkler Müslümân olmadan evvel birçok din ve inanışların içinde bulundular. Budist, Brahmanist, Hristiyan ve Mûsevi veyâ daha değişik inançları da denediler. Evet denediler ifâdesini şuurlu olarak kullanıyorum. Hiç birisi onları tatmîn etmiyordu. Onların aradığı bâzı şeyler vardı: Dünyâ hayâtını tanzîm eden, klânlardaki kan bağı akrabâlığını reddetmeyen, ama inanç birlikteliğinde kardeşliği ön plâna çıkaran, cihâdı gerektiğinde emreden, adâleti ve mülkiyeti kutsal sayan bir dîni arıyorlardı.  Onu da ancak İslâmiyet’te bulup kalben huzûr buldular. Zîrâ böyle olması gerekiyordu. Çünkü Kitâb’ımızın Ra’ad Sûresi 28. Âyet-i kerîmesinde buyurulduğu gibi:
 
“Onlar îmân edenler ve kalpleri Allâh’ın zikri ile tatmîn olanlardır. Kalpler ancak Allâh’ın zikri ile tatmîn olur.”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.