Sen seni bil!

Sesli Dinle
A -
A +
İnsan, akıl denen bir harikayla yaratılmıştır ama her insanın aklî derecesi bir değildir. Yaşanılan çağ ve mekânlar insan zekâsını geliştirir ama akıl başka bir şeydir.
 
İlk çağlardan îtibâren -insanları bugün bile hayrete düşüren- âbidevî yapılar (piramitler, ziguratlar, kurganlar) veyâ zamanla yer altında kalan büyük şehirler inşa edilmiştir.
 
Roma İmparatoru Tiberius tarafından Seyhan Baraj Gölü’nde Augusta antik kenti kurulmuştur. Liman ticâreti, misâfir yerleşimi, kütüphâne, tiyatro gibi çeşitli amaçlarla Efes antik kenti yapılmıştır. Batık şehir olarak tanınan Kekova toplam 314 odadan oluşan 224 yapıya sâhiptir. Phokaia, İzmir Foça’da MÖ. 11. yy.da yapılmıştır. Aptera, Girit’te MÖ. 13-14 asırlarda yapılmıştır. Ayrıca Kidonya, Eşkiloz ve saymakla bitmeyen henüz ortaya çıkarılmayan veyâ Patra gibi kalıntılar, insanlara ilkel demeyi engelleyen delillerdir.
 
"İlkel insan" değil, ilk insanlar vardır. İlk insan da bir büyük peygamber
olan Hazret-i Âdem’dir. Onu ilkel diye nitelemek tam bir cehâlet örneğidir. İnsan şartlara göre her çağda kendisi için en iyi yaşama şartlarını sağlamış, barınaklar ve korunma amaçlı kaleler yapmıştır. Zamanımıza kadar gelen bu muhkem kaleler, sâdece birer taş yığını değil, görünüşünde bir estetik yönü olan yapılardır. Yâni insan, sâdece ihtiyâca dayalı kaba saba şeyler yapan ve sâdece karnını doyuran bir otomasyon kurgusunda yaratılmamıştır.
 
Psikologlara göre zekâ, yeni şartlara uyum kaâbiliyetidir. İnsanlar şartlara uyum bakımından orta, alt veyâ üst derecede zekâlara sâhiptir. Mekân şartlarına göre bugün de mağara ve ormanda yaşayan insanları geri zekâlı diye nitelemek doğru değildir. Belki o insanlar yeni modern mekânlara yerleştirilirse zekâlarının gelişmesi mümkündür; hattâ öyledir.
 
Yapı teknikleri matematiğe ve mekân yerleşimine göre mimârî olarak geliştirilen insan zekâsı ürünleridir. Günün teknik yapılaşmasının temel maddesi beton-armenin olmadığı dönemlerde de insanlar çok sağlam ve gösterişli yapılar ortaya koymuşlardır. Sırları hâlâ çözülemeyen ve esrârengiz olma özelliğiyle araştırmaların ve korku filmlerinin konusu olmaya devam eden piramitler veyâ anatomik özellikleriyle bugün taklitleri yapılamayan Eski Yunan veyâ Roma heykelleri belki de kendilerinden daha evveli de olan bir yapılaşma veyâ sanat standardizasyonunu yakalamış insan topluluklarının varlığını kabûl etmemiz gerektiğini bize ihtâr ediyor.

TEKNOLOJİ, ZEKÂ VE YAPAY ZEKÂ

Mekânik imkânların olmadığı, kol ve beden gücüne dayalı mîmârînin yönlendirdiği vasat üstü zekâlar hep olmuştur. Bugün de zekâ seviyesi düşük insanlar vardır. Orantı olarak ele alındığında bu, acaba toplumun kaçta kaçına tekâbül eder? Kaldı ki bugünün pedagojik eğitimleri sâyesinde otistik veya alt zekâ seviyeli çocuklar bile eğitilebiliyor.
 
İnsan hayat şartlarını geliştirmek ve zamandan tasarruf için en üstün kapasiteli ekipmanları devreye sokuyor.
 
Yapay zekâ, insan zekâsını maksimum verime çıkarttı. Ona bağlı olarak da otomasyon ve işlem hacmi akıl boyutlarını aştı. İnsan zekâsının bu hârika buluşu kendi kâşifi olan zekâyı da bir gün ekarte eder mi acaba?
 
“Hindistan merkezli Duukan şirketinin üst yöneticisi (CEO) Summit Şah, müşteri hizmetleri çalışanlarının %90’ını, onların yerine yapay zekâ kullanacağı için işten çıkardığını açıkladı. Şah, Twitter üzerinden yaptığı paylaşımlarda, bu karârın ‘zor ama gerekli’ olduğunu savundu. Şah, yapay zekânın müşterilere insan çalışanlarından 60 kat daha hızlı cevap verdiğini müşterilere iki dakika içinde cevap veren yapay zekânın müşteri hizmetleri masraflarını da %85 azalttığını ifâde etti. OECD İstihdâm Görünümü 2023 Raporu’nda çalışanların 5’ te 3’ünün gelecek 10 yıl içinde işlerini tamamen yapay zekâya kaptırma konusunda endişeli olduğuna dikkat çekmişti.”
 
Her yıl yayımlanan işsizlik oranlarında gözle görünen bir artışın önünü almak mümkün mü? İşsizlik açlık boyutlarını da üst seviyelere çekecek ama “makineleşmek istiyorum” diyen bâtıl ve kokuşmuş zihniyetin, makinayı insana tercîh eden bu medeniyetin insan diye bir derdi var mı acaba?
Konfeksiyon yaygınlaşınca iş bulamayan terzilerin, fabrikasyon ayakkabılar çıkınca işsiz kalan tâmircilerin neler çektikleri mâlumdur.
 
Şimdi bâzı mankurtların, “Osmanlı matbaaya karşı çıktı” demelerindeki yersiz ve tutarsız iddiâlarını anlamak daha kolaydır. Elle kitap yazan binlerce insanın işsiz kalmasına sebep olan matbaaya din kitapları dışında izin verilmesine rağmen o kadar insan mağdur oldu ki… Ama diyoruz ya, merkezi insan olmayan çevrelerin insanı anlamasını beklemek yersizdir.
 
Peki, yeniliğe ve teknolojiye veyâ makineleşmeye karşı mı çıkacağız? O beyhûde bir çabadır. Buharın makineye tatbîki ile bu makinenin çarkları insanlığı çoktan esir almıştır. Çağa uymak kaçınılmazsa insanlığı ikinci plâna atmaya mecbûruz. Emeğin kutsallığı, sosyalist-Marksist teoriler… Onlar mı; bu durumda lâf ü güzâf.

DUMÛRA UĞRAYAN İNSAN

Fransız genetik bilimci Jean Baptiste Lamarch’ın modifikasyonlar yoluyla evrimi Darwin’den farklıdır. Ona göre kullanılan kaslar gelişir; kullanılmayan organlar veyâ sistemler dumûra uğrar. Bunda bizi düşündüren gelişen kas veyâ organ sisteminin genetik aktarımla ilgisi olup olmadığıdır. Tabîî ki olmaması lâzım. Çünkü bu değişim genlerle değil faaliyetlerle ilgilidir.
 
Meselâ köstebekler, yer altında yaşadığı için mi gözleri işlevsiz hâle geldi? Buna evet demek mümkün mü? Bu yalnız ve yalnız türlerin yaratılışında Rabb’imizin irâdesi ve tensibiyle ilgili bir olaydır.
 
Çalışan organın gelişmesi fonksiyonel bir vâkıadır. Zekânın da işlek hâlde tutulmasıyla demans (bunama) hâlinin hiç olmaması veyâ geciktirilmesi mümkündür.
 
Kısacası oluşumlarda vücut, zekâ vs. şeyleri işler hâlde tutarak geliştirmek mümkünken aksi kaziye ile (ileri sürülen iddiâ) âmâ ebeveynden doğan bir çocuğun görme özürlü olması uzak bir ihtimaldir.
 
İnsanlar ve bilhassa filozoflar, gelişen zekâlarını test etmek için düşüncelerin gücünü zorlamışlar ve ilâhî kurallara, âdetullâha, sünetullâha muhâlif görüşler sunarak bir nev’î  tatminsel egzistansiyalizm içinde olup insanın geleceğini kendilerinin oluşturacağını iddiâ etmişlerdir. Rabb’imizn her şeye kâdir olduğunu ve irâdesinin ve gücünün müdâhaleye imkân olmayan büyüklüğünü kavrayamamışlardır.
 
Bugün fosilleri bulunan dinozorlar niçin evrim geçirerek küçülmedi de yok oldu? Dinozorlar çok iri oldukları için dünyâ gıdâ dengesini değiştiren veyâ çok tüketen canlılar oldukları için mi yok oldular? Balinalar ve iri deniz canavarları asırlardır balık tüketiminde aynı seviyede ise neden hâlâ aynı boyuttalar?
 
Denizlerde ve karalarda giderek tükenen türlerin sebebi bu iri yaratıklar mı, yoksa tabîatin dengesini buzdolaplarında, soğutucularda, klimalarda, spreylerde, plastik üretiminde ve yalıtım köpüklerinde kullanılan kloro floro karbon (CFC) gazı atmosferi ne kadar bozdu hiç düşündük mü? Bu gaz ozon ile tepkimeye girerek ozon tabakasındaki ozon ile reaksiyonunda onun parçalanmasına sebep olur. Böylece ozon tabakasında ozon derişimi azalır. Özellikle artan sprey kullanımı insanın hayat sâhalarını giderek tehdît etmeye başladı. Her gün milyonlarca egzozdan atılan karbonmonoksit ve karbondioksit gazı atmosfer dengesini nasıl değiştiriyor, hiç düşündük mü?
 
Ne filler ağaçları tüketir ne zürafalar ağaçların üst filizlerini yiyerek onların gelişimini engeller, ne de vahşî yaratıklar avlanarak hayvan neslini tüketirler. Bunların hepsinin sebebi tabîî dengeyi kendi tatmin olmayan nefsî arzûlarını tabîk için çalışan insanların zulmünden dolayıdır.
 
Niçin beş yavru doğuran kediler ve on yavru doğuran köpekler dünyâyı istîlâ etmiyorlar? 
 
Bu düzeni mükemmel koyan Allâhü te’âlâ, kendi kendisini tüketen insana dünyânın dengesini değiştirince birçok şeyin de bozulacağını ihtâr etmesine rağmen insanoğlu hiç ders almıyor.
 
Yüce Peygamberimiz denize ve akarsulara tükürmeyin diye ihtâr ederken biz bütün çöpleri ve lağımları hep denize akıttık; akar suda abdest alırken bile suyu isrâf etmeyin diye bizi uyaran eşsiz Peygamber’imize kulak tıkayarak bu hâllere düştük sonra da suçu başka şeylerde veyâ hiç suçu olmayan hayvanlarda aradık.
 
Kitlesel imhâ silâhları ile birbirini toplu yok etme yoluna giden insanlık niye suçu başka yerlerde arar ki?

İNSAN NEYİN PEŞİNDE?

Allâhü te’âlâ insanı en mükemmel şekilde yarattığına göre bu mükemmelliğin ötesi yok mudur? Yâni insan yaratılış perspektifindeki en üst makâmda kalıp bir ilerleme veyâ gerileme göstermez mi? Bunu söylemek tabîî ki mümkün değildir. İnsan en üstün varlıktır. Kalbi, rûhu aklıyla ötelerin ötesine çıkabilir. Bırakın sâde insanları peygamberlerin bile bâzıları bâzılarından üstündür. Teblîğde hepsi aynı görevde olsalar da nübüvvet ve risâlette üstün olanlar vardır. 124.000’den ziyâde peygamber varken bunların 313’ü resûl, 6’sı da ulü’l-azm peygamberdirler. Hâteme’n-nebiyyîn olan son peygamber de hem bütün nebî ve resûllerin hem de bütün varlıkların en üstünüdür.
 
İnsan kalbi ve rûhuyla âlem-i emrin vüs’atinde seyrinin istikâmetinde fenâ ve bekâ makamlarına yükselirken nefsinin emrinde ise, sakîm veyâ maâş aklıyla esfel-i sâfilîne kadar iner. İki kutupta da insan. Biri illiyînde biri siccînde.

ÂKIL-DÂNÂLAR, FİLOZOFLAR

Allâh fâcir adamlarla da dîni te’yîd ve takviye eder; yüceltir. Meselâ Peygamber’imize hayattayken Müslüman olmayan amcası Ebû Tâlib sâhip çıktı.
 
Bu meyânda Rabb’imiz mü’min veyâ kâfir bâzı insanları kullarına hizmet etmek için yaratmıştır. Bütün olağanüstü keşifler meselâ elektrik, radyoaktif, robotik teknoloji, dijital uyarlamalar, 19. asrın sonuna kadar insanlığı kırıp geçiren verem mikrobunun streptomisinle tedâvi edilmesi, kuduz aşılarının bulunması, uzayın derinliklerinin bir kısmının keşfinin hepsi Rabb’imizin verdiği beşerî veyâ akl-ı maâşla Hristiyân bilim adamları tarafından bulunmuştur.
 
Çiçek aşısını bulan Akşemseddîn hazretleri hem akl-ı selîmi hem de sa’y ü
gayretiyle bütün insanlara fayda sağlamıştır.
 
Rabb’imiz kullarına hizmet etmeleri için bâzı kullarının IQ derecelerini yüksek yarattı. Rabb’imiz kullarına hizmet etmeleri için bunları mümtaz vasıflarla yarattı. Bu bilim adamları îmânlı iseler yaptıkları her fennî buluş ve insanlara faydalı olarak yaptıkları her işten yüksek sevaplar kazanırlar. Bunlar îmânlı iseler akılları meâd seviyesi veyâ üstündedir. Fen ve teknoloji için insanın mü’min veyâ kâfir olması gerekmez.
 
Mü’min olan bilim adamları rızâ-yı Bârî’yi kazanırken mü’min olmayan bilim adamları, ilmî tecessüslerinin mükâfatını alarak mânevî bir tatmin, şan, şöhret ve bol para kazanırlar. Dünyâdaki her insan onları takdîr eder ve onlara en büyük bilim nişânı olan Nobel’le birlikte şöhreti yakalar ve yüklü bir para ödülü de alırlar.
 
Şimdi bâzıları “Edison bu elektriği bulmasaydı hiçbir ilmî çalışma bu şekilde olmayacaktı. Şimdi bu adam cennete girmeyecek de çölde yaşayan ve kimseye faydası olmayan bir bedevî mi cennete girecek?” diyorlar. Yüce Peygamberimiz bir hadîs-i şerîflerinde “İnsanların en hayırlısı insanlara en  faydalı olandır” buyuruyor.
 
Elbette Hristiyân da olsa bütün bilim adamlarına takdîr duygularımızla yâd ediyoruz. Ama ne yapalım ki cennete girmenin tek yolu tevhîd akîdesine inanmaktır. Yüce Peygamberimizi kabûl etmeyen hiçbir kul bu büyük mükâfata nâil olamayacaktır.
 
İnsan zekâsı belli seviyenin üstüne çıkınca kendisinde bu gücü keşfeden insan gerçekten kategori olarak insanlar arasında temâyüz etmeye başlıyor. Düşünceleri ve tasarlama ve yapma güçleri artıyor. Hem akıl yürütmeleri hem pratik zekâları devreye giriyor.
 
René  Descartes’in “Ego cogito ergo sum sive exito” yâni düşünüyorum o hâlde varım cümlesi Batı Rasyonalizm’inin kurucu elementi olan felsefe sözünün Lâtince karşılığıdır.
 
Felsefe bilimin temelini bilgi teorisi üzerine kurmuş bunun temelinde de akıl yürütme üzerine binâ etmiştir. Bu insan ve kâinâtın yaratılışını düşünmek ve hikmete ulaşabilmek amaçlı bir düşüncedir.
 
İnsanı insan yapan bu kaliteli ve hikmetli düşünce şekli Kur’ân-ı kerîmde en çok tavsiye edilen şeydir. Meselâ Kitâb’ımızda akıl ve onun geniş zamanlı çekimi kırk dokuz defâ geçer. Tefekkür kelimesi de değişik çekimleriyle 700’den ziyâde ihtârî tavsiye şekliyle geçer.
 
İnsan düşünce derinliklerine Paralojizm (safsata) Rasyonalizm (gerçek akıl yürütme) veyâ Skolâstik Felsefe (kiliseye dayalı düşünce şekli) aklın ve bilimin hiç gündeme alınmayan düşünce şeklidir. Septik görüşte bilim şüpheciliği boyutları aşılarak her şeye ve her bilgi tezâhürüne karşı şüphe ile yaklaşmaya dayalıdır.
 
Bu düşünce tarzları İslâm’a nüfûz edince i’tikâdi zelzeleler başladı. Bunun yanında Bîrûnî, İbnü Nefîs, İbni Heysem, İdrisî, Harezmî Tevhîd akîdesinde müstekîym olup Plâtonculuğa veyâ Aristo Mantığı’na dalmamışlardır.
 
İnsan insanla rekâbet etmeli, kendisini aşmalı, mükemmel olmaya çalışmalıdır. Ay güneş ve bütün kâinâtı araştırmamızı isteyen Rabb’imiz ilmin bütün boyutlarını kullarına açmıştır.
 
Fizik kuralları zorlamalı, element sayısının daha fazlasını bulmalı, uzayın derinliklerini keşfetmeli, hastalıkların hepsine çâre aramalı ama bir şartla: Bilimin kölesi değil efendisi olarak. En büyük ve şaşmaz “Âlim”i tanıyarak. Onun verdiği akıl ve ilimle onunla hâşâ rekâbete girişmek insanı yüceltmez. Unutma sen de dünyâ da “hîç ender hîç”sin. Yâni yokluk içinde yokluksun, yoksun. Ama Şeyh Gâlib’in dediği gibi “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen/// Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”. Yâni, sen kendini iyi tanı, sen bu âlemin göz bebeği ve kâinâtın özüsün.
 
Bu dereceni ve haddini bil. İşte bunun da tek formülü: Secde et ve Rabb’ine yaklaş… (Alâk sûresi 5)  İşte her şey bu, bu!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Bahri ARSLAN 5 Ağustos 2023 15:09

Allahüteala razı olsun Hocam yazılarınızı büyük bir zevkle okuyorum,Çok istifade ediyorum Allahüteala sağlıklı hayırlı ömürler versin inşallah bu