Türkistân’dan Anadolu’ya yayılan ışık

Sesli Dinle
A -
A +

Birçok kişi tarafından ağır tenkitlere uğrayan Emîr Timur, aslında Anadolu’ya daha önce de gelmiş olan Horasan Erenleri’nin târihî yolculuğundaki tasavvuf-tarîkat geleneğini perçinlemiştir.

 

Asya’dan 15. asrın sonuna kadar Batı’ya dolayısıyla Anadolu’ya Moğol işgallerinin de etkisiyle büyük bir göç olmuştur. Bu arada bir diğer tehlikenin adı Îran’dı. Timur Orta Asya’da başlayan Îran etkisini kırarak Türk kültürünü, Türk dilini korumuş ve Türk siyâset anlayışının altyapısını en az 3000 yıllık târih misyonuyla tahkîm etmiştir.

 

Timur Han, Türkistan Yesevî sûfizminin destekleyicisi ve bu akımın Anadolu’ya ve Balkanlara kadar yayılmasını sağlayan bir liderdi. O hem kendisi hem torunlarıyla Türklerin, Pîr-i Türkistan dedikleri Ahmed Yesevî hazretlerinin tam tâkipçisiydi. Onun bu ileriyi tahkîm eden anlayışı olmasaydı Kafkas Dağlılarının Nakşibendî-müridizm hareketi ve dolayısıyla târihin ender kaydedeceği bir mücâhid olan İmâm Şâmil ve onun şanlı direnişi de belki olmayacaktı.

 

Timur’un Anadolu’da çok cana kıyma hâdisesi bugün de tartışma konusu olmaya devâm ediyor. Timur’un Sivas’ta 40.000 kişiyi katletmesi olayı da gerçeklere pek uymuyor. Zira Sivas’ın o günlerdeki nüfûsu 3000 civârındadır.

KEŞ, SEMERKAND

Timur bir Türk-İslâm merkezi olarak Semerkand’ı inşâ etmiş ve onu bir siyâset ve kültür merkezi yapmıştır. Burada birçok İslâm âlimini, kıraat, hadîs, tefsîr ve fen bilgilerini okutmaları için onlara görülmemiş imkânlar sağlamış ve onlara çok hürmet etmiştir.

 

Timur, Ankara Savaşı’ndan sonra mağlûp olan Yıldırım Bâyezid’in dâmâdı Emîr Sultân hazretlerini de berâberinde Semerkand’a götürmek istemiş ama o izin isteyerek Bursa’yı terk etmemiştir. Çok hürmet ettiği bu Evlâd-ı Resûl hazretlerine kendisiyle gelmesi için çok ısrâr ettiyse de onu kırmak istemediği için Bursa’da kalmasına izin vermiştir.

 

Timur’un dînî ve ilmî cehdi sâyesinde Buhâra, Semerkand, Hîve ve Keş gibi Orta Asya eğitim merkezlerinde Osmanlı sultanlarının hem dînî hem de müsbet ilim hocaları yetişti. Meselâ Sultan I. Mehmed’in (1413-1421) oğullarının eğitimi, aslında Şamlı olan fakat öğrenimini Mâverâünnehir’de yapan Muhammed b. Arabşâh tarafından verilmiştir.

 

Sultan II. Bâyezîd (1481-1512) matematik ve astronomi dallarında iki Orta Asyalı Mîrim Çelebî ve Timur’un torunu Uluğ Bey’in meslektaşı Ali Kuşçu’dan ders aldı. Uluğ Bey hem Semerkand hükümdârı hem bir astronomi bilginiydi. Onun İstanbul’da açtığı rasathâne pozitif ve uygulamalı bilimlerin 16. yy.a taşınmasını sağladı.

 

Orta Asya’nın bir diğer büyük etkisi din adamlarında meydana geldi. Çoğu Semerkand ve Buhârâ’dan gelen Nakşîbendî ulularından en az 20 şeyh, Osmanlı Devleti’nde halkı aydınlattılar. Nakşiyyeliği Anadolu’ya taşıyan bu ulular bir Nakşî-Anadolu inancı olan hakiki Bektâşîliği de Yeniçeri ordusunun mânevî feyz ve şecâat (kahramanlık) kaynağı yaptılar. (Faydalanılan kaynak: Kemal H. Karpat, İslâm’ın Siyasallaşması, Bilgi Üniv. Yayınları, 3. Baskı, 2009, s. 141-142)

ŞEMSEDDÎN EL-CEZERÎ KİMDİR?

Timur’un yanında götürdüğü büyük kaâri’ Şemseddîn el Cezerî’ydi.Cezerî hazretleri Yıldırım Bâyezîd’in en değer verdiği âlimlerden biriydi. Niğbolu Savaşı’na Yıldırım Han onu da berâberinde götürmüştür.

 

Bu büyük âlim 1350 yılında Dimaşk’da (Şam) doğdu. İbnü’-Cezerî diye anılmasının sebebi Cezîre ibn Ömer’e, bugünkü Şırnak’a bağlı Cizre ilçesi nisbetiyledir.

 

Kendisi İbrâhîm el-Hamevî’den cem’ metoduyla kırâat-i seb’a okudu. Mısır’da İbnü’s-Sâig’den aşereyi, Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Bağdâdî’den On İmâm’ın kırâatiyle birlikte İbn Muhaysin’den A’meş ve Hasen-i Basrî hazretlerinin kırâatlerini okudu. Mısır’da Zıyâeddîn Sa’dullâh el Kazvînî gibi hocalardan usûl, meânî ve beyân dersleri aldı. Kırkın üzerinde âlimden Kur’ân-i kerim ve kırâat tâlim etti. Şam Emeviyye Câmîi’nde kırâat okuttu. Daha sonra Dârü’l-Hadîsi’l-Eşrefiyye şeyhliğine getirildi. İkinci haccından sonra 1391’de Dimaşk kâdîlığına nasbedildi. 10 Nisan 1390’da Antalya’da da aşere okuttu.

 

Tayyibetün-neşr” de Cezerî tarafından te’lîf edilen en-Neşr Fî Kırâati’l-aşr özetinin şiir hâlidir.

 

Bu ilmi Anadolu topraklarına taşıyan, bu coğrafyada okutan ve Anadolu’daki kırâat çalışmalarına öncülük eden de İbnü’l-Cezerîdir.” (Yrd. Doç. Dr. Yaşar Akaslan, Bir İlm-i Kırâat Klasiği “Tayyibetü’n-neşr Fi’l kırâati’l-Aşr, On Dokuz Mayıs Üniv. İlâhiyat Fakültesi Temel İslâm Bilimleri Bölümü Kur’ân-ı Kerim Okutmanı Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi s. 4)

 

Timur Cezerî’yi iknâ ederek Keş’te inşâ ettirdiği medresede görevlendirdi. 1405’te Buhâra’dan Herat’a geldiğinde Sultan Mirzâ Şahrûh onu şehrin dışında karşılamıştır. Herat’ta da Sahîh-i Buhârî okutmuştur. Medîne’de Harem Şeyhi Tavâşî’ye kırâat okuttu. Beşinci haccından sonra 1422’de Şîrâz’da vefât etti. Rahmetullâhi aleyh.

 

Türkiye’deki kırâat tedrîsâtında uygulanan icâzet geleneğindeki isnâd zincirinin İbnü’l-Cezerî’ye dayanması, diğer bir ifâdeyle günümüzden Peygamber Efendimiz’e ulaşan kırâat silsilesinin en yoğun kesişme noktasında bu zâtın bulunması onu bu ilimde haklı bir otorite olarak sayılmasına yol açmıştır.

 

Hadîs ilminde de büyük bir âlim olan Cezerî, Kâhire’de Ahmed b. Hanbel ve İmâm Şâfi’î’n Müsned adlı eserini okutmuştur. Kütüb-i Sitte’de ve Muvattâ’da Begâvî ve Nevevî hazretlerinin eserleriyle ilgili senetleri ortaya koymuştur. (Faydalanılan kaynak: Tayyar Altıkulaç, TDV İslâm Ansiklopedisi, Kırâat ve Hadîs âlimi İbnü’l-Cezerî, c. 20, 551-557, 2021)

 

Semerkand’da ders okuttuğu sırada büyük âlim Seyyid Şerîf Cürcânî hazretleri ile buluştu. Timur’un vefâtından sonra da onun soyu hep bu büyük âlime büyük teveccüh ve hürmet göstermişlerdir.

 

Cezerî, vesîleye ittihâzın bir bir hükm-i ilâhî olduğunu beyân ederek bugün dahî bozuk îtikadlıların reddettiği bu konuda Hısnu’l- Hasîn kitâbında “Duânın kabûl olması için peygamberleri (aleyhimüsselâm) ve sâlih kulları vesîle etmelidir. Sahîh-i Buhârî’deki hadîs-i şerîflerde böyle buyuruluyor” demiştir.

 

Bu büyük âlim 53 eser yazarak Orta Asya, Irak, Mısır, Şam, Anadolu gibi yerlerde okunan bu eserleriyle Ehl-i sünnet îtikâdını perçinlemiştir. (Faydalanılan kaynak: Türkiye Gazetesi İslâm âlimleri Ansiklopedisi, c. 12 s.111-124)

 

Orta Asya; Horasan, Irâk, Anadolu ve Balkanlara kadar yayılan Yûsuf Hemedânî ve Ahmed Yesevî kaynaklı Nakşîlik Horasan erenleri vâsıtasıyla bu bölgelerde, özellikle Anadolu Sünnî akâidi üzerine binâ edilmiştir. Yesevî hazretleri ile başlayan Hanefiyye ve Nakşiyye haritası Anadolu’ya oradan da Balkanlara yayıldı.

 

Orta Asya’nın karışık dînî yelpâzesinde 10. asırda İslâmiyetle tanışan Türklerin en büyük şansı, bu dîni, Yesevî Hazretleri sâyesinde tasavvufun engin huşû ve zevkıyle ahkâmı (şer’î emir ve yasaklar) birleştirip mekân kalıplarına sığmayan bu göçebe Türkmenlerin, tekke ve zâviyelerle mescid alışkanlıklarını sağlamlaştırmak olmuştur. Bağlantıları ve kaynağı çok sağlam olan Yesevî hazretlerini Yûsuf-ı Hemedânî gibi İmâm-ı Âzam fıkhına ve tasavvuf tedrîsine bağlı olması, o zaman için Sünnî akâidi tehdîd eden Batınî, Şi’î ve sonrasında da Hurûfîlik gibi akımların önünü kesmiştir. Anadolu’ya bid’atsiz ve saf bir Sünnî inancı ile giren Alparslan sâyesinde de Anadolu, Şi’î ve Batınî tehlikesine sed çekmiş, son çırpınışla Anadolu coğrafyasında siyâsî-dînî bir devlet kurmak isteyen Şâh İsmâîl’in de bu emellerine Yavuz Sultân Selîm Han son vermiştir.

 

Bir kültür ve medeniyetiniz yoksa hangi toprakları fethetseniz de orada kalıcı olamazsınız. Hem halka anlayabilecekleri dilde va’z ü nasîhatlerde bulunan, onları İslâmiyet’in engin insan sevgisiyle besleyen ilk mürşidler Anadolu’ya nûr yaymaya başladılar.

 

İnsan sevgisi dînimizin en temel umdelerindendir. İnsan yaratılmış en şerefli mahlûktur. Atalarımız evlerinin duvarlarına astıkları levhalarda “Yâ Hazret-i İnsân” diye terennüm ettiler.

İLK MÜRŞÎDLERDE ŞAMANİZM ETKİSİ VAR MIYDI?

Bu konu üzerinde gereken ilmî araştırmalar yapılmadan Şeyh Edebalı, Yûnus Emre, Hacı Bektaş Velî ve Hacı Bayram Velî’de hattâ Akşemseddîn’de Şamanizm ve Batınîlik izleri olduğu ileri sürülmüştür.

 

Orta Asya, 13. yy. sonuna kadar heterodoks (öğreti, düşünce, ana akımdan sapmış olan) bir inanç sistemi yelpâzesidir. Bu bölge Şamanizm’den, her türlü fetişizm-putperestlik akımlarına, Hristiyanlık, Mecûsîlik, Budizm’den İslâmiyet’e kadar bir inanç paradoksu içindedir.

 

Bu yüzden özellikle de Anadolu’ya ilk gelen sûfîlerin üzerindeki spekülatif yazılar ve araştırmalar bu büyük sûfîlerin hayatlarını daha dikkatli ve bilimsel incelememizi gerektirdi.

 

Hacı Bektaş Velî konusunda en güvenilir kaynak Prof. Dr. Esad Coşan’ın “Makâlât-ı Hacı Bektaş Velî” eserini me’haz ve doğru kaynak olarak addettiğimiz için ondan faydalanmayı uygun bulduk. Asıl eser “el-yazması” kaynaklardan faydalanılarak yazılmıştır. Bu eser Prof. Dr. Coşan Hoca’nın doçentlik tezi olup son derece ciddî bir incelemedir.

 

Kitapta Hünkâr için iki görüş ileri çıkar: Bazı bilim adamları onu Kur’ân-ı kerîme, Peygamber Efendimiz’in yoluna bağlı olan bir mutasavvıf olarak görür. Bâzıları da buna kuşku ile bakarak “Bu devletin mes’eleyi çarpıtmasıdır. O, Bâtınî fikirlere mensup bir Alevî babasıydı. Şerîat emirlerine karşı lâkayttı. Türkçülüğü kollayan, öne çıkaran biriydi” diyorlar.

 

Menâkıpnâmeler veyâ velâyetnâmeler çeşitli eklemeler ve diğer yazılarla genişletilmiş olan yazmalardır.

 

Hacı Bektaş-ı Velî, Efendimiz’in soyundandır. Nişâpur şehrinde doğmuştur. Arapçada “p” harfi olmadığından onlar “Neysebûr” demişlerdir. Ahmed Yesevî, Lokman Perende tarafından yetiştirilmiş, bilâhare Anadolu’ya gelip Sulucakarahöyük’e (Hacıbektaş) yerleşmiştir. Asıl adı Seyyid Muhammed b. Mûsâ-yı sânî’dir.

SEYYİDLER HORASANLI OLUR MU?

Araplar fütûhât için Horasan’a gidip orada ordugâh kurdular. Bu şehirlerden biri de Nişâbur’dur. Bunlar Seyyid oldukları için bütün bölgelere cihâda gitmişlerdir. Zâten onun “Makâlât” adlı eseri de Arapçadır. Hünkâr’ın, 1209’da doğup 1270’de vefât ettiği zannediliyor.

 

Hacı Bektaş Velî’nin Ahmed Yesevî ile ilgisi kesindir. Bu yüzden Bektâşlik, Nakşîlik ile bağlantısı açık olan bir sûfiyye koludur.

 

Hazreti Yûnus’un şiirleri sanki “Makâlât”ın özü gibidir. Yâni “Makâlât”ı anlamadan Yûnus’u anlamak da zordur.

 

Hacı Bektaş Velî, Molla Saîd Emre tarafından o günkü Türkçeye çevrilmiş olan eserinde, şarap (alkol) hakkında şöyle demektedir: “Bir kuyuya bir damla süçi (şarap, alkol) damlasa ol kuyunun suyunu bir kezden (def’a) yabana (tarla, otlak) dökseler ve ol su döküldüğü yirde ot bitse ve o otu koyun yise hem takvâ ehli katında ol koyun eti haramdır. Nitekim Hak Teâlâ buyurur ki: ‘Ey îmân edenler, şarap (alkollü içecekler), kumar, dikili taşlar (put, fetiş) ve fal okları şeytânın kötü işlerinden pisliklerdir Bunlardan çekinin ki felâh bulasınız.” (Mâide-90)

 

Burada dikkat edilmesi gereken, Hacı Bektaş Velî’nin alkol hakkında ne kadar hassas olduğudur. Halbuki isnâd edildiği gibi Bâtınî olsaydı şarâbı haram kabûl etmezdi.

 

Hünkâr hazretleri yine buyurur ki: “Biregü (bir kimse), diliy-ile îmân getürse ve göngli-y-ile (kalbiyle) inanmasa, hod öşrü zekâtı (bitki ve para mal mülk zekâtı) tamam virmese ve yâhud Hacc’a varurken girü dönse veyâhud Tengri Te’âlâ hükümlerinden birini bâtıl dutsa, (inanmasa, inkâr etse) Muhammed Mustafâ’ya inkârla baksa veyâhud Muhammed’in Sahabalarını (Eshâb-ı kirâmı) birini nâhak (birini bile beğenmeyip doğru bulmasa) dükeli (bütün) işlediği amalları (ibâdetleri) habâen mensûre (darmadağın, saçılmış, hebâ olmuş) olur.” (Faydalanılan kaynak, Prof. Dr. Esad Coşan, Server Yayınları, 1. Baskı Hacı Bektaş Velî ve Bektâşîlik, 2019)

 

Burada da dikkat edilmesi gereken konu, Sünnî akâiddeki zekât konusu ve özellikle de Eshâb-ı kirâmın tamâmının sevilmesidir. Açıklamada dikkat çeken husus da Sahâbe-i kirâmın birinin bile sevilmemesinin veyâ hak kabûl edilmemesinin bütün amelleri (ibâdetleri) bâtıl edeceği vurgusudur.

 

Şurası çok mühimdir: Osmanlının temel askerî gücü olarak ilk teşkilâtlı ordusu “Yeniçeri”lerin Sünnî akâidin dışında bir akıma kapılmaları mümkün değildir.

 

Osmanlı Devleti, Sünnî-Hanefî-Mâtürîdî sistemini devletin temeli olarak görmüştür.

 

Hünkâr hakkındaki bunca spekülâsyonlara rağmen bir üniversite doçentlik tezi olarak hazırlanan bu eseri herkesin dikkatle incelemesi gerekir diye düşünüyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.