Madımak’tan Başbağlar’a felç edilmiş devlet talebi

Sesli Dinle
A -
A +

Dün Başbağlar’da ihtiyar, kadın, çoluk çocuk demeden vatandaşlarımızın katledilişinin 30. yıl dönümü idi. Madımak’ta yakılan canların üzerine bölgede bir Sünni-Alevi çatışması çıkartmaya matuf provokasyonlar, bir hafta içerisinde onlarca evladımızın katledilmesi ile sonuçlandı.

 

1990’lı yıllarda Türkiye’de devletin her noktada gücü budandı, devlet âdeta acziyet içerisinde bırakıldı.

 

İstikrarsız hükûmetler, güçlenen vesayet mekanizmaları, içi boşaltılan bankalar, yollarda durdurulan otobüsler, şehit edilen yüzlerce hatta binlerce Mehmetçik, katledilen vatandaşlarımız ve faili meçhul cinayetler...

 

28 Şubat 1997’de şehirlerde yürütülen tanklar, bin yıl sürecek denilen cadı avları ve İstanbul’un göbeğinde sakallı ve çarşaflı vatandaşları kılık ve kıyafetinden dolayı takibe çıkma sözü veren müptezel sözde gazeteci kılıklı tipler.

 

İşte böyle bir sıcak bir ortamdı, tam 30 sene evvel...

 

Önce 2 Temmuz’da Sivas’ın Madımak Otelinde icra edilen Pir Sultan Abdal’ı anma etkinlikleri kapsamında icra edilen tören türlü yalan ve dolanlarla provoke edildi. Galeyana gelen halk ve aralarında bugün dahi kim olduğunu bilmediğimiz provokatörler, Madımak Oteli önünde toplandılar ve 30’dan fazla insanımızı bir el vasıtası ile diri diri ateşe verdiler.

 

Göstericilerin bir taşkınlık yapma ihtimaline karşı en ufak bir tedbir alınmamıştı!

 

İktidarda ise Erdal İnönü ve Tansu Çiller koalisyonu vardı.

 

Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı olarak olaylara müdahil olunmaması, devletin gerekli tedbirleri almamasına dair yapılan eleştirilere ‘Ne yapayım? Yetkim yoktu’ diye cevap vermişti.

 

Düşünün hükûmetin iki numaralı ismisiniz ama yetkinizin olmadığını iddia ediyorsunuz.

 

İnsan ister istemez 9 Cumhurbaşkanı yardımcısından ve 30 küsûr bakandan oluşan bir hükûmet ile Türkiye’ye karşı ne kumpaslar tertip edilebilirdi diye düşünmeden edemiyor?

 

Şimdi CHP saflarında siyaset yapan birçok isim, yıllarca o dönem şehrin Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’nu olaylarda parmağı olmak ile itham etti.

 

Ne zaman ki AK Parti oylarından bir şeyler koparma zorunluluğu ortaya çıktı, Temel Bey üzerindeki bu suçlamalar da kalkmış oldu.

 

Katliamdan sonra yapılan yargılama, İstiklal Mahkemeleri sonrasında tek bir davadaki sayıca en çok idam cezasının verildiği yargılama olmuştu.

 

Bu kadar yoğun cezalandırmaya rağmen olayların arkasında hâlâ kalın bir sis perdesi bugün dahi durmaktadır.

 

Bu vesile ile Madımak Oteli'nde diri diri yakılan tüm canlarımızı saygı ile anıyorum...

 

 

 

Başbağlar Katliamı

 

 

 

Olayın üzerinden henüz sadece üç gün geçmişti ki 5 Temmuz 1993 günü PKK, TİKKO ve DHKP-C'lilerden oluştuğu öğrenilen bir grup terörist,  Erzincan'ın Başbağlar Köyü'nde korkunç bir katliam gerçekleştirdi.

 

33 masumun hayatını yitirdiği bu katliamda köy komple ateşe verildi. Yanan 5 kişinin cesedine bile ulaşılamadı, devlet katliama tam 14 saat sonra müdahale etti. Civar köylerden yapılan ihbar telefonlarına dair reaksiyon göstermeyen bir güvenlik mekanizması devredeydi.

 

Kaymakamın sabah 05.00 civarında olaydan haberdar edilmesine rağmen, 14 saat boyunca köye tek bir müdahalede bulunulmaması hâlâ vicdanları sızlatan koca bir muammadır.

 

Bu vesile ile Başbağlar’da katledilen tüm vatandaşlarımızı da saygı ve rahmet ile yâd ediyorum.

 

O zaman köyde olup katliamdan sağ kurtulanların, olay öncesi köy üzerinde uçan helikopterden bahsetmeleri olayı daha da karanlık hâle getirmektedir.

 

 

 

Tek bir sanık bile cezalandırılmadı!

 

 

 

Her ne kadar 16 kişi yakalandıysa da dönemin bazı siyasilerinin baskısıyla serbest bırakıldı. Hâlbuki yakalananlardan bazıları suçlarını dahi itiraf etmişlerdi.

 

Bu katliamın Madımak katliamına kısas olarak yapıldığı son derece aşikâr idi.

 

Amaçlanan ise bölgedeki Alevi-Sünni fay hatlarını tetikleyerek bölgede bir kaos ortamı hazırlamak ve bu kaos üzerinden, bürokratik vesayetin kökü dışarıdaki uzantılarını sistem içerisinde güçlendirmek idi.

 

Başbağlar Köyü Derneği Başkanı Mehmet Ali Dikkaya bir gazeteye verdiği röportajda ‘Bize mağdur değil sanık muamelesi yapıldı. Horlandık, hakarete uğradık, mahkemeden atıldık. Bugüne kadar tek kişi ceza almadı. 150 kişilik terörist grup buhar oldu uçtu’ diyerek tepkisini ortaya koyuyor.

 

 

 

Güvenlikçi siyaset yaygaracıları!

 

 

 

Kuşkusuz bir devlette insan hakları ve güvenlik siyaseti arasında hassas bir denge her daim muhafaza edilmeli fakat ortadaki tabloyu görebiliyor muyuz?

 

Bir tarafta şehrin göbeğinde insanlar diri diri yakılıyor, diğer tarafta bir köy halkının neredeyse tamamı katledilip ateşe veriliyor, kaymakamından karakoluna 14 saat köye adım atan dahi yok!..

 

Bugün devletin siyasetini ‘…ama güvenlikçi siyaset’ diyerek itibarsızlaştıranların o günlere dair tek kelam eleştirileri yok.

 

Oysa vatandaşın özgürlük alanının en çok iğfal edildiği dönem de vatandaşın en temel hakkı olan can emniyeti hakkının olmadığı dönem de o dönemlerdi.

 

Bugün ne karakolları basılan ne otelde vatandaşları diri diri yakılan ne de köyleri katledilen bir ülke hamdolsun ki yok...

 

Olmadığı gibi, bugün vatandaşın Cilo Dağı'nda şenlikler düzenlediği, köylerinde huzur içerisinde yaşadığı, Munzur vadisinde mermi seslerinin değil, şenlikteki vatandaşlarımızın seslerinin duyulduğu bir dönemi yaşıyoruz.

 

Ve itibarsızlaştırma borazanları o günleri değil, bugünleri eleştiriyorlar.

 

O zaman bu güruhun meramını varın siz anlayın...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.