Bâb-ı âli, bâb-ı âdi olmasın

A -
A +

Bâb-ı âli ve bütün o  mübarek çevre, Haçlı talanıyla darmadağınık edilmekte.
Günümüz Türkiye'sinde Cumhurbaşkanlığı "Çankaya" kelimesiyle ifade edilebilmekte. Başbakanlık için boşluk var; başbakanlık bir remzle söylenemiyor. Şu günlerde denilen "başbakanlık yeni binası"  remz/sembol değil, tariftir. Halbuki Tanzimat'tan sonra Sadaret yani Başbakanlık "Bâb-ı âli" şeklinde zikredilmekteydi. Bugünkü İstanbul Vilayet binası, Tanzimattan Cumhuriyete kadar sadaret olarak kullanıldı. Külliyenin Gülhane'ye açılan kapısı, ihtişamlı yüksek bir kapıdır. Bundan dolayı "hükümet" veya "sadaret" derken kısaca "yüksek kapı" anlamında "Bâb-ı âli" denmiş, sonra bu sıfat oturmuştu...
Hükümet, Bâb-ı âlide olduğu için, gündelik hayata ceridelerin/gazetelerin girmesiyle matbuat da Bâb-ı âliyi mesken tutmuş, Hükümet, cumhuriyetten sonra Ankara'ya nakletse de matbuat yerinde kalmış ve ondan sonra Bâb-ı âli sözü sadece basın âlemi için kullanılmıştır. O tarihlerde basın kastedilirken Vilayetin önündeki yolun dikliğinden dolayı ya "Yokuş" veya daha ziyade "Bâb-ı âli" denmiştir. Bizim tanıdığımız 1.6 milyon nüfuslu İstanbul'da parke taşlı yokuşun plaka adı Ankara Caddesi, İran Konsolosluğunun önündeki dört yoldan sonraki düz yol ise Bâb-ı âli Caddesiydi. Bütün o muhite Cağaloğlu'ndan da çok Bâb-ı âli denir, Alemdâr Mahallesi ancak tapu gibi resmî evrakta geçerdi.
Hani insanın kader buluşmaları vardır, öyle yazılmıştır, insan hiç bilmeden o yazılanı yaşar. Tek tek yaşadıktan sonra fark ettik ki bizim hayatımızda Bâb-âli'nin hususi bir yeri varmış:
-1968 yılında Adana'da Erkek Lisesinde okurken Bâb-âli'de Sabah gazetesinden Fahri Muhabir kartı aldım.
-1976 yılında  avukatlık büromu Bâbı âli Cad. No 16 Pak Han'da açtım.
-1989 yılında aynı kapıya TGRT levhası asarak bu adreste Türkiye'de ilk defa özel radyo televizyon faaliyetini başlattık.
-1999 yılında kurduğumuz yayınevine, merhum Enver Ören'in Bab-ı âli Caddesinde eski İstanbul reklam binasının olduğu yerdeki İhlas Holding merkezinde "Bâb-ı âli Kültür Yayıncılığı" adını verdik...
İş hayatımızın en az 25 yılı Bâb-ı âlide geçti.
Sonra; ilkin Tercüman gazetesi, Bâb-ı âli'den gitti. Merhum Kemal Ilıcak, Topkapı dışında bugünkü Basın İlan Kurumunu gazete binası olarak yaptırmaya başlayınca  "oraya kim gider?" diye  hayret edilmekteydi. Ama şu bir gerçekti. Basının çalıştığı binalar, eski ahşap evlerden çevrilme dar, dökük ve kifâyetsiz yerlerdi. Artık yol açılmıştı. gazeteler, birer ikişer İkitelli tarafına gittiler. Bir sembol olarak Bâb-ı âli ismi kalmadı ama İkitelli de tutmadı. Bugün Bâb-ı âli'de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tek başınadır.
Bab-ı âli'nin de içinde yer aldığı Beyazıt, Divanyolu, Çemberlitaş, Sultanahmet, Nuruosmanîye, Cağaloğlu, Hocapaşa, Sirkeci, Eminönü, Ayasofya  diye çevreleyebileceğimiz bu tarihî mekân Fatih gibi İstanbul'u İstanbul yapan, değerli kılan ana unsurdur. Burası, evliya, âlim, padişah gibi çok yüksek sayıda kıymetli zevatın medfun olduğu topraklardır. Fakat Bâb-ı âli başta olmak üzere mezkûr bölge, şimdilerde haşin oteller ve süfli meyhaneler  mekânı olmaya doğru sür'atle kimlik değiştirmekte. Vilayet, İBB, Kültür Bakanlığı, Vakıflar, Başbakanlık bu Haçlı talanını âcilen fark etmelidir...
Basın, Bâb-ı âlideyken, polemiklerde "Bâb-ı âli'nin Bâb-ı âdi cenâhı" diye bir hakaret cümlesi vardı. Şimdi ise Bâb-ı âli, toptan Bâb-ı âdileşme tehlikesine mârûz. Buna asla müsaade edilmemeli.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.