...öyle ise yaşasın ebedî kardeşliğimiz!

A -
A +

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun "şu ânda Orta Doğu'da tek başarı hikâyesi Çözüm Sürecidir" sözü üzerinde genişçe durmalı:
Aslında çatışan, huzura hasret kalmış toplumlar sadece Irak, Suriye, Mısır ve Libya değil. Akdeniz havzasının doğu ve güney yakası gibi Karadeniz'in doğu ve Ukrayna ağırlıklı olarak kuzeyi de huzursuz. Hatta ekonomik çıkmazdaki Yunanistan bile listeye eklenebilir. Bir başka ifadeyle Osmanlı Sonrası Ardçı Sarsıntılar sürüp gitmekte.
Bu ardçı sarsıntı kesafetinde Türkiye, bölgenin huzur adasıdır. Bu yarımada aynı zamanda bir câzibe merkezi. Bugün bizdeki Suriyeli göçmen sayısı milyonu aşmış vaziyette. Eğer iç harp çıkmamış olsaydı Suriye'den Türkiye'ye yine ciddi bir nüfus akını olurdu. Bu akın, Afrika'dan başlayarak Ermenistan'a, Orta Asya'ya kadar değişik ülkelerden  devam etmekte.
Barış süreci tebellür ettiğinde bu, asrın hizmeti olacaktır. Asırlık bir problem hâlledilmekte. Mümkündür ki beraberinde siyasi ve coğrafî değişiklikler de getirecektir... Lozan'a çıkan yolda kendi serbest iradeleriyle Türkiye'den ayrılmayan, kopmayan hatta bu yöndeki teklifleri reddeden Kürt unsuru, sonraki zamanlarda niçin eline silah alıp dağa çıktı? Neden bir psikolojik travma yaşadı? Dünkü kardeşler, hangi sebeple yek diğerini düşman görür oldu?
Ayrılığı reddedenler "birlikte rahmet, ayrılıkta azab-ı ilâhi vardır" kültüründen beslenmiş dindar Kürt Osmanlı nesilleriydi. Dağa çıkanlarsa; haksızlıklara ideolojik zehirlerde çâre arayan o nesillerin Türk okullarında -tıpkı Türk çocukları gibi- dinden mahrumlaştırılmış Türkiyeli torunları.
Sn. Başbakan Davutoğlu, tarihdaşlıkla vatandaşlık aidiyetlerinden söz ediyor. Bunlar doğru fakat orada kalırsa eksiktir.
İki eksik var:
Eksiklerden biri, Müslüman olan kavimler için, diğeri de gayrı müslimler içindir. Kürt gibi Müslim kavimlerle bağlarımız, dindaşlık, tarihdaşlık ve vatandaşlıktır. Azınlık gayrı müslimler içinse vatandaşlık, tarihdaşlık ve kültürdaşlıktır.
Kürtler, Müslüman oldukları için Lozan'da ekalliyet/azınlık sayılmamışlardır. Doğrusu da budur. Eşit teb'adır. Durumları vatandaşlık ötesidir. Daha açmak gerekirse; "vatandaşlık" kavram olarak Fransız ihtilalinden sonra doktrin ve uygulamaya girdi. Üst kavramı "ümmet" aidiyetidir. Ve zaten bugün adı konamasa bile esasında "millet" derken kasdedilen ümmettir.  "Gayrı müslimler nereye oturtulacak?" denebilir. Vatandaşlık  statüsü varlığını koruyacağı için hiçbir şey olmayacaktır. Müslümanlar arası sıcaklığın pekişmesi içinse ümmet gerçeğini ihmal etmemek, telaffuzundan sakınmamak gerekir. Laiklik veya Kemalizm artık bir alternatif din olarak ikame edilme sapkınlığı yaşanmadığı için tarihten tevarüs edilen derin keyfiyetler göz ardı edilemez.
Lozan muahedesi şekillenirken tavırlarını naklettiğimiz Kürt kitlenin kısa bir zaman sonra nasıl bir sukutu hayale uğradığını bir din mazlumu olan Şeyh Said'in "Bizi Türklerle birbirimize bağlayan bağ, Hilafetti; Hilafet kaldırıldığına göre o bağ kopmuştur" sözü göstermektedir. Bu söz, bir tahrik ve infial için değil, bir sohbet esnasında teessür ifadesi olarak söylenmiştir. Nitekim iki tarafta da ırkçılık savrulmaları başlayınca Kürt gençliğinin bir kısmı Marksist-Leninist  ideolojiye kaymıştır. Dün, din, tarih, sosyoloji ihmal edilerek tek çâre görülen silahlı çatışma, bir vakıanın neticesiyle mücadeleydi. Halbuki bir de illiyet gerçeği var.
Türkiye, yeni Türkiye dönemecine girerken tarihiyle yüzleşme cesaretini gösterebildi. Hatalar önünde tarafsızlığı tercih etti. Bu adil tavır, barış sürecini getiren uygulamaları doğurdu..
Şu ânda Orta Doğu'da ve hatta bütün bu iklimde tek başarı hikâyesi Çözüm Süreci olduğuna göre yaşasın ebedi kardeşliğimiz!!! demek hakkımızdır.
Bu dualı topraklar, dün olduğu gibi bugün ve yârın da müslim ve gayrı müslim her unsur zenginliğimizi besleyebilir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.