Özalsız 18 YIL

A -
A +

> Turgut Özal, özel bir gecede ünlü türkücü İbrahim Tatlıses ile birlikte düet yapıyor. (ÖÖ) ÖZAL'DAN ÖNCE Rahmetli Özal vatandaşı yüceltip, devleti küçültmeye çalıştı. Ona göre süt sağmak, pijama dikmek, kundura çakmak, rakı mayalamak, kumar oynatmak devletin işi olamazdı. (ÖS) ÖZAL'DAN SONRA Turgut Bey tepki alacağını bilmesine rağmen "Ben zengini severim" derdi... Zira zengin vergi verir, öncü olur, ufuk açar, yatırım yapardı. Komşuda pişen bize de düşer, milli hasıla artardı. 18 YIL EVVEL BUGÜN ARAMIZDAN AYRILMIŞTI Malatyalı Turgut Turgut Özal, Sadık Bey adlı bir kâtip ile Kürt asıllı Hafize öğretmenin oğluydu. Ebeveyninin tayinleri sebebi ile Anadolu'nun değişik yerlerinde okudu. Hayali pilot olmaktı ama eşekten düşüp çolak kaldığı için Askerî okula alınmadı. Babasının vazife yaptığı Mardin'de lise yoktu. Kabataş Lisesini leyli kazandı ama 25 lira daha ucuz diye Konya Lisesine yollandı. 1945 yılında İstanbul'a geldi, İTÜ'de Süleyman Demirel, Necmeddin Erbakan'la birlikte eğitim aldı. Sıra dışı bir mühendisti, Fatin Rüştü Zorlu'nun dikkatini çekti, 1952 yılında Amerika'ya gönderildi. ABD'de sadece gökdelenlere, otobanlara bakmadı. Bazı şeyleri "sorgulamaya" başladı. Kardeşi Korkut'un desteğiyle MSP'den İzmir adayı olsa da kazanamadı... Şüphesiz bunda da bir hayır vardı... ÖÖ- Özal'dan önce bürokrasi ağır işlerdi, memure hanımlar alenen örgü örer, masaya yaklaşana "arzuhal, istida, 6 adet vesikalık, ikematgah senedi, bir de savcılıktan iyi hal kağıdı" buyururlardı. Evraklar uçuk pembe ya da kül grisi dosyalara dizilir, özenle teslim edilirdi... İçlerine bile bakılmaz, fareli bodrumlara atılırlardı... Ehliyet rüşvetle dağtılır, pasaport ancak bir ayda çıkardı. İstanbul'da kuyruk valilik binasından taşar, Cağaloğlu'na uzardı... ÖS- Özal'dan sonra dairelere bilgisayar girdi, vatandaşın beyanı "doğru" sayıldı. Rüşvet paraları kurslara aktı, şoför adayları iyi kötü bir eğitim aldı. ÖÖ- Bir mektep binası ya da bir üst geçit yıllarca sürer, bir kaç yandaş müteahhidi semirttikten sonra şaşaalı merasimlerle açılırdı. Bandolar getirilir, kurdeleler kesilir, adli, mülki ve askeri erkan hazır bulunurlardı. ÖS- Özal bize, böylesi projelerin üç beş ayda da bitebileceğini gösterdi. Hele Tayyip Bey ve Melih Başkan işin suyunu çıkardı... Artık devasa geçitler merasim yapılmadan açılıyor. Bir geçiyorsunuz yok, bir geçiyorsunuz var. "Aaa" diyorsunuz "bunu da ne zaman yaptılar?" ÖÖ- CHP devrinde şeker, margarin, sigara, tüp gaz ve akaryakıt karaborsaydı. Bakkallar ürünleri tezgah altından uzatır, fukaraya koklatmazlardı. Millet nerede bir kuyruk görse sıraya girer, "yağ mı, çay mı" diye sormazdı. Maliye bakanları ciğeri beş para etmez ülkelerden kredi alabilmek için takla atarlardı. Başbakanlığın bile kaloriferleri yanmaz, bakanlar, müsteşarlar paltoyla otururlardı... ÖS- Özal devrinde ortalık mala boğuldu, piyasa canlandı, rekabet halka yaradı. ÖÖ- Telefonla konuşmak isteyenler postane sandalyelerinde sabahlardı. Memureler yorgunluktan bitap düşer, garipler "Kastamonu üç numaraya! Adana aradan çık!" diye yırtınırlardı. Ses gider gider gelir, hatlar karışırdı. Bir miktar cızırtı bedeli ödeyip ayrılırdınız, anasının sesini tanıyan kendini bahtiyar sanırdı. ÖS- Herkes telefon sahibi oldu, postanelerdeki kirli konuşma odacıkları, yağlı ahizeler kaldırılıp atıldı. Zaten Özal da bir iletişimkolikti. Erkal Zenger'e hazırlattığı seçim otobüsü (Petek) uzay gemisini andırırdı. Galaktikasından gazeteleri okur, telefon eder, faks çeker, memleketin nabzını tutardı. ÖÖ- Sümerbank'tan allı yeşilli pazenler alınır çubuklu pijamalar diktirilirdi. Hapishane kaçkınları gibiydik, zebralara dönerdik adeta. Fakirler karalastikle iktifa eder, orta haliler Beykoz'dan kundura seçerdi. Herkesin ayağında aynı potin vardı, esnaf işi iskarpin giyene "ooo" denirdi, "havan bata!" ÖS- Turgut Bey bu alanları merâklısına bıraktı, özel sektörün önünü açtı. Firmalarımız deri ve tekstilde marka olmaya başladı. ÖÖ- Enflasyon ve yüksek faiz elinizdekini avucunuzdakini eritirdi, paramız para etmezdi... Yerli sanayii koruma duvarlarının ardına sığınır, kalitesiz mallar kat kat pahalı satılırdı. Sıfır araba alabilenler iki yıl tepe tepe kullanır, satıp üstüne para kazınırlardı. Yıllarca gaz tenekesini andıran otomobillere bindik, otobüslerde tekerlek üstüne düşenin canı çıkardı. ÖS- Evet enflasyon yine vardı ama "eşel mobil sistem" (maaşların fiyatlarla orantılı olarak artması) orta direğe nefes aldırdı. Koruma duvarları indirildi, ithalat başladı. Yabancılar girdi diye oto sanayii batmadı. Aksine sektör sınıf atladı, ihracata başladı. ÖÖ- Döviz alıp satmak yasaktı, üzerinde 5 dooçe mark yakalatanı TPKK'dan (Türk Parasını Koruma Kanunundan) yargılar, içeri tıkarlardı. Karaborsacı döviz simsarları deli para kazanırlardı. Dışarıda Türk parası geçmezdi, TL'nin yüzüne bakılmazdı. ÖS- Özal paramıza konvertibilite sağladı (dünyada geçer akçe). Kime döviz lâzımsa gelsin alsın dedi, müteşebbisimiz rahatladı. Döviz rezervlerimiz erimedi, aksine arttı. ÖÖ- Darbeciler hâlâ müessirdi. Holdinglerden hatırı sayılır bağışlar alan MDP'nin ağzı purolu başkanı "Ya biz! Ya anarşi!" sloganından medet umardı... Daha çok silah alımı, daha çok zaptiye, subaşı... Karakol ve hapishane yatırımları... ÖS- Özal "işi gücü olan insan militan olmaz" der istihdam alanı açmaya çabalardı. Silahlı Kuvvetler de en güçlü yıllarını onun devrinde yaşadı, Türkiye zırhlılar, elektronik muhabere cihazları, F-16'lar yapmaya başladı. ÖÖ- Eskiden particilik iliğimize işlemişti, altıokçularla, kıratçılar aynı kahvede oturmazlardı. Karşı partiliden alışveriş edilmez, kızları istenmez, selâmları alınmazdı. ÖS- Özal hem dört eğilimi de ANAP'tabuluşturdu, hem de muhalefete kulak verip tekliflerini ciddiye aldı. Farklı düşünenler birbirinin ufkunu açtı. Hayret! Demek muhaliflerin içinde de değerli insanlar vardı! ÖÖ- Telefon öyle herkese dağıtılmazdı. İşini bilen 5 tane "Tahtakale" yazdırır, ev arsa parası kapardı... ÖS- Her isteyene telefon, dileyene fax... Telefonlar dilekçe kadar ucuzladı, hatırlı hatırsız ayırımı ortadan kalktı. Vurguncuların çanına ot tıkandı. ÖÖ- Özal açık konuşur sonda edilecek lafı başa koyardı. Nitekim Boğaz Köprüsünü de satacağım demekten kaçınmadı. Muhalifler "vatanı sattırmayız" diye ayaklandılar. Şiirler marşlar... "İster savaş ister barış, vermem ondan tek bir karış..." ÖS- Boğaz Köprüsünü sattı ama kimse köprüyü alıp götürmedi, yine yerinde kaldı. O parayla bir tane daha köprü yaptırdı. KİT'ler de özelleştirilmeli, halkın vergileri arpalıklardaki parti militanlarına akmamalıydı. Özal dünya ile rekabet edecek mal istiyordu, destekleme alımına karşıydı. ÖÖ- Radyo ve televizyon yayını ciddi işti. Devlet tarafından yapılmalı, İstiklal marşıyla açılıp kapanmalıydı... Görüntü kopunca necefli maşraba sunulmalıydı. Radyo Tv vergileri zahmetle yatıyor, bandrol ve makbuzlar itina ile saklanıyordu. Kullanmadığınız cihazları şeker çuvalına sokup PTT idaresine götürmek ve mühürletmek zorundaydınız. Diyelim mühür koptu... Vay gelmişti başınıza, bunu mahkeme paklardı. ÖS- Özel radyo ve TV'ler devreye girdi, evet yozlaşma da oldu ama millet hadiselerin perde arkasını görmeye başladı. ÖÖ- Eskiden Kent, Palmall, Marlboro gibi sigaraları tombalacılar satardı. Tekneler Bulgaristan'dan yüklenir, kaçakçılar mâlum mercileri yemliye yemliye "malı" piyasaya dağıtırlardı. ÖS- TEKEL yabancı sigara satışına başladı, kaçakçıya giden paralar fonlara aktı. Toplu Konut bir evvelki dönemin 15 katı mesken (2.5 yılda 300 bin) yaptı.. ÖÖ- Fiş fatura tanımazdık, iş dünyası kayıt dışıydı... ÖS- Özal KDV'yi hayata geçirdi, "vergi iadesi" gibi bir usulle milleti "fiş takipçisi" yaptı. Borsa denilen şeyi öğrendik, İMKB konuşulmaya başladı. Özal, mevzuatı tırpanladı, usulle uğraşmadı, kestirmeden yol aldı. "Yap-işlet-devret" gibi pratik çareler buldu, müteşebbisin gözü açıldı. ÖÖ- AET öcü gibi görünüyordu. Siyasiler Avrupa'yla bütünleşmekten korkar, "onlar ortak olacak, biz pazar" diye propaganda yaparlardı. ÖS- Eski tüfekler "batarız valla" deseler de Özal AB'ye girmek için kolları sıvadı. Paramız oldu, itibarımız arttı, turizm patladı. ÖÖ- İstanbul, Kotil, İsvan ve Sözen'den çok çekti. O günlerde Sebze hali Eminönü'nde, nakliye ambarları Sirkeci'de yer alırdı. Haliç foseptiğe dönmüş, Tarlabaşı tıkanmıştı. Sular nadiren akar, çöpler toplanmazdı. Tifüs hortlamıştı, okullarda bit salgınları vardı. ÖS- Özal'ın başkanları gözü karaydı. Koca semtleri yıkıp geçtiler, İstanbul'da Haliç, İzmir'de körfez nefes aldı. Elbette sayısız dava açıldı ama milletin istifadesi mevzu bahis ise üçüncü tekil şahısları kaale almazdı. Recep Tayyip Erdoğan bile "eğer" demişti, "arkamda Özal gibi bir lider olaydı..." ÖÖ- Köylümüz efendimiz orakla biçmeli sıpayla çekmeliydi, sanaatkarımız çekiçle dövüp eğe ile uğraşmalıydı. Mahalle bakkalı ispirto ocağı, keçiboynuzu, leblebi unu pestil, kuru üzüm ve gaz lambası satmalıydı. Öyle biçer döverler, modern tesisler, ışıklı marketler bizi bozardı. Yerli malı Türkün malıydı her Türk onu kullanmalıydı. ÖS- Halbuki artık halkımızın %70'i köylerde değil şehirlerde yaşıyordu ve genç kuşakların beklentileri vardı. Özal dünyanın gittiği yeri görüyordu. Akıntıya kürek çekmenin zamanı değildi, yelkeni rüzgâra açmalıydı. ÖÖ- Üç tarafımız denizlerle dört tarafımız düşmanlarla çevriliydi. Moskof, Yunan, Bulgar, Ermeni, Gürcü, Acem ve Arab'a güven olmazdı. ÖS- Özal Karadeniz ülkeleri ile masaya oturdu (KEİB), bilhassa Rusya ve Ukrayna ile kârlı ticaretler yaptı. Papandreau'yu İsviçre'de yakaladı, kırk yıllık dost gibi koluna girip, meşrubat ısmarladı. Diyalogtan kaçan Rumları köşeye sıkıştırdı. Baasçılar Halepçe'de insan filitlerken Türkiye Peşmergeleri bağrına bastı. Özal seyirci değil, oyuncu olmaktan yanaydı. "Bir koyup üç almalıydı"Askerimiz Irak'a girmeli Musul ve Kerkük'te kalmalıydı. Ancak devrin Genelkurmay Başkanı istifasını sunup ayrıldı... ÖÖ- Eskiden valiler, müsteşarlar, genel müdürler titrek ihtiyarlardan seçilirdi. Bunlar objektifin kendilerine döndüğünü hissedince ciddileşir, kaşlarını çatarlardı. ÖS- Özal gencecik çocukları (Yazıcıoğlu, Kahveci) vali bakan yapmakla kalmadı, Çankaya'nın somurtkan havasını da dağıttı, Köşk'te arabesk dinledi, Red Kit okudu, çiğköfte yoğurttu, mangal yaptı. Şipidik terlikle asker denetledi, BMW'si ile asfalt ağlattı. Hani nerdeyse Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrasına mastika çaldırtacaktı. Eee bu kadarı da fazlaydı... Kartal Demirağ tutturamadıysa da bir yolu bulunacaktı... KORKULARIMIZ YERSiZMiŞ ÖÖ- Ne yazık ki korkular, tabular vardı... Sistem tenkit edilemezdi, devlet (haşa) kutsaldı. Aykırı düşünenin kafası ezilmeli, derdest edilip prangaya vurulmalıydı... ÖS-Özal, o güne kadar çok can yakan 141, 142 ve 163'üncü maddeleri kaldırdı, düşünceyi suç olmaktan çıkardı. Kürtçe kasetler serbest bırakılınca alanı satanı kalmadı... Endişelerimiz yersizdi, Cem Karaca ayak bastı diye memleket batmadı. Nice insanımız pişmanlık yasasından faydalandı. 'Nişantaşlı' Semra Turgut Bey ABD dönüşü Elektrik idaresinde çalışmaya başlar. Burada Semra adlı bir kızı gözüne kestirir, akşam ayrılırken kızın daktilosunu bozar, ertesi sabah tamir eder, tanışırlar. Daktilo o kadar sık bozulmaya başlar ki artık senli benli olurlar. Turgut Bey Semra hanıma "bir kız arkadaşım var ona ne hediye alsam" diye sorar. Semra ne derse alır "pat diye" önüne koyar. Daktilo Semra bu genç mühendisten hoşlanır ama "evlilik" lafını ağzına bile almaz. Bir gün Turgut Bey daireye bir kutu çikolata ile gelir ve millete dağıtmaya başlar. "Hayrola" diyenlere "Semra'yla sözlendik" der. Kızcağız ne desin, itiraz gibi bir şansı kalmaz. Ve biliyor musunuz, o günden sonra daktilosu bozulmaz. Turgut Bey muzip bir insandır, elinize tutuşturduğu kalem çarpar, sigaralar patlar, çakmağından su çıkar. Hatta helikopter pilotlarıyla anlaşıp ani pikeler yaptırtır, arkadaşlarını panikletmekten zevk duyar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.