Öğüt veren çok olur

A -
A +
Mahkûmlara sadece yatacak döşek ve yetecek yemek veriliyor. Hâlbuki üste başa, sabuna, havluya, çarşafa, diş macununa da ihtiyaçları var. Ve bilhassa kitaba...    
u hafta İstanbul Eğitim ve Sosyal Yardım Derneği (İSTEDER) Mahkûmlara ve Muhtaçlara Yardım Platformundan Elvan Küçük Beyefendiye konuk oluyoruz. Söze "ben emekli bir subayım" diye başlıyor. Hiç mahkûm olmadım ama hayatım hapishanelerde geçti. Babam askeri hapishanenin komutanıydı zira. Evimiz de Manisa Cezaevi karşısındaydı. Girenleri çıkanları dikkatle izlerdim çocukluk yıllarımda. Kelepçeli bilekler, demir parmaklıklar, sürgülü kapılar...
Tahliye olanlar tahta bavullarıyla çıkarlar, o gün mutlaka ceket olur sırtlarında, şöyle geriye dönüp bir bakarlar. Kim bilir kaç yılı geçti orada.
Mahpusların çaresizliğine üzülürdüm, emeklilik fırsat dedik, üç beş arkadaş bir araya geldik, elimizi koyduk taşın altına. Bir cerrah kardeşimiz var aramızda, koli bandını tutuşturuyoruz "haydi hocam ameliyata!"
Geçen kapkaççılar çantamı çaldılar, bankadan paramı yeni çekmiştim daha. Teşhis ettim, şikâyette bulundum,  şahitlik yaptım ve ceza almasını sağladım. Niye? Başkasının da canı yanmasın. Şimdi yardım için uğraşıyorum onlara.
Mahkûmun içeri neden düştüğü bizi hiiiç ilgilendirmiyor. Büyüklerimiz ibadet edenin kibrindense tövbekârın pişmanlığı makbuldür diyorlar. Hepimiz günahkar değil miyiz? El açıp boyun bükebilmekten güzel ne var?
İstiyoruz ki mahkûmlar da insanca yaşasın ve çıkarken kinden öfkeden arınmış olsunlar.
Orası başka bir alem. Sana bana önemsiz gibi gelen şeyler makbule geçiyor. Sıradan bir hediye hayatla barışmalarını sağlayabiliyor. Hele kitap. Bize dışarıda zaman yetmiyor, içerde vakit geçmiyor."

"Zindanda dakika farksızdır yıldan."
O vaktin bir şekilde "öldürülmesi" lazım, kitaba sevindikleri gibi bir şeye sevinmiyorlar.
Biz kitabı parayla almıyoruz, hibeleri yolluyoruz onlara. Kimine şiir kitabı düşüyor, kimine roman. Her kolide elifba ile namaz kitabı oluyor ama.
Yazıştığınız mahkûmların seyrini takip edebiliyorsunuz. Mesela cinayet işleyen bir kardeşimiz, öyle bir dönüş yaptı ki inanamazsınız. Aynı Ebubekir efendimizin iman ettiği günlerdeki heyecanı yaşıyor, birilerinin daha kurtulmasını istiyor.
 DÖRT DUVAR ARASINDA
Diyelim birini vurdun yaraladın karşı taraf kadar senin ailen de mağdur oluyor. İşini kaybediyorsun, eşin perişan oluyor.
Zaten hapse düşenleri en çok "yakınlarının yakınmaları" yakıyor. Öz kardeşiniz bile "ben kendi çocuklarıma zor bakıyordum şimdi seninkiler de çıktı başıma" diyebiliyor. İtiliyorsunuz, kakılıyorsunuz, mektuplarınıza cevap gelmiyor. Yapayalnız kalıyorsunuz, duvarlar arasında.
"Eğer sen o haltı yemeseydin..." Bütün konuşmalar bu cümle ile başlıyor.
Dışarıda da fakir fukara var ama içeridekinin eli kolu bağlı, istese de çalışamıyor. Yer beton, gök beton, sesin yine sana dönüyor. Düşünün adam dışarıda uçak mühendisiymiş, şimdi meydancılık yapıyor.
Meydancı dediğin koğuşu silip, süpürüyor, diğerlerinin çamaşırlarını yıkıyor, ayakkabılarını boyuyor, çaylarını getiriyor. Tabiri caizse iki dal sigaraya kölelik yapıyor. Parası olmadığı için traş bıçağı alamayan ve milletin attıklarını kullananlar var. Jilet zamanla köreliyor, cildini yolmaya başlıyor. Siz onun bunun çöpe savurduğu donu atleti giyer misiniz? Onlar giyiyor. Garibim n'apsın dışarıdan kuruş gelmiyor.

MADEM EN MUHTACA...
Eğer yardımı en muhtaca vermek lazımsa, mahkûmdan muhtacı yok. Omuz silkemezsin, "beter olsun" diyemezsin onlara.
Taleplerini karşılasak da, karşılayamasak da bir cevap yazıyor, en azından muhatap alıyoruz. Dertlerinin dinlendiğini bilmek onları rahatlatıyor, içlerini döküyorlar. Haza terapi, ilaç gibi geliyor.
Yoksa yolladıklarımız ahım şahım şeyler değil. Birinin kutusundan seccade çıkmış "ömrümde ilk defa seccadem oldu" diye yazmış, kapandım secdeye gözyaşı ile ıslattım. Tespih dediğin kaç para, elli kuruşa almayanı dövüyorlar toptancıda.  Maksat onlara değer verdiğinizi hissettirmek "bak dışarıda iyi insanlar da var, kapat şu kin intikam defterini, yeni bir sayfa aç hayatına."
Elifba yolladıklarımızın neredeyse tamamı Kur'an-ı kerim öğrenmeye çabalıyor. Okuyor okuyamıyor o başka ama niyetleniyor.  
Prof. Dr. Ramazan Ayvallı hocamızın kaleme aldığı bir mektup var. Doğruluk, cömertlik, devlet, millet, bayrak sevgisi, kul hakkı, güler yüz, yumuşak huy, gönül alma, sabır, şükür, şefkat, ana babaya itaat, alimlere hürmet gibi şeyler yazıyor... Onu da yolluyoruz, çok tesirli oluyor.
Geçen koli yapıyoruz, tertiplerim geldi yardıma. Mektupları verdim, "açın okuyun, kime ne lazımsa?" İçeriden bir hüngürtü koptu, baktım hıçkıra hıçkıra ağlıyorlar. Ki bunlar tekaüt subay, görmüş geçirmiş insanlar.

YAPACAK ÇOK İŞ VAR
Burada herkes gönüllü, ne maaş, ne sigorta. İki ciddi giderimiz var kargo ve kira.
Annem bizden fazla çalışıyor, komşuları da peşine taktı, görseniz nasıl malzeme topluyor.
Mahkûmların çoğu erkek, halbuki giyim eşyaları daha ziyade kadınlardan geliyor. Hanımlar malum daha sık gardırop yeniliyor ve hayra hasenata bizden daha meraklılar. Tek işimiz mahkûmlar değil tabii, diğer muhtaçlar da ilgi alanımızda, yolladıkları bir şekilde yerini buluyor.
Giyilmiş kıyafetlerle çok uğraştık, almamaya karar verdik sonunda. Lakin seri sonuymuş, defoluymuş olabilir. İş adamları bunları vergiden düşebiliyor.  Dernekler küçük bir devlet gibi, girdisi çıktısı resmî, her şey kayıt altında.
Bir ayakkabı firması (MP) 650 çift spor ayakkabı yolladı, çok da kaliteli mallar, zevkle ilettik mahkûmlara. LC Waikiki 150 bin liralık giyecek verdi, hepsi de "ooo" dedirten kıyafetler, şıkır şıkır ambalajında... 
Sağ olsun müftülüklerden Kur'an-ı kerim geldi, hemen ulaştırdık arzulayanlara.
Geçen yıl 2 bin küsur kargo yollamışız, evet bu rakam az değil ama 140 bin mahkûmun olduğunu düşünürseniz çok işimiz var daha.
Yetiştirme yurtları, çocuğu 18 yaşında sokağa atıyor. Ne iş güç, ne ana, ne de baba... Bir yere tutunayım derken kötü niyetlilerin ağına düşüyor. Bu sistemin değişmesi, çocukların kazanılması lazım. Ceza tevkif evlerine gittik anlattık "ödenek yok" deyip çıktılar. Biber gazına para buluyorlar ama...
Hasılı birilerinden alıp birilerine devrediyor, sessiz sedasız aracılık yapıyoruz insanlara. Bu işten şan şöhret alkış beklemiyoruz, duaları yetiyor. Benim ciğerlerim iflas etmişti, soluk alsam hançer gibi batıyor. Ağır ameliyatlar için hazırlanıyordum nasıl oldu ise kalkıverdim ayağa. Hekimler şaştı kaldı. Mana veremediler buna.
Aklınıza gelmeyen başınıza gelebilir
UMMADIĞINIZ ANDA
Efendim ben iyi vatandaşım, kodesle modesle işim olmaz. Sakın büyük konuşmayın, içeri düşebilirsiniz bir anda. Trafik kazası olur, çek kanununa muhalefet olur, iftira olur, usul hatası olur, hatta çoluk çocuk sahibisindir, hanımının yaşını bahane ederler yıllar sonra. Bu akşam parmaklıklar arkasına daüşer miyiz? Hiç belli olmaz valla.
Adam zengin onca eleman çalıştırıyor yanında. Yedikleri önlerinde, yemedikleri artlarında. O gün alacak verecek meselesinden ofisi basılıyor, kan dökülüyor kargaşada. Mal mülk gitti, aile dağıldı. Şimdi ceket bulamıyor sırtına.
Yeri gelmişken söyleyelim son kararda mutlaka takım elbiseli olmak isterler. Bu yüzden dertlenenler olur, eğer ceketi olsa bu kadar yatmayacaktır güya.
Geçen bir iş adamı kilo aldığı için giyemediği elbiselerini getirdi nasıl temiz koy satılsın benim diyen mağazada. Kuru temizleyiciye de götürmüş pırıl pırıl jelatinlenmiş ayrıca.
Ama bize dizleri erimiş, ağı sökülmüş, yakaları yağlı elbiseler de geliyor. Bunları yollamıyoruz asla. Geçen üç çuval kıyafet geldi elden geçirirken alerji olduk, meğer küflüymüş alayını çöpe attık, uğraştığımız da caba.
BİZ İNANIYORUZ ONLARA
Onları görmüyoruz ama içten yazan belli oluyor. "Seccadeniz çok ince, betonun tırtıkları dizime batıyor" diyen elbette samimidir. Namaz kılmasa bilemez ki. Kılıyor ki biliyor.
Bir 29 Mayıs günü Silivri Cezaevinde konferans tertipledik, seçme tarihçiler İstanbul'un fethini anlattılar. Salona getirildiklerinde yüzleri duvar gibiydi, çıkarken tebessüm vardı simalarında. Sarıldılar, kucakladılar, belli ki memnun kaldılar.
Geçen hafta bir mektup geldi "oğlumu ziyaretime getirecekler, oyuncak yollayabilir misiniz bana?" Bir plastik kamyon aldık ulaştırdık, para değil ama eminim dünyalar bağışlandı ona. Düşünün evladını ilk defa görecek. O bir baba!
Malum, mahkûm annelerin çocukları da hapishanede yaşıyor. Kadıncağızların mamaya, beze, emziğe her şeye ihtiyaçları var, parası olsa da bulamaz orada.
Bir genç kızımız mektup yazmış, "saçımı kalemle tutturmaktan usandım" diyor "bir toka gönderebilir misiniz acaba?"
İstediği şeye bakın yaa! Toka! Üç kuruşluk bi toka.
Ona hemen bir koli yaptık etek, penye, tarak, şampuan, kolonya... O anda ne geldiyse aklımıza.
Memleketine nakil isteyenler için para gerekiyor (yaklaşık bin lira), yollayamıyoruz.
Hukuki yardım talep edenler çıkıyor, avukat tutamıyoruz onlara.
Bizler kendi maişeti için koşturan orta halli insanlarız, gücümüz buna yetiyor anca. 
Ama hayırseverler destek olursa...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.