Gecesi sümbül kokan Türkçesi bülbül kokan İstanbul, İstanbul...

A -
A +

Uzun süre İstanbul’dan ayrı kalmış, dönüyorsunuzdur. Bir seher vakti otobüsün ışıkları yanar. Açarsınız gözünüzü tanıdık bildik binalar… Aaa ne zaman gelmişiz ya İstanbul’a?
Otobüs Selimiye kışlasını sağına almış inmektedir aşşa. Arkada Haydapaşa Lisesi, karşıda Sarayburnu Sultanahmet, Ayasofya…  
Derin bir nefes alırsın. Deniz kokusu. Yosun desen değil, balık desen hiç değil, ferahlatıcı ama... Sahi şunun parfümünü neden yapmazlar acaba?
Soğuk bir Anadolu şehrinden binmiş, karlı dağlar aşmışsındır sıra sıra. İstanbul ılık gelir sana.
Özlediğinden mi yoksa?
Vapurda üst kata çıkarsın garson “çay, çay, çay” diye dolaşmaktadır askıyla, sormaz bile bardağı uzatır, alacağından emin bir edayla. Bir de simit istersin, yarısını yersin, yarısını martılara…

Gecesi sümbül kokan Türkçesi bülbül kokan İstanbul, İstanbul...

YENİ ÇIKTI FIRINDAN ESKİŞEHİR UNUNDAN
 Bilir misiniz bu simit fırınları nasıl kokar? Meşe odunu, susam ve pekmeze bandırılmış halkalar.  
Tereyağlı çatal, mahlepli açma, çörek otlu galeta...
Seyyarlar yüz simidi tablaya dizer, kafalarında taşırlar. Tepsiye dökülen susamlar tıfıllara açıktır. Minikler teklifsizce gelecek, avuçlayacaktır gün boyunca.
Ekmek fırınları erkencidir, somunları küfelere doldurur, telaşla koştururlar bakkallara.
Fırıncılar Ramazan-ı şerifte sultan olur. Sabahları güveç atar, akşamları pide yaparlar.
İyi geçinirseniz, susam serper, yumurta kırarlar.
Mısır Çarşısı’nda her adım ayrı koku, kuruyemiş, şekerleme, ıtriyat, baharat…
Karanfil, kekik, kimyon, kakule, yeni bahar, sumak.
Peynir tenekeleri, zeytin seleleri, sucuk kangalları, deri tulumlar.
Kuru patlıcanlar, kuru biberler, minik minik bamyalar.
Hacı Bekir’de tarçınlı “akide şekeri” güllü lokum, demirhindi şerbeti, badem ezme, limonata.
Kurukahveci Han’da İhsan Bey’in halefleri, dibek başında...
Kakaolar, Seylan çayları… Bu nasıl koku, binbir gece masallarından çıkma.
Pazarların da kokusu vardır, balıkçılara ve turşuculara yaklaştıkça artar.

BURUN HAKKI
Eski aşçılar döner tezgâhını, kebap mangalını kapı önüne koymaz, öyle ya, alan vaaar, alamayan var.
Yaşlılar pazara zembille ya da kapaklı sepetle çıkar, transparan file kullananlara mücrim gözüyle bakarlar.
Kurabiyecide, muhallebicide ürün vitrine konmaz. Ha un, yağ, süt, şeker kokusu dışarı taşar, yapacak şey yok ona. Koku reklamın büyüğü, sen akşam üzeri bi leblebi kavur, gör bak nasıl takılacaklar.

Gecesi sümbül kokan Türkçesi bülbül kokan İstanbul, İstanbul...
Aç karnına Eminönü’ne düşmüşsün, haydi balık ekmekçiyi es geç sıkıysa. O zamanlar böyle İzlanda uskumrusu değil çingene palamudu (biraz daha küçüktür) atarlar tavaya, İstanbul hali Eminönü’ndedir, birkaç meyve kasası kırar, alev alev yakarlar. Amcam beyaz muşamba kaplı seyyar sandığından buharı tüten lahmacunları çıkarır, arasına marul, maydanoz, kırmızı soğan koyar, inceden domates doğrar. Sadece 50 kuruş, gel de sardırma. Ünlü kebapçılarda da yedim ama o tadı bulamadım bir daha.
Salatalık evinizde de vardır lakin seyyarda başka kokar. Senin kaynattığın mısır, dışarıdakini tutmaz asla.
Esnaf mevsime ayak uydurur, ne bileyim kışın salep satarsa, yazın dondurma.

ÜÇ YAP BİRİ AÇIK!
Mercan, Yeşildirek ve Mahmutpaşa’da mermer girişli iş hanları vardır. Eşikten adımını atarsın tam karşında çay ocağı. O nasıl bi koku abi, davlumbazdan taşan buruk buhar davetiye çıkarır âdeta.
Şimdi tiryaki nasıl çökmesin hasır oturaklara. Bardak ufacık, keyif kucakla.
“Çaylar filiz ...” Askıcı damarınıza basar inadına.  
Eski taksiler ve minibüsler kül tablası gibidir, şehirler arası otobüslerde tütsülenirsin âdeta. Saçın başın izmarit kokar. Düşünebiliyor musun tayyarelere bile küllük koymuşlar.   Nargile içen? Olur tabii ama böyle elmalı vanilyalı değil ve hem taşmazlar kaldırımlara… Balat eskiden cüruf metal duman kokardı, demirciler, dökümcüler, tekne artıkları, hurdacılar is pas...  Şimdi çay, kahve, kurabiye rayihaları yayılıyor.
Topkapı mis gibi çikolata gofret kokar. Evet Ülker tesisleri. Aynı kokuyu Eskişehir’den tanırım ETİ bisküvi, cici şekerleme civarında.
Kokoreci yiyen olur yemeyen olur ama kokusundan kaçanı duymadım daha. Pamuk şeker, patlamış mısır, koz helva kim itiraz edebilir ki bunlara.

EVİMİN KOKUSU
Bazı apartmanlara girersiniz, kenarda bezler kovalar. Mayi sabun, çamaşır suyu, Vim, Fay. Ortalık ovulmuş taş kokar. Hımmm titiz anam bunnar. Çamurlu ayakkabılarınla lap lap basamaz döner silersin bi taraflarda.
Her hanenin kendine mahsus bir kokusu vardır. Elin evinde yabancı kalmamız biraz da ondan... Eskiden semtlerin kokusu farklıydı. Fatih Eyüp başka, Ada, Moda bambaşka.
Yan yanadırlar ama dağlar vardı Kadıköy’le, Üsküdar arasında.
Miş diyelim, artık her yerde zincir marketler, bildik mağazalar...
Yani birinde nöbet şekeri, lati lokum, öbüründe franbuazlı pasta… Yok öyle bir şey, ikisi de, ikisinde de bulunur icabında.
Eskiden muhacirler Rumeli yemekleri yapardı, Güneydoğulular kebap, Karadenizliler mısır, hamsi, lahana…
Şimdi herkes her şeyi pişiriyor ve herkes her şeyi yiyor iştahla. Kahve içmek için evden çıkıyorlar. Üşenmiyorlar da...
İstanbul’un havasına güven olmaz, sabah burnunuza fırtına kokusu gelir, öğlen montu çıkarıp atarsın bagaja. Küçükçekmece’de kar, Fatih’te bahar. Beykoz’da yaz, Çamlıca ayaz.

AYILANA LİMON!
Bakkallar kaşar sucuk kokar, berberler tıraş sabunu, limon kolonyası, tuhafiyeciler lavanta. Bir de hacı amcalar vardır, küçük camekânlarda esans satarlar. Yaşlılar Arafat ve Cuma rüzgârı alır, gençler kara kedi bakar. Amcam yağı ufacık bi şişeye koyar, tıpasını takar, kapağını sıkar, enjektörde kalan zerreleri üstünüze pompalar.
İstanbul bitkileri çam, çınar, erguvan. Evet göz okşarlar ama bi iğde ıhlamur değildirler sonunda. “Ohh” dedirtecek kadar kokmazlar. İncir. Eh işte biraz… Akasya, manolya da kalmadı ki ortalıkta…  
Osmanlıdan miras küçük mahalle camileri olur, girersiniz yaşlı ahşap kokusu hâkimdir havaya. Asırlık tespihler, yün kilimler, pöstekiler. Mürekkep yalamışlar Mushaf-ı şerifleri açar, sararmış kâğıdı koklar doya doya.
Hacemmim vaziyetten vazife çıkarır. Camiyi siler, süpürür, paklar, sobayı yakar, ibrikleri doldurur, takunyaları sıralar, peşkirleri asar… Cumaları gül suyu serper sağa sola. Gasilhaneden yanık odun, ıslak kül, kalıp sabun ve kâfur kokusu sızıyorsa kesin cenaze var.
Merhum merhume? Kim acaba?
O teneşire bizi de yatıracaklar biliyonnu? Tabut dört kollu, mevta yalnız başına…
Ve toprak kokusu...
Encamımız hayrola.

BÖÖ DEDİRTENLER…
 Eskiden böyle egzoz ve baca kesafeti yoktu ama hava kirliydi fazlasıyla. Halkçı Belediye çöpleri götürüp Zeytinburnu sahilinde yakar, külünü molozunu dozerle itiverir deryaya. Deniz de misliyle iade eder ilk lodosta…  
Kemerburgaz ve Ümraniye Hekimbaşı çöp imha alanıdır. Dumanı da diğerlerine benzemez, içinde kâğıt, plastik, tokyo artıkları vardır, acı sarıdır ve genzi yakar. Kazlıçeşme tabakhaneleri her türlü kimyasalı kullanır, salarlar suya. Kolay alevlenenler, gaz çıkaranlar, tahriş edenler, yanıcılar, yakıcılar, solunması mahzurlu olanlar… Kediler sessizdir burada, fareler semirmiş deri artıklarıyla.
O yıllarda Haliç dünyanın en büyük foseptiği, unvanını Kurbağalıdere’ye bağışlayacaktır daha sonra... İstanbul’a ağaçlı kömürü gelir, adı gibi ağaçlıdır, tez yanar. Linyit gibi ziftlenmez, yapışmaz, baca ney tıkamaz. Ama duman, dumandır sonunda, bazen radyodan anons geçerler, aman yaşlılar çıkmasın dışarıya.
Yetmişli yıllarda İstanbul’da birahane patlaması yaşanır. Mekân sahibi, poşetlik bir kaset takar videoya, onlarca balkon göbek, boş gözlerle bakar, robot gibi içerler ayakta. Bira müdrirdir (idrar yapıcı) malum, fena sıkıştırır. Amcalar tuvalet aramaz, duvar diplerine köprü altlarına bevleder, kadınmış, çocukmuş aldırmazlar. Bahsi geçen mahal sarı bir katranla kaplanacaktır zamanla. Mümkünse oradan geçmeyin, para bile düşürsen eğilip alma.

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.