‘Devrim Otomobili’nin en genç mühendisi

A -
A +

15 Nisan 1961, Ankara… Uzun süren hazırlık aşamasından sonra, kongre başlamak üzere... Donuk bakışlı adam önündeki üstü peçete ile kapatılmış bardaktan bir yudum su içti. Kendince sesini düzeltti. Sıkıcı sayılabilecek konuşmasına başladı... Kürsüden inmeden son cümlesini söyledi:

“Sizden % 100 Türk işçi ve mühendisinin yapacağı bir otomobil yapmanızı istiyorum..”
Kongrenin katılımcıları şoke olmuştu. Konuşmayı yapan Devlet Başkanı Cemal Gürsel’den beklenmedik bir çıkış gelmişti. Herkes şaşkındı!.. Nasıl olacak? Kim yapacak? Nerede yapılacak?!..
***
Yüz yirmi dokuz günleri vardı 29 babayiğit adamın. Bugün bile mümkün olmayacak işe giriştiler. Bunların otomobilleri bile yoktu...
Eskişehir Lokomotif Fabrikasının bir hangarına önce sosyal tesislerini kurdular (toprak zeminli hangara bir çay ocağı yaptılar). Sonra büyükçe bir masayı atölyenin ortasına yerleştirdiler. Duvara bir tahta astılar. Tahtaya tebeşirle kocaman “129” yazdılar.
Aylardan Haziran... 29 Ekim Cumhuriyet bayramı kutlamalarına yetişecek. Gencecik mühendis, teknisyen ve işçiler.
Alçıdan kalıplar... Elle tesviyeler... Tasarım, motor, şasi, kaporta, elektrik, döküm grupları... Evler unutulmuş, yeni evliler, bebek bekleyenler, ilkokul çağındaki yavrular...
Hepsi, hepsi bir kenara bırakılmış... Bu bir askerlik görevi, vatan millet meselesi diye bütün hayatlarını toprak zeminli, loş ışıklı kocaman hangarda geçirmeye başlamışlardı...
“İnanmış 29 babayiğit”in neler yapabileceklerini göstermeye çalışıyorlar, bugün bile bir seneden az bir zamanda yapılamayacak işi başarmaya çalışıyor, yapmışken dört otomobil, yedi motor yapmayı hedefliyorlardı.
Herkes sefer tası ile evinden getirdiği yemeği ortak sofrada paylaşıyor. Hatta orada yatıp kalkıyorlardı. 
***
Otomobilin şekli yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış... Kaporta için özel kalıplar yapılıp gerdirme işlemi ile şekillendirilmiş, şasinin bütün hesaplamaları yapılmıştı. Her şey güzel gidiyordu.
Yalnız ortada bir sorun vardı. Motor grubu, 60  beygir 4 zamanlı motoru yapmış. Ancak motor çalıştığında ne ile karşılaşacaklarını bilmiyorlar.
Ya patlarsa!?.. Ya parçalanırsa!.. Kime nasıl zarar vereceği meçhul. Dahası?!.. Motora benzini koyup çalıştıracak “babayiğit” kim olacaktı.
Gece yarısına az kalmıştı. Toprak zeminli hangarın bir köşesine motorun sığacağı genişlik ve derinlikte bir çukur kazılmış, üzerine çelik ızgara konulmuştu. Ekibin en yaşlı üyesi, “Ben çalıştırayım...” dedi. En genç ve bekâr üyesi ise “Hayır efendim, sizin oğlanın düğünü var. Ben çalıştırayım!..” Herkes “Ben çalıştırayım...” diyordu
Elhasıl bütün babayiğitler motorun başında... Motor çalıştı... Her şey yolunda, müthiş bir sevinç. Başarmanın sevinci...
***
28 Ekim 1961... 4 otomobil, 7 motor bitmiş. Hangarın önüne kömürle çalışan lokomotifin arkasında bir vagon yanaştı. Lokomotife yakın olan siyah renkli otomobile az benzin konuldu. Lokomotiften sıçrayan kıvılcım zarar vermesin diye. “Nasıl olsa Ankara’da alırız” dediler. Arkadaki bej otomobile ise benzin ikmali tam yapıldı. Otomobillerin pasta-cilası, Eskişehir’den  Ankara’ya götürülürken yapıldı.
***
Sabah Ankara Garı'na ulaştılar. Kırmızı, siyah plakalı resmî araçlar otomobilleri bekliyorlardı. İner inmez, sirenler çaldı, Otomobiller meclise gitmek üzere yola çıktı. “Aman efendim siyah otomobilin benzini az” demeye kalmadan. Öyle ya devlet başkanı Cemal Gürsel mecliste bekliyordu...
Meclise vardılar. Biraz benzin bulunmuştu ama huni yoktu. Gazeteden alelacele huni yapıldı. Benzin motora dökülmedi, yere döküldü. "Cemal Ağa" siyah olana kuruldu “Yürü oğlum Anıtkabir’e” dedi direksiyondaki Rıfat Serdaroğlu’na. Kimin ne haddine ki, “efendim benzin az!..” desin. İki yüz metre gittiler. Araba öksürdü ve durdu. “Ne oldu?!..” dedi Ağa, “Benzin bitti efendim!” Cemal Ağa indi siyah renkli otomobilden. Arkada onları takip eden ikinci “Devrim”e bindi. Gülümseyerek “Avrupa mantığı ile otomobil yaptınız, Türk mantığı ile benzini unuttunuz” dedi.
Her şey güzeldi. 29 Ekim kutlamalarının yapıldığı alana geldiler. Halk sevinçten avuçlarını patlatırcasına alkışlıyordu. Hatta kimisi tekerini öpmeye çalışıyordu “Devrim”in. Cemal Ağa mutlu, halk mutlu, mühendisler gururlu... Müthiş bir şeydi.
***
30 Ekim... Gazeteler, ah gazeteler... Dünkü güzelliği görmemiş gibi, o heyecanı yaşamamış gibi manşetler atılmış, makaleler kaleme alınmıştı.
“Devrim yolda kaldı”
“Yazık oldu o kadar masrafa”
“Otomobil üretmek bizim neyimize”... Vs...vs...
“Devrim”’in idam fermanı verilmiş, kalemi kırılmıştı.
Hüzün vardı 29 babayiğit’in yüzlerinde, yaş vardı gözlerinde, suskunluk evlerinde...
Oysa, yürümez dedikleri Devrim 54 yıl sonra bugün bile anahtarı çevrilince nasıl da gidiyor (bindim, denedim)...
O da üzgün, bir köşesinde bekliyor.  Diğer üç arkadaşı hurdaya atılmış, yanmıştı. Hayatta kaldığına sevinemiyordu Devrim, öylece bekliyor Eskişehir’de mahzun, mahzun.
***
...Ve bir gün acı bir haber aldım.
Her görüşmemizde o heyecanı tekrar tekrar yaşayan, ilerlemiş yaşın duygusallığı ile “Takdir ve teşekkür beklemedik, vatan haini ilan edilmediğimize şükrettik...” diyen projenin en genç mühendisi Kemalettin Vardar Hakk’a yürümüştü.
Naif bir yapısı vardı. Devletine küsmemişti. Ama kırgındı...
En imkânsız ortamda bu milletin neler yapabileceğini ispatlayanlardandı...
Mekânı Cennet olsun...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.