İhanet veya meşruiyet

A -
A +

1299’da kurulan Osmanlı Devleti’nde de siyâsî öldürme olayları görülmüştür. Sultanlar, şehzâdeler, vezîrler ve paşalar öldürülmüştür. Bunlar makam hırsı mıydı, otorite devşirmek miydi yoksa âdetin işleyişi miydi?

İnsan var oldukça hırsı, tamâı ve kıskançlık duyguları da hiç bitmeyecektir. İnsanının altyapısında gizli olan nefsî duyguları ve egosu onu hiç rahat bırakmayacaktır. Hangi sistemle yetişirse yetişsin, insan insandır. Peygamber olan veyâ velâyet sınırına ulaşan insanlarda nefs artık ihânet sınırından uzaklaştırılmıştır.

Peygamberlerin nefisleri zâten mü’min olmuştur. Velîlerden az da olsa üst velâyet sınırlarında iken de hatâ yapanlar olmuştur. Demek ki peygamberler hâriç hiçbir insan ismet sıfatı taşıyamaz. Üst velâyet makamlarında “hatarü’l-azîm” denilen tehlike her zaman vardır. Yalnız bir kâideyi de unutmayalım:  Peygamberân-î izâm  ve’l fihâm efendilerimiz mâsum (ismetli, günah işlemezler) evliyâ-yı kirâm (rahmetullâhi aleyhim ecmaîn) hazerâtı ize mahfûzdur (günahlardan korunmuş).

Ama hiçbir veli bir peygamber değildir. Bu yüzden hepsi hayatları boyunca nefislerinin şerlerinden Allâhü teâlaya sığınmışlardır. Biz kulların ise nefsimizin ne kadar tehdîdi altında olduğumuzu takdîr edebiliriz. Bu yüzden Allâhü teâlaya, Yüce peygamberimize ve onun yolundan giden Ehl-i Sünnet âlimlerine ve sâhib-i velâyete dâima tam bir bağlılıkla, takvâ yoluyla nefsin şerrinde korunmaya çalışırız. Buna rağmen çok dikkat etmek gerekir. Çünkü nefsimiz, şeytan ve en tehlikelisi de kötü arkadaştan çok sakınmalıyız. Şeytandan istiâze ile (e’ûzü besmele) nefisten, takvâ, riyâzât ve mücâhede ile, kötü arkadaştan da ondan uzak durmakla sakınabiliriz.

Biz dünyâda sanki hiç hesâba çekilmeyecek gibi yaşıyoruz. Hâlbuki Cenâb-ı müteâl ve’l-zülcelâl hazretleri Kelâm-ı kadîm’inde buyuruyor ki: “Hayır, insan önündekini (ölümle başlayan ebedî hayâtı) yalanlarcasına azgınlaşıyor (Sûre-i Kıyâme- 5). Şu âyette de: “İnsan başıboş olarak bırakıldığını mı sanır? (Hiç hesâba çekilmeyeceğini mi zanneder?)” (Sûre-i Kıyâme- 36 ) buyuruyor.

 

ÖMER İBN-İ ABDÜLAZÎZ’İN ŞEHÂDETİ

 

Bir dönem Şiî, Hâricî sonrasında da Haşhâşîler İslâm’ın başına dert odular.

Ömer ibn Abdülazîz’in şehâdeti kâtil için tamâ’, plânlayanlar için siyâsî bir cinâyettir. “İkinci Ömer” diye anılan Ömer b. Abdülazîz (rahmetullâhi aleyh), Emevî halifesidir. Hâricîler onun kölesini 1000 altına kandırdılar. Kölesi onu zehirledi. “Paraya tama’ ettim” dedi. Köle pişman olduğunu beyân edince Halîfe onu affetti ve ona verilen 1000 altını beytü’l-mâle bağışladı.

Bu mübârek zât, vefâtı yaklaşınca Halîfe Abdülmelik’in oğlu Mesleme onun yanına girmiş, “Çocuklarına bir şey bırakmadın; onları başkalarının sırtına yük etme, bize emânet et” deyince; “Ey Mesleme! Çocuklarıma mal bırakmadım da hakları olan malları mı vermedim? Başkalarının haklarını çocuklarıma vermek istemedim.  Onları hânedâna teslîm etmektense Allâh’a emânet ettim” dedi. Sonra çocuklarına dönüp: “Ey evlâtlarım, sizin için canımı fedâ ederim. Babanız sizi zengin edip cehenneme mi gitsin veyâ sizin fakir bırakılmanız hâlinde cennete mi gitsin? Kalkınız evlâtlarım,  Allâh’a emânet olunuz” dedi ve Allâh’a onların rızıklarını bol eylemesi için duâ etti.  Sonra onun 10 çocuğu da büyük rızıklara kavuştu. Eniştesi “Abla, gelen giden çok oluyor, halîfenin gömleği çok eski, onu değiştir” dediğinde ablası “Vallâhi halîfenin ikinci bir gömleği yok” dedi. Kendisine bu zehrin ilâcını uygulamak isteyenler de “Şifâ kulağımın yanında olsa dönüp almam” diyerek şehâdete kavuştu. Şimdi bu mübârek zât insansa (ki insân-ı kâmildi) biz neyiz?

 

NİZÂMÜLMÜLK’ÜN ŞEHÂDETİ

 

Bu da dînî-siyâsî cinâyetlerdendir. Devrin en büyük fitnesi kabûl edilen İsmâîlî- Haşhâşî Hasan Sabbâh, başlangıçta Melikşâh’ın güvenini kazanmış, fakat son derece zekî olan Nizâmülmülk onun hâin olduğunu anlamıştı. 

Nizâmülmülk açtığı Nizâmiye Medreseleri’nde İmâm-ı Gazâli hazretlerine de görev vermiş ve bu medreselerde Bâtınî-Haşhâşilere ve yıkıcı felsefî akımlara karşı Ehl-i Sünnet inancını tahkîm ediyordu (sağlamlaştırıyordu).

Fitneciler Melikşâh’a “Nizâmülmülk’ün saltanatta gözü var” diyerek ikisi arasına fitne soktular. Biraz eli zayıflayan bu büyük devlet adamını, Batınîler, Nihâvend’de yaraladılar. Kendisinin son demlerinde onu ziyâret eden Melikşâh’a koca vezîr: “Sultânım ömrümde çok az bir zaman kaldı, bunun bana yapılmasın emretmeseydiniz” dediğinde Melikşâh: “Ben sana bunu nasıl yapabilirim, sen benim babam yerindesin ve devletimizin bereketisin” demiştir. Faydalanılan kaynak: (Büyük Selçuklular Döneminde Bâtınîlerle Yapılan Mücâdeleler. Y. Lisans Tezi, Pınar Kaya, s.35-36, İstanbuli 2008 )

 

DEVÂM EDEN SİYÂSÎ ÖLÜMLER

 

Doğu sınırlarını genişletmek üzere sefere çıkan Süleymân Şâh vezîri Ebülkâsım’ı İznik’e idâreci olarak bıraktı. Süleymân Şâh’ın 1086’da ölümü üzerine oğulları I. Kılıçarslan ve Kulan Han’ın Melikşâh tarafından hapsedilmesini fırsat bilen Ebu’l-Kâsım İznik tahtına çıktı. Devlet otoritesini tanımayan Ebu’l-Kâsım’ın üzerine Melikşâh, Emîr Porsuk’u gönderdi. Porsuk bunda başarılı olamayınca yerine Emîr Bozan görevlendirildi. O da başarılı olamadı. Merkezî idâreyi ele geçiren âsîler genelde iyi teşkilatlanırlar ve merkez savunmasının avantajını da ellerinde bulundururlar. Selçukluda ve diğer devletlerde vezirler devletle meliklerden daha iç içe olduklarından isyanları büyük problem olmuştur.

Ebu’l-Kâsım sonunda Melikşâh’a itâat ettiğini bildirdiyse de Sultan onunla görüşmeyi kabûl etmedi. Zirâ otorite isyâna tâviz verirse devletin dengesi bozulur. Nitekim Melikşâh da İznik yolundaki âsîyi, Emîr Bozan’a öldürtmüştür. Bu bir cinâyet değil, bünyedeki habîs bir urun alınması gibidir.

 

OSMANLIDA DURUM

 

1299’da kurulan Osmanlı Devleti’nde de siyâsî öldürme olayları görülmüştür. Sultanlar, şehzâdeler, vezîrler ve paşalar öldürülmüştür. Bunlar makam hırsı mıydı, otorite devşirmek miydi yoksa âdetin işleyişi miydi?

Amacımız bilinen târihî olayları tekrarlamak değil, ibret alınacak vukuâtın nasıl meydana geldiğini anlatmak ve ibret almaktır. Bilemeyiz.

 Yalnız burada yanlış yapan kulların irâdelerini nasıl kullandıklarına dikkat çekmek istiyoruz. Meselâ Yıldırım Bâyezîd, dâmâdı Seyyidü’s-sâdâd Emir Buhârî’yi dinleseydi, Timur’la savaşmazdı. Ayrıca Timur’a yazdığı mektupların ağır hakâret içermesi de büyük hatâydı. Sultan Yıldırım, dâmâdını hep sayardı. iki Türk cihangîrinin bir coğrafyaya sığması mümkün olmayacağı için bu savaş kaçınılmazdı.

“Kırk derviş bir posta oturur, lâkin iki hükümdar bir cihâna sığmaz.” (Sa’dî-i Şîrâzî)

Kara Tatarların Timur’un safına geçerek Osmanlıya en büyük ihâneti yaptığı için Timur’u suçlayanlar da haksızdır. Çünkü harp hile, taktik ve strateji formülüdür.

 

İhanet veya meşruiyet
Ankara Harbi'ni gösteren bir minyatür

 

OSMANLI’NIN KURULUŞ ÖNCESİ İLK ACI VAK’A VE DÜNDAR BEY’İN ÖLÜMÜ

 

Bu cümleden olarak devletin kuruluşu evvelinde, Osman Gâzî, amcası Dündar Bey’i kurulacak Osmanlıda ilk öldürme vak’asını gerçekleştirmiştir. Dündar Bey Süleyman Şah’ın oğlu olması bakımından beyliği tabîî olarak kendisinde görüyordu. Ama beylik isteyene değil onu hak edene verilirdi. Esas Türk töresi de budur. Bu arada Bizans, Türk obalarını geldikleri Orta Asya’ya göndermek istiyordu. Bunlarla cihâd eden Süleymân Şah oğulları ve torunları aynı zamanda devrin azîm fitnesi Moğollara karşı cihâd ehlinden himmet bekliyorlardı. Ama bu karmaşık düşman çemberinde iç fitne her şeyi berbât ederdi ki Dündar Bey bu hatâyı yaptı. Bilecik Tekfuru’na çok yakınlaştı. Hattâ târihçi Neşrî’ye göre Tekfur ona elini bile öptürdü. Osman Gâzî Tekfûr’a savaş açınca Dündar Bey: “Germiyanların ve diğer Hristiyân grupların tehlikeleri devâm ederken Tekfûr’u da kendimize düşman etmeyelim” dedi. Cihâda karşı çıktı. Son devir târihçilerinden Hayrullâh Efendi’ye göre Dündar Bey Tekfurla ittifak ederek Osman Bey’e suikast düzenlemek istemiştir. Osman Gâzî de bunu anlamış, fakat daha ziyâde cihâda engel olduğu için tehevvürle yayını başına vurmuş ve Dündar Bey’i öldürmüştür.

Bâzı târihçiler Osmanlı saltanâtı Dündar Bey’in kanı üzerine kurulmuştur derken, bir kısmı da eğer Dündar Bey başarılı olsaydı Osmanlı Devleti kurulmaz ve Türkler de Anadolu’da tutunamazdı. Zîrâ Osman Bey Anadolu’daki Türk boylarının îtimâdını kazanmış ve devlet olma birlik şuuruna da bu boyları hazırlamıştı.

Sultan I. Murâd oğlunu öldürten ilk pâdişâhtır. Kendisine karşı ayaklanan ve tahtı ele geçirmeye çalışan Savcı Bey’i öldürtmüştür. Sultan Murad üç oğlundan büyük olan Bâyezîd’e oğulları hakkındaki intibâlarını sorduğu zaman Bâyezîd, küçük kardeşi Savcı’nın etrâfını giderek genişlettiğini ve tehlikeli olabileceğini söyledi.

Sultân Murâd seferde iken aynı onun gibi sefere çıkan Bizans İmparatoru V. İoannis’in oğlu Andronikos, imparatorluğunu îlân etti. Bunu örnek alan Savcı Bey de saltanatını îlân ederek adına hutbe okuttu ki daha 14 yaşında idi. Çok zeki ve cevvâldi. İkinci büyük hatâyı Murâd’a karşı Andronikosla ortak olup babasına savaş açmakla yaptı. Yenildi ve sonunu hazırladı.

Bir oğul düşünün ki babası olan sultân cihâdda iken, düşmanıyla bir olup devlete başkaldırıyor, saltanâtını îlân edip adına da hutbe okutuyor. Bir devlet bu tip olayları müsâmaha ile karşılarsa o devlet nasıl yaşar?  O vakit hissî değil gerçekçi olmak gerekir.

Sultan I. Mehmed (Çelebî ) dönemi yeni teşekkül etmeye başlayan Osmanlının en şanssız dönemidir. Önce Yıldırım Bâyezîd’in Timur’a karşı Ankara Savaşı’nı kaybetmesiyle büyük bir otorite boşluğu doğmuş, bu boşlukta oğullarının her biri bir yere dağılmıştır. Önce Süleymân Çelebî sultanlığını îlân etmiş ve hükümdarlığını sekiz yıl sürdürmüştür. Bu saltanat,  kardeşi Mûsâ Çelebî’nin Süleymân Çelebî’yi öldürmesiyle son bulmuştur.

Mûsâ Çelebî Rumeli’de devletini kurdu ve o da dört yıl saltanâtını devâm ettirdi.

II. Murâd ve Düzmece (Mustafa çelebi) vak’ası: Ankara Savaşı’ndan sonra Timur, Mustafa Çelebî’yi Semerkand’a götürdü. Timur’un ölümünden sonra Düzmece Anadolu’ya döndü. Tahtta hak iddiâ ediyordu. Tek başına bu iddiâsını gerçekleştirmesi zor olduğu için Bizans’la anlaştı. Bizans’la birlikte Eflâk Beyliği’nin desteğini de arkasına aldı. Çelebî Mehmed, Bizans’a bol para vererek onu hapsettirdi. Düşmana güven olmaz. Nitekim Sultan II. Murâd tahta çıkar çıkmaz Bizans, Düzmece’yi serbest bırakıp yine ayaklanmaya teşvik etti. Bu arada Anadolu Beylikleri’nden de Düzmece’yi destekleyenler oldu. Tehlike giderek büyüyordu. Amaç taht kavgasıyla devlet’i parçalamaktı.

Sultan Murâd Rumeli taraflarında üzerine ordu gönderdi. Ordusunu Bizans’ın yardımıyla tahkîm eden Düzmece bu savaşta Sultan II. Murâd’ı yendi. Devlet hızla bir kaosa sürükleniyordu.

Sultan Murâd bu arada Azep ordu teşkilâtını kurdu. Bu teşkilât Fâtih’in İstanbul’un fethinde de çok mühim bir rol oynamıştır. Nitekim Sultan Murâd, Uluâbâd (Ulubat ) civârında Düzmece’yi yendi ve onu îdâm ettirdi.

 

ATLATILMASI EN GÜÇ TEHLİKE

 

İki olay Osmanlı Devleti’ni bitirebilirdi. Altyapısı henüz oturmamış olan devlet, kuruluşundan 103 yıl sonra çok büyük bir tehlike ile âdetâ çatırdadı. 1402’deki Ankara Savaşı’nı, Yıldırım Bayezid’in kaybetmesiyle bambaşka bir hâle büründü. Timur, bâzı âlimleri yanında Semerkand’a götürdü.

En önemli sıkıntı da arşivler mes’elesiydi. Osmanlının kuruluş dönemlerine âit arşiv belgeleri çok azdı. Olanlar da Ankara Savaşı’ndan sonra Bursa ve Edirne’de oluşan arşivler maalesef Timur tarafından imhâ edilmiştir. Ankara Savaşı fetretinden sonra bir süre arşiv oluşturulamamıştır. Fatih’in İstanbul’u fethiyle Osmanlı Arşivleri birikmeye başlamıştır. (Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Arşivlerin Oluşumu ve Türk Arşivlerinde Araştırma Hizmetleri İbrâhim Baş, Yıldırım Bayezid Üniversitesi Sosyal Bil. Enstitüsü )

Sultan Yıldırım’ın bu savaşı kaybetmesiyle “Fetret Devri” dediğimiz büyük bir kargaşa, devleti tehdît etmeye başladı. Yukarıda bahsettiğimiz bu olay da Osmanlıyı tekrar toparlanma sürecine girmesi ve Osmanlının ikinci kurucusu olarak bilinen Çelebî Mehmed’in bütün çabalarına rağmen, İsâ Çelebî, Mûsa Çelebî, Süleyman Çelebî olayları içinde devlet bitmiş gibi görünüyordu. Devlet içinde devlet olmuş, kardeşlerin her biri, âdeta beylikler gibi hükümranlık ilan etmişlerdi. 15 seneye yakın bir dönem bu isyan devletlerinin varlığıyla hebâ olmuştur.

Yüzlerce yıl geçen bu olayların arkasından şüphesiz büyük Türk cihângîri Timur’u yargılamak bize düşmez. Ama bir gerçek var ki Osmanlı sendelemiş, yıkılama safhasına yaklaşmıştır. En büyük komutan ve sultanlardan olan Yıldırım Bâyezîd gibi bir değer yok olmuş, kuruluş dönemine âit en önemli arşivler imhâ edilerek devletin başlangıç hâfızası yok edilmiş, İstanbul’un fethi de gecikmiştir. Allâhü te’âla Fâtih gibi bir büyük komutanı, bilge, şâir, âlim devlet adamını bu millete lutfetmiş ve bu yüce devletin yıkılmamasını murâd etmiştir. Zîrâ İstanbul’un fethi Osmanlının şahlanışını hazırlamıştır.

Demek ki Osmanlıda gerçekleşen evlât ve kardeş öldürmelerini âdî ve nefsî olaylar gibi görmek büyük bir hatâ olur. Onlar kendi evlât ve kardeşlerini devletin bekâsı için yok etmişlerdir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.