Son Amerikan filminin ismi "Elveda Huzur"...

A -
A +

Amerikanizmi yayma yollarının başta geleni sinema filmleri. Bu filmlerle bütün dünyaya Amerikalı gibi düşünme ve yaşama alışkanlığı zerk edilmekte. Estetik anlayış keza, aşk keza, kültürel iktibaslar keza. Şimdi vizyonda yeni bir Amerikan filmi var. Tam da Hollywood cinsinden... Bir sabah mesai henüz başlamaktadır. Bir kısım çalışanlar, kahvelerini henüz ısmarlamış, bir kısmı metrodan çıkmakta, bir kısmı asansördedir. New York'un Dünya Ticaret Merkezi denen mağrur ikizlerinden biri aniden sarsılır. Bina alev almış, ne oldu denirken bir uçağın çarptığı sanılmıştır. Bir ân bu bir kaza olarak görülür. Hayır bu bir kaza değildir. Sadece 18 dakika sonra ikinci bir yolcu uçağı da diğer binaya saldırır. O kadar da değil. Aynı ânda ABD'nin askerî beyni Pentagon da hücuma uğrar. Beyazsaray'sa son dakikada kurtulur. Ve sonuç 30 bin civarında zavallı insan yanmak dahil türlü azaplı yollarla ölür. Bu filmin senaryosu yazılmadı. Senaryo yazılmadan uçak, intihar, saldırı, alev, ateş ve dumanla bir film çevrildi. Prodüktör kim belli değil, rejisör kim belli değil. Hatta aktörler bile belli değil. Belli olan sadece figüranlar. 11 Eylül sabahı bir kısım yolcularla işine varmş veya varmak üzere olan insanlar zorla bu dramanın elemanı haline getirildiler... Bu yüzyılın değil, belki dendiği gibi hakikaten bin yılın filmi. En büyük sebep büyüklük kompleksi. Dünya aslında yeni bir Titanic faciası yaşadı. Bu gemiyi inşa edenler denize indirdikten sonra sahilde geriye çekilerek pipolarından iki derin nefes alıp şu unutulmaz lafı ettiler. "Bu gemiyi Tanrı bile batıramaz". O gemi daha ilk seferinde battı. ABD dolarlarında "Tanrı bizi korusun" yazmakta. Bu söz anlamını yitirmiş, varılan büyüklük kompleksi ile ters anlama kaymıştı. Artık okunan şuydu. "Biz Tanrı'nın korumasına muhtaç değiliz". İşte sonuç. 12 Eylülden itibaren Amerikan kliniklerinin daha fazla ziyaretçisi olduğunu tahmin etmekteyiz. Bundan böyle Amerikalı psikolog ve psikiyatristler hiç boş kalmayacaklardır. Az evvelki misale dönelim. Titanic filmi iki yıl kadar evvel çevrildi. Geminin batmasıysa çok daha evvelden olmuştu. Bazıları bu terörist saldırıyı Pearl Harbour'a benzetiyorlar. Onun filmi ise bir ay evvel sinemalardaydı. Acaba o film teröristlere ilham kaynağı olmamış mıdır? Şunu demek istiyoruz. Birinde önce gemi battı sonra filmi yapıldı. Diğerinde önce filmi yapıldı sonra terör sahnelendi. Bunlar tesadüf mü ? Bu açıdan bakılırsa başka ibretlik manzaralar da bulunabilir. İşte en çarpıcı olanı. SSCB'nin çökmesinde iki müessir unsur şunlardır. Kızılordu, Afganistan'a girdi. Dört bir yana dehşet salıyordu. Büyüktü. Mağrurdu. Efsaneydi. Devletler karşısında titriyordu. Efgan, figanlar ülkesi gariplerinin karşılarında kaç hafta dayanacağı tartışılmaktaydı. Ama gün geçtikçe gözler fal taşı gibi açıldı. Kızıl imparatorluk bir avuç mücahid karışısında zorlanıyordu. Sonunda canlarını zor kurtardılar. Diğer unsur o Alman gencin binlerce mili aşarak Moskova'daki Kızılmeydan'a inmesiydi. Bunlar korkacak hiçbir şey olmadığını, ortada bir hayaletin varlığını göstermişti. Şimdi ABD tehir takdime uğradı. Önce uçaklar vurdu. Sonra kendisi Afganistan'a gidiyor. Gerçi şu bir vakıa. Bugünkü Afganistan, dünkü mazlum ülke değil. Halk yine mazlum ve mağdursa da yönetim farklı. Dün Müslümanlar, şöyle veya böyle kardeşlerinin yanındaydılar. Talebân'ın yanında kim yer alır? Orası meçhul ama ABD'nin işi yine de çok çetin. Ölümü göze almış bir insandan daha keskin bir silah yoktur. Hiç şüphe yok ki ABD bu silahlarla dolu. ABD'nin Talebân'a, Üsame bin Laden kuvvetlerine taarruz ettiği ân başta kendi toprakları olmak üzere bütün dünyadaki Amerikan tesis ve menfaatleri tehlike altına girecektir. Bundan sonra Amerika'da metroların, marketlerin, benzin istasyonlarının, bankaların kundaklanması sürpriz olmaz. Daha tehlikeli gelişmeler de beklenebilir. Amerikalının peşinde suikast, sabotaj, yangın gibi musibetler eksik olmayacak gibi görünüyor. 11 Eylül günü Amerikalı huzura veda etmiştir. Walker Bush, bazılarınca "kasaba politikacısı" olarak niteleniyor. Neden bu hadiseler Bill Clinton zamanında değil de Walker Bush devrinde oldu suali de izahsız bir meraktır. Kasaba politikacısıdır veya değildir ama babası ve selefi çapında olmadığı Haçlı Seferi gafı veya şuuraltı niyetiyle isbatlandı. Her ne kadar o gafını tamire çalıştıysa da ok da yaydan çıktı. Bundan sonra Amerika'daki yabancılar da rahat olmayacaklardır. Onlar, doğup yetiştikleri vatanlarını 'yaşanmaz' ve hakir görüyorlardı. Bundan sonra ne yapacaklar, sürekli horlanmayı taşıyabilecekler mi? Bir zaman sonra kendilerini tashih edebilirler. O, kendi bilecekleri iş. Mühim olan şu savaş derdi. Bir kartal bir sineğe saldıracaktır. Hiç belli olmaz; "sinek", "kartal"ı kaldırıp yere vurur, biz de tozunu görebiliriz. Yunus Emre'nin böyle bir şiiri vardır. Bir sinek bir kartalı kaldırdı vurdu yere, ben de gördüm tozunu, der. Tabiî ne sinek vardır ne kartal. Şiir ortamında mecazlar dolaşıyor. Kartal azameti, sinek hesaba alınmayan zavallıyı temsil etmekte. Ne gariptir ki ABD, harekâtına "asil kartal" adını koydu. Öyleyse kader perspektifinde 'Efganistan'a da "sinek" rolü düşüyor. Sinek, kartalı yere vurur veya vurmaz. Onu bilemeyiz. Bir gerçek var ki bu film uzun metrajlıdır. Finale gelince. Kasabanın kocaman hasır şapkalı, çifte tabancalı şerifi istediği kadar "Wanted" yazılı nişan levhasına ateş etsin kasabalı bir zaman sonra onu azledecektir... Unutulmasın. Bundan böyle huzur en pahalı meta. Amerikalı olan için de olmayan için de. "Elveda Huzur" interaktif teknolojide. Seyirciler de filmde rol alıyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.