Ne Bağdat gibi diyar kaldı; ne Halep orada kaldı!..

A -
A +
İmparatorluk hayatımızın bir tarafında Belgrad, Bosna, Tuna, Edirne gibi meşhur şehirlerimiz varsa diğer tarafta Harput, Diyarbekir, Van, Bağdat, Halep, Şam, Kudüs, Medine, Mekke ve Kahire gibi vilayetler vardı. Bunların merkez noktasında da payitaht İstanbul. Dünkü hayatımızda şehir bir görgü ve kültür birikimidir. İdari yapı, eyalet, vilayet, sancak, kaza, nahiye ve köy diye ayrılır.
O günkü şehirlerin hepsini sayarsak yerimizi taşarız. Yukarıdakilerle birlikte Kerkük, Erzurum, Trabzon, Adana, Konya, İzmir, Selanik, Hanya, Trablusgarb gibi daha onlarca ticaret, medeniyet, ilim ve irfanla cıvıl cıvıl şehirlerimiz mevcuttur.
Bu her biri ayrı güzellik ve hususiyete sahip yerler, 1920'lere kadar aynı bayrağın altında, aynı payitahtın hükümranlığında, aynı kardeşliğin sıcaklığındaydı.
Öyle ki isimleri, deyimlerle Türkçe'nin zenginliğine zenginlik katmışlardır.
Sadece Hereke, Bünyan, Develi vs. halısı denmemiş.
Sadece Amasya Elması da denmemiş.
Şam'ın şekeri denmiş.
Afyon kaymağı denmiş.
Fizan uzaklık timsali olmuş.
Ders olması için "şimdi Hanya'yı Konya'yı görürsün!" denmiş. Ve daha neler. Bunlar şüphesiz ki kitaplık hacimlerin malumatı. Fakat hepsi bir yana iki deyimi ihmal edemeyiz. Onlar, bugün gönlümüzde sızıdır.
-Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz!
-Halep oradaysa arşın burada!
Ana gibi sevgili olmayacağı belli. Bağdat gibi diyar olmayacağı da bir başka hakikat. Tabiat, tarih ve irfan Bağdat'ta şaha kalkmış. Bir âlim, evliya yatağı. Ne var ki her güzel gibi Bağdat'ın da şanssızlığı fazla. Güzel olundu mu gözler üzerinde olmakta. Cengiz adlı zalimin ondan da azgın torunu Bağdat'ı işgal ve tarümar ettiğinde ırmağın biri katledilen insan kanından dolayı kırmızı, diğeri suya dökülen el yazması kütüphaneler sebebiyle mavi aktı.
O Bağdat IV. Murad Han'la birlikte Osmanlı Barışına kavuşunca yeniden huzurla tanıştı. Bu hayat, 1920'lere kadar sürdü. Son Osmanlı zaferi Kut'ül Amare'den sonra zalim sömürgeci devletlerin dayanışmasıyla düştü. Düşüş o düşüş. Sonrasında gülmeye hasret kaldı. XX. Asrın sonunda yaşadığı işgaller ve gelen sun'i iktidarlarla Bağdat ve çevresi mahvedildi.
Halep de öyle...
Halep, Antep, Urfa, Kilis gibi sancak ve kazaların da bağlı olduğu meşhur bir merkez, bir geçiş noktası. Bugün "Orta Doğu" denen bölgeye açılan bir ticaret kapısı. O Halep, Suriye'nin Şam'la birlikte en mühim şehirlerinden... ama ne kadar hayıflanılsa azdır ki bugünlerde harabe şehre dönmüş vaziyette. Halep'te tarih de tabiat da insan da çocuk, kadın ve sivillerle birlikte katledilmekte.
Hür Suriye Ordusu'nun elindeki tarihî merkezi Baas kuvvetleri, varil bombalarıyla insafsızca vurmakta. Her ân düşebilir. Kobani ve Afrin için dünyayı ayağa kaldıranlar, Halep için ağızlarını dahi açmamakta!
Halep kaybedilirse çok şey de beraberinde kaybedilir. Bu tehlikeli gerçek fark edileceğine dedi-kodu yapılarak sokaklarımızda dilenen insanlar kınanmakta. Hiç merak edildi mi, onlarla konuşuldu mu? Bu dilenmek zorunda kalan insanlar, dört yıl önce memleketlerinde nasıl bir imkân ve hayata sahiplerdi?
Kimse, 90 sene evvel aynı memleketin vatandaşı olan insanlar için "elin adamı!" direnen şehirlere de "elin şehri!" dememeli.
Sömürgeciler, yangını Bağdat'tan, Halep'ten başlattılar.
Bugün, tek yumruk olma vaktidir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.