Yerli dokuyla uyuşan laiklik

A -
A +

23 Aralık 1876 Tarihli Kanun-Esasi’nin 7. ve 24 Nisan 1924 Tarihli Teşkilat-ı Esâsiye Kanunu’nun 2. Maddelerine göre devletin dini, Dîn-i İslâmdır. Bu madde yani “Devletin dîni, Dîn-i İslâm”dır ibâresi, 10 Nisan 1928’de Anayasa’dan çıkartılmıştır. 5 Şubat 1937’de ise Anayasa’nın 2. maddesine CHP’nin altı oku, laiklikle beraber dahil edilmiştir...
Görüldüğü gibi laikliğin anayasada yer alması, cumhuriyetin ilânından 14 sene sonradır. Ancak; laiklik,  Türkiye mevzuatına saf bir hukuk uygulaması olarak girmemiştir. Bunun bir arka planı var. 18 Temmuz 1923’te Ankara Garı’nda TBMM reisi Mustafa Kemal’in başkanlığında bir toplantı yapılmaktadır. Bir kısım bakanlar da oradadır. İkinci gün Kâzım Karabekir, tesadüfen toplantının yapıldığı yere gelir. Bu sırada Tevfik Rüştü Aras, konuşmaktadır. Yapılan konuşmaya Kâzım Karabekir’in muhalefeti üzerine Mahmut Esat ve Fethi Okyar, Tevfik Rüştü’ye şiddetli destek verirler.
Münakaşa şundan çıkmıştır:
Adı geçen kimseler anayasaya “devletin dini Hırıstiyanlıktır” yazılmasını istemektedirler. Onlara göre Türkler, Müslüman oldukları için geri kalmışlardır. Kâzım Karabekir’in 1970 Yılında Yeni İstanbul gazetesinde yayınlanan hatıralarıyla bazı kitaplarda nakledilen bu hadise, çok uzundur. Ziya Gökalp de oradadır. Öfke ve asabiyet dolu toplantı, nihayetinde Mustafa Kemal tarafından bitirilir. Cumhuriyetin ilânından sonra da anayasaya devletin dini, Din -i İslâmdır yazılır....
Ancak ithal bütün kanunların altındaki imza olan adliye vekili Mahmut Esat Bozkurt, kararının peşini bırakmaz.... 1970 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi 1. sınıfındayken anayasa hocamız Prof Dr. Selçuk Özçelik, bu olayın devamını sınıfa şöyle anlatmıştı: “....anayasaya devletin dini Hırıstiyanlıktır maddesini koyduramayan Mahmut Esat Bozkurt, bu defa aynı mahiyette işlesin diye laikliğin dercini temin etti!”
Yukarıda da görüldüğü gibi Mahmut Esat, fikrinde yalnız değildir. Bir zihniyet, evvelâ Hırıstiyanlığı resmi din yapmak istemiş fakat buna güç yetiremeyince İslamiyeti hayattan silip süpürme niyetine dünya görüşlerinin dövüş vasıtası olarak laiklik anayasaya dahil edilmiştir.
Şunu demek istiyoruz:
Bizdeki laiklik, saf bir hukuk manzumesi değildir. İslâm dîni ve Osmanlı hedefe konarak görünüşte laiklik, esasta ise laikçililk olarak İdeolojik bir hıncın, kinin, intikam aracı olarak kullanılmıştır. İstiklâl Mahkemeleri’nden Kur’an öğrenilme ve okunmasının yasaklanmasına, jandarma dipçiğine, polis copuna ve en yakın misal 28 Şubat zulmüne kadar laiklik çarpık ve indi yorumlarla hep bir ötekileştirme, yok etme ve ezme vasıta ve vesilesi olmuştur.
Şimdi yapılması gereken laikliğin ideolojik vesayetten kurtarılarak bir denge hukuku halinde düzgün şekilde inşâ edilmesidir. Bu sebeple TBMM Başkanı Sayın İsmail Kahraman’ın teklifi peşin hükümlerle değil soğukkanlı biçimde düşünülmeli. Laikliğin tarifi, topluma zarar getirmez; aksine keyfiliği, sübjektifliği önlemiş olur. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı da Sayın Başbakan da devlet, bütün dinlere aynı mesafededir demekteler. 1876 anayasasının 11. maddesinde “Devlet-i Osmaniye’nin dini, Din-i İslâmdır” cümlesinden sonra  diğer dinlerin de serbest olduğunun kaydı yer almktadır. Bundan daha tabiî bir şey olamaz. Öyle fermanlar varki okuyan şaşırabilir. Halbuki şaşırmamak lâzım. Padişah, Müslüman teb’anın hem Halifesi, hem devlet başkanıyken aynı zamanda gayrı müslim teb’anın da devlet başkanıdır. Onların da ihtiyaç ve dertlerine çare bulmakla mükelleftir. Bugün de devlet, istisnasız bütün vatandaşların devletidir. Her vatandaşa hizmet etmekle vazifeldir...
Laikliğe dair tartışmalar âniden ve sert başladı ama sonu iyi olacak ümidindeyiz. Laiklik, bizde bugüne kadar çok kere dinsizlik tarzında yorumlandı. Şimdi bu laikçi anlayış terk edilerek laiklik normalleştirilmekte. Belki yerlileşmekte. Laiklik için yeni anayasada öyle bir denge ve kuşatıcılık unsuru bulunmalı ki, bunu her fikirden her vatandaş kabul etsin. Dün laikliği bazıları dinsizlik olarak telakki eder ve samimiyetle buna inanırken, bazıları da fiilen din gibi görüyor ve başkalarına hayat hakkı tanımak isetmiyordu.
Dün dünde kaldı.
Karanlık günleri tarihçiler aydınlatsın.
“Dün dünde kaldı câncağızım, bugün yeni şeyler söylemek lâzım!”
Hazreti Mevlâna Haksız mı?
Kitleleri ezberlerinden kurtarmak kolay değildir. Bu zorluk sabır, itidal ve sevgiyle aşılabilir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.