AYNALIDOLAP DEVRİMCİLİĞİ!

A -
A +
Bazı isimler, genel merkez tarafından reddedilerek CHP’den belediye başkan adayı gösterilmediler. Bu isimler de bunun üzerine DSP-Demokratik Sol Parti’ye giderek oradan aday oldular.
Onların DSP’den aday olmaları üzerine CHP yönetimi ve bu partiye destek veren medya, DSP’yi solun oylarını bölmekle itham ettiler.
Böyle bir itham, DSP yönetiminde büyük infiale yol açtı. Öyle ki DSP Genel Başkanı, yaptığı konuşmayla herkesi şaşırttı. Zira adı geçen politik teşekkül, artık bir kenarda kalmış bir parti olarak görülüyordu. Onun için Genel Başkanı’ndan ateşli bir taarruz beklenmezdi. Hâlbuki aksi oldu. Önder Aksakal, CHP, Genel başkanı ve idari kadrolarına ağır sözlerle cevap verdi. Öyle ki bu sözlere ertesi gün karşılık veren CHP Parti sözcüsü Faik Öztrak’ın dedikleri, zayıf ve tatmin edici olmaktan uzaktı. Oldum olası CHP kadrolarında yer alan Kemalist bir aileden gelen ve iyi bir eğitimli bu ismin yaptığı hâliyle yaptığı savunma kıyaslandığında sanki cevap vermiş olmak için konuştuğu görülüyordu.
DSP Genel Başkanı’nın itham ve iddiaları, hedefe sıkılan tam bir polemik atışlarıydı. Ustalıklıydı ve çürütülmesi zor delillere dayanıyordu. Önder Aksakal:
CHP’nin solculuğunun lafta kaldığını gardırop solculuğu yaptığını söylüyor, CHP’nin devleti yönetmeye talip olmadığına işaret ediyordu. Dahası bu partiyi Atatürk pazarlamacılığıyla suçluyor ve pazarlamada sıra şimdi de Ecevit’e mi geldi? diye soruyordu. Önder Aksakal, 31 Mart için 433 aday gösterdiklerini, bunlardan sadece 22’sinin CHP’den geldiğini; bu partiden kabul etmedikleri müracaatın, kabul ettikleri isimlerden çok fazla olduğunu söylüyor ve DSP’nin devleti daha evvel üç kere yönettiğini belirterek 1 Nisan’da ana muhalefet partisinin kendileri olacağını ileri sürüyordu.
Sn. Aksakal’ın dedikleri bunlardan ibaret değil. Ancak şu sözler bile konuşmasının muhteva sağlamlığını ortaya koymaktadır. Bundan dolayıdır ki Sn. Öztrak, delillere dayalı bu taarruz gibi müdafaaya karşı eksik kalmıştır.
DSP Genel Başkanı’nın sözlerinden en fazla öne çıkan iki cümle “gardırop devrimciliği” ve “Atatürk pazarlamacılığı”dır. Eğer, bunları muhafazakâr, milliyetçi taraftan birileri söyleseydi ana muhalefet partisiyle destekçisi medya, onu diyenleri gıyabında idama mahkûm ederlerdi.
Atatürk pazarlamacılığının şahıs istismarcılığı olduğu belidir. Üzerinde durmaya gerek yok. Gardırop devrimciliği ise herkes tarafından anlaşılmamış olabilir. Bu tabir, bizim yetişme yaşlarımızda yazarlar tarafından sık kullanılırdı. Sonra unutuldu. Ancak Bülent Ecevit tarafından da telaffuz edilmişti.
Türkçe’de “gardrop” veya “gardırop” denilen kelimenin aslı Fransızca “garde-robe”dir. “Elbise dolabı” demektir.
Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in münevver ve aydını ister şarktan ve isterse garptan gelsin bir kelimeyi aynen kabul ve konuşurken Anadolu halkı, Türk milleti, onun ya Türkçe karşılığını bulur veya törpüleyerek lisanına dâhil ederdi. Bu hâlen de böyledir. Münevver, aydın ve entelektüelin yanlış telaffuz ettiğini sanarak istihza ettiği Anadolu insanı, karşısında asıl alaya müstahak olan kökünden kopmuş bu zümredir. Nitekim bu nevzuhur zümrenin son numunesi “plaza Türkçesi” denen bir dille konuşan “snop”lardır.
Tanzimat, meşrutiyet, cumhuriyet beyaz yakalıları Fransız moda ve modernciliğiyle “gardrop”, “gardırop” derken Anadolu insanı, evine giren bu yeni şeye “aynalıdolap” dedi.
Dolayısıyla zamanlardır tenkit mevzuu olan bir “gardrop inkılabı” değil, “aynalıdolap inkılabı” veya devrimciliğidir. Üzerinde de layıkıyla durulması gerekir.
Gardrop inkılabı, başlangıç olarak Mustafa Kemal’in bir gecelik inkılaplarından biri değildir. Evet, bir gecede fes yasaklanmış, şapka giyilmesi mecbur kılınmış, bu yüzden firar ve idamlar olmuştur ama hadisenin başlangıcı, 1925 değil, II. Mahmud dönemi ve 1826’dır. Osmanlı teb’ası fes, ceket, pantolon ve kravatla ilk kez 1826’da tanışmıştı. Bunların kabulüyle şeklin değişmesiyle Avrupa ile açılan Sanayi İnkılabı makası kapanacak zannediliyordu. Fes de diğerleri de ithaldi. II. Mahmud, Abdulmecid, Abdulaziz, V. Murad, Abdülhamid ve V. Mehmed Reşad ve devirlerindeki resmî ve hususi erkân fes, ceket, gömlek, pantolon ve kravatı kullandılar. Sultan VI. Mehmed Vahideddin, fes kullanmış olsa da daha ziyade kalpak takmıştır. Millî mücahade ve millîciler, kalpağı alamet-i farika olarak kabul etmişlerdi. Kalpak, şapka inkılabına kadar kullanılmıştır.
Fes vs. giyildiğinde geri kalmışlıktan kurtulacağımız sanıldığı gibi şapka mecbur edildiğinde de bir anda muasır medeniyet seviyesinin yakalanacağına inanılmıştı.
Her ikisinin de ham hayal olduğu acı hatıralarla öğrenildi. Garabete bakmalı ki Şapka Kanunu çıkartılmadan bir yıl önce şapka aleyhine kitap yazmış olan İskilipli Atıf Hoca, idam edildi ve daha şapka kanunu çıkartılmadan Vitali Hakko, İtalya’dan bir gemi dolusu şapka ithal etti. Yirminci asrı tüketen münakaşalardan biri de şapka inkılabıdır. Nitekim bugün dahi “gardrop devrimciliği” denilerek yerilen ve bizim “aynalıdolap devrimciliği” diyerek Türkçeleştirdiğimiz inkılap, o günlerin sahile vurmuş kalıntılarından biridir.
Şapka giymeyi mecbur tutan inkılap kanunu, 2014’deki kanun değişikliğiyle yürürlükten kaldırıldı. Arkada ise kayıp bir asır ve perişan hayatlar kaldı. “aynalıdolap devrimciliği” bu topraklarda yaşanmış iki asırlık hatalar silsilesinden bir bölümdür. Üzerinde soğukkanlılıkla konuşulması yerinde olur. Gündeme taşınması da isabet olmuştur.
Eğer; Sn. Aksakal, aynı cesaret ve inandırıcılıkla konuşmaya devam ederek CHP’yi iğneden ipliğe tahlil edip aynalıdolap devrimciliğinin devamını da seslendirirse Türkiye, tatlı su solculuğundan kurtulur. O zaman DSP, “pazarlamacı parti”yi İttihad Terakki’nin yanına gönderebilir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.