Topkapı Sarayı

A -
A +
 
Revan Köşkü’nde gezerken kulağıma derinden bir Kur’ân sesi geldi. Birdenbire İslâm mimarisini tam manasıyla gördüm. Çünkü bu mimari içine bir ruh gibi muhakkak rahle başında bir Kur’ân sesi lâzım. O ses olmadığında bu mimari kuru bir şekilde görünüyor. Bu fikrimi rehberim Lütfü Bey’e söyledim. Ve bu Kur’ân sesinin nereden geldiğini sordum.
“Hırka-i Saadet Dairesi’nden!” dedi. Yavaş yavaş sesin geldiği pencereye yaklaştım. Baktım; yemyeşil ruhani bir daire, pencereye arkasını çevirmiş bir hafız, öteki âleme dalmış bir ruhun istirahatiyle okuyor. Diğer bir hafız da gözlerini yummuş, bir köşede tesbihini çekerek bekliyor.
Sordum: “Hırka-i Saadet’te ne zamanlar bu hatim indirilir?”
Lütfü Bey gülümseyerek kulağıma:
“Her gün! Her saat! Dört yüz seneden beri geceli gündüzlü bil fasıla...”
Hayretten gözlerim kapanmış dinliyordum. Lütfi Bey;
“Yavuz Sultan Selim Hân hilâfetin alâmeti olan Hırka-i şerif, Sened-i şerîf ve diğer Emânât-ı mübârekeyi Mısır’dan İstanbul’a hatimler indirterek getirtmiş. İstanbul’a vardığı gece, Saray’da yüksek bir mevkie yerleştirmiş.
Mimarbaşı ve ustalar asıl tevdi olunacak makamı harıl harıl inşa ederlerken sefer yorgunluğuna bakmaksızın sabaha kadar ayakta beklemiş. O gece, geceli gündüzlü Kur’ân okunması için bir vazife tertip ederek 40’ıncısı bizzat kendi olmak üzere 40 hafız tayin eylemiş. İşte o günden bu ana kadar bu dairede bir saniye tevakkuf etmeksizin (beklemeden) Kur’ân okunuyor. Bu hafızlar elan 40 kişidir. Daima ikişer nöbetleşe vazifelerini ifa ederler. Bugün (14 Şubat 1921) de bu iki hafızın nöbeti” dedi.
Bu gece, bu saat, ben burada bu satırları yazarken Hırka-i Saâdet Dâiresi’nde Kur’ân okunuyor! Siz benim bu satırlarımı okurken de Hırka-i Saâdet Dairesi’nde Kur’ân okunuyor olacak! Tam 400 seneden beri de böyle fasılasız okunmuş. O günden beri bu düşünce bir saat rakkası gibi hafızamda sallanıyor...
İstanbul’da böyle bir makamın yanında 4 asırdır durmamış bir Kur’ân sesi olduğunu bilmezdim...
           Yahya Kemal Beyatlı-Aziz İstanbul (Resimli Tarih Mecmuası)
 
 
 
ŞİİR
 
 
                Son mektup
 
Yollarda beklediğim bak nelere mȃl oldu
Ümitler hayal oldu hayaller muhȃl oldu
                                             
Unutmak için seni her açan papatyada
Bir çığlık kopardım ki, veda ettim hayata
 
Şimdi çok uzaklarda tütmeyen ocaklarda
Yıkılmış hayallerle boğuşuyor bedenim
 
Fabrikalar tütüyor nazenin kucaklarda
Cadılara gelinlik biçiliyor kefenim
 
Adım atamıyorum, oysa yolum çok uzun
Divane gibi gezme yolculara sor beni
 
Seherde yıldızları yokla, belki bulursun
Şimal yolumu kesti, cenuplara sor beni
 
Sensiz hâlimi tarif etmiyor kelimeler
Herkes seni arıyor yolların nerededir?
 
El öpmek için akıp seni arıyor eller
Taşlara hayat veren ellerin nerededir?
 
Dinlemek için senden pek güzide nağmeler
Gönüllerin bülbülü, dillerin nerededir?
 
Acımsı dudaklarla güleceksin sanmıştım
Bütün iştiyakınla geleceksin sanmıştım
 
Güneş gibi, dağlardan düşerdin biliyorsun
Efsunlu rüyalarda nic’oldun n’oldun şimdi?
 
Süzülüp eteklerden aşardın biliyorsun
Afyonlu sokaklarda sarardın soldun şimdi.
 
Yıldızlarda asılı kaldım geceler boyu
Bir selam nakşetmedin kanlı mendilim üzre,
 
Kâbuslarla basılı kaldım geceler boyu
Itırdan karakollar diktirdim yolun üzre.
 
Gözüm gönlüm yollarda bekliyorum yıllardır,
Sevda üstüne sevda ekliyorum yıllardır.
 
Bir kerecik bak diye öylece hayal kurdum
Nerden bilecektim ki hayal-i muhal kurdum
 
Haberini beklerken dönmeyen yolculardan
Kandil gibi tutuşup sönmeyen yolculardan
 
Bir gün önümden benim bakmadan, öyle geçtin,
Gül-i ruhsâr hicabın diye sanmıştım seni.
 
Bir daha çıkma diye karşıma, böyle geçtin.
Hayalin bin yıl geçse hâlâ taptaze, yeni…
 
                       İdris İspiroğlu
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.