Şiddet, demografi ve kavramlar

A -
A +
İsrail, Müslüman kanı akıtmaya, İslam dünyası da bu katliamları kınamaya doymuyor. Bu yazının kaleme alındığı saatlerde 48 Filistinlinin İsrail tarafından katledildiği ve 300’den fazla yaralının olduğu haberleri gelmeye devam ediyordu. Gelen görüntüler içerisinde bir tanesi var ki ibretlik mesajlar içeriyor. Mescid-i Aksa civarı alevler içinde yanarken, fanatik Yahudiler çılgınca alevlerin aydınlattığı gecede dans ediyorlar.
 
Neden bu görüntü çok önemli?
 
Önemli, çünkü Myanmar’dan Saraybosna’ya, Doğu Türkistan’dan Halep’e, Filistin’den Libya’ya kadar coğrafyamız ateşler içinde yanarken, yine bir yerlerde benzer danslar ediliyor. Batı, 300 yıldan bu yana elinde bulundurduğu üstünlüğü devretmemek için beldelerimizi yakmaya, kardeşi kardeşe kırdırmaya ve ateşi harlamaya devam ediyor.
Filistin’in yangını ise son yüzyılda hiç sönmeden kutsal mekânları yakıp kavuruyor ve maalesef içinde bulunduğumuz şartlarda İsrail saldırganlığını durduracak bir mekanizma şu an için bulunmamaktadır.
Son günlerde İsrail’in ortaya koyduğu vahşet, sessizce sürdürülen bir apartheid rejiminin (sadece belli bir ırkın üstün olduğuna inanılan rejim) ara ara gerçek yüzünü göstermesinden ibaret. Oysa, Filistin bu zulmü yıllardır yaşıyor. Bugün Gazze’de yaşayanların yüzde 70’inden fazlası günde sadece üç saat elektrik kullanabiliyor, her türden temel gıda ve hizmetlere ulaşmak artık imkânsız hâle gelmiş durumda. Batı Şeria’da ise hayat İsrail polisinin kontrol noktaları ile boğulmuş vaziyette. Tüm bu zulmün bir tek hedefi var; Filistin’de direnci kırıp demografik temizlik yoluyla son kalan yerleri de işgal etmek!..
 
Siyonizmin kavramları ile haklı mücadelenizi tanımlayamazsınız…
 
Yaşananlar Batı medyasında özenle seçilmiş kavramlar üzerinden dünyaya aktarılıyor. Bu kavramlar maalesef Müslüman coğrafyada dahi kullanılan kavramlar hâline gelmiş durumda. Oysa bir mücadeleyi anlama ve anlamlandırmanın temel yolu kullandığınız kavramlar ile mümkün.
Batı Şeria başta olmak üzere Filistinlilerin bütün mallarına el koyan Yahudiler, ‘işgalci’ olarak değil ‘Yahudi yerleşimci’ olarak anılıyor.
Şiddeti bizzat oluşturan unsur olan ‘İsrail saldırganlığı’, öznesi belli olmayan bir çatışma senaryosu içinde ‘Filistin’deki çatışmalar’ diye sunuluyor. Haber değeri olan tüm aktarımlar Batı’nın malum medya anlayışının eleğinden geçirilerek servis ediliyor. Zaten, yıllardan bu yana ülkemizde dahi İsrail şiddetine ve yayılmacılığına ‘Filistin sorunu’ denilerek, sorunun Filistin olduğu genç dimağların bilinçaltına yerleştirilmedi mi?
 
Filistinlilere verilecek destek en önemli hamledir
 
Her ne kadar bu şiddete bir son vermek amacıyla diplomatik arayışlar devam etse de, ABD destekli İsrail savaş makinesini durduracak bir sert gücün Filistin coğrafyasında olmadığını bizler de İsrail de biliyoruz. Bu durumda, evlerini Yahudi işgalcilere vermemek üzere direnen Filistin halkına destek verilerek,  demografiyi ve tapu kayıtlarını muhafaza etmek şu an için takip edilecek en stratejik yaklaşım olmalıdır.
Bugün coğrafyamızda yaşanan etnik ve mezhepsel temizlik harekâtlarının sebebi iki ana unsura dayanmaktadır: İsrail teopolitiği ve soğuk savaş sonrası yapılmak istenen yeni mekân düzenlemeleri. Bu zaviyeden bakılmadığı takdirde, yaşananları basit birer çatışmadan ibaret sayma hatasına düşebiliriz. Bu iki ana unsurun da hedefinde Türkiye bulunmaktadır ve son yıllarda yaşanan tüm gelişmelerin hedefi Türkiye’yi bu iki ana unsur dâhilinde diz çöktürmektir.
 
Demografik değişim ve iskân hareketleri
 
Tarih boyunca tüm istila hareketlerinin kalıcı bir başarıya ulaşmasında birincil derecede önemli amil, demografinin değiştirilmesi ve iskân hareketleri olmuştur. İsrail aklı bu durumu bildiği için, sadece Filistin’de değil, Suriye’den Irak’a kadar teopolitik bir vizyon doğrultusunda coğrafyayı boşaltmaktadır.
Suriye’de yaşanan şiddet doğrultusunda ‘Suriyelisiz bir Suriye’ projesi hayata geçirilmektedir. Bu kapsamda yaklaşık 6 milyon Suriyeli ülke topraklarını terk etmiş, yaklaşık 5 milyon Suriyeli de doğdukları şehirlerden başta köşelere sürgün edilmiştir.
Türkiye; Rusya, Esad ve İranlı terör gruplarının saldırılarına karşı milyonlarca Suriyelinin Türkiye içlerine sürülmesine sessiz kalsaydı, Suriye’de istedikleri mezhepsel temizliği nihayete erdirmiş ve dikensiz bir gül bahçesine kavuşmuş olacaklardı.
 
Sınırlarımızın hemen dibinde etnik ve mezhepsel temizlik yapılıyor
 
Bugün Halep, Hama ve Humus gibi şehirlerden çıkarılmış Suriyelilerin tüm mallarına el koyulmakta ve İran’ın bölgeye farklı coğrafyalardan taşıdığı gruplar mezhepsel saiklerle doldurulmaktadır. Halep’in bütün cadde ve sokaklarına Humeyni ve Kasım Süleymani’nin isimleri verilmekte ve sınırlarımız dibinde yeni bir Fatimi devleti oluşturma projesi devam etmektedir.
Keza, PYD ve YPG’nin kontrol ettiği bölgelerde durum bundan farklı değildir. Abbasi medeniyetine başkentlik yapmış kadim Rakka şehrinin göbeğine, terör örgütü elebaşının posterleri asılmakta, kontrol altındaki bölgelerde PKK zihniyetine ram olmayan hiçbir unsura hayat hakkı sunulmamaktadır.
 
Peki tüm bunların Filistin’de yaşananlar ile bağlantısı ne?
 
Hatırlarsanız bu köşede geçtiğimiz pazar günü yazdığım ‘İbrahim Anlaşması yürürlükte’ isimli yazımda MOSSAD Başkanı Yossi Cohen’in ağzından İsrail yayılmacılığının önündeki asıl engelin Türkiye olduğunu aktarmıştım. Siyonizm, işte tam bu sebepten ikinci büyük projesini bir PKK devletçiği ile gerçekleştirmenin derdinde.
Suriye’nin ‘Suriyelilerden arındırılması’, istikrarsız hâle getirilmesi ve mezhep kavgasının körüklenmesi ise İsrail’in uzun vadeli teopolitik planlarının temel atma töreni. İran’ın dünyanın her bir yerinden getirdiği mezhep odaklı unsurları sayesinde alevlenecek iç çatışmalar ise, İsrail’in oluşturacağı kaos fikrine hizmet edecek...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.