Ahmed [bin Muhammed] bin Hanbel, Ehl-i Sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı ve velîlerin büyüklerindendir. 780 (H. 164) senesinde Bağdat'ta doğdu. Künyesi, "Ebû Abdillah", babasının ismi "Muhammed bin Hanbel"dir. Dedesi Hanbel bin Helâl, Basra'dan Horasan'a yerleşmiş ve Emevî Devletinde Serahs şehri vâliliği yapmıştır. Babası asker (subay) idi. Ahmed bin Hanbel'in âilesi, annesi ona hâmile iken, Merv'den Bağdat'a göçmüş ve o Bağdât'ta doğmuştur. Nesebi, İslâmiyetten önce ve sonra Araplar arasında meşhûr bir kabîle olan Şeybân kabîlesine dayanır. Bu kabîle, Adnan kabîlesinden gelen Rebîa'nın bir kolu olup, Nizâr kabîlesinde Peygamber Efendimizin soyu ile birleşir. Ahmed bin Hanbel'in babası, daha o çok küçük yaşta iken, vefât etti. Otuz yaşında vefât eden babasından, önemli bir mîrâs da kalmadı. Onun yetişmesi ile annesi ilgilendi. Küçük yaşta, ilim tahsiline başladı. Bu sırada Bağdat önemli bir ilim merkeziydi. Burada hadîs ve kırâat âlimleri, tasavvufta yetişmiş büyük zâtlar ile diğer ilimlerde yetişmiş kıymetli âlimler bulunuyordu. Önce Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Bundan sonra lügat, hadîs, fıkıh, Sahâbe ve Tâbiîn rivâyetlerini öğrendi. Ahmed bin Hanbel, emsâli arasında ciddiyeti, takvâsı, sabrı, metânet ve tahammülü ile meşhûr oldu. Bu hâli, henüz 15-16 yaşlarında iken temâs kurduğu âlimlerin dikkatini çekti. Heysem bin Cemîl onun hakkında, daha o sırada şöyle dedi: "Bu çocuk yaşarsa, zamânındakilerin ilimde hucceti, rehberi olacaktır." Henüz 15 yaşlarında, İmâm-ı A'zâmın talebesi olan İmâm Ebû Yûsuf'tan fıkıh ve hadîs dersleri aldı. Bundan sonra da üç sene Huşeym'in derslerine devâm ederek ondan hadîs-i şerîf dinledi. Bundan başka Bağdat'ta bulunan meşhûr âlimlerden de ders aldı. 7 yıl Bağdat'ta ilim öğrenen Ahmed bin Hanbel, daha sonra ilim tahsili için seyâhatlere başladı. Önce Basra'ya, bir yıl sonra da, Hicâz'a gitti. Böylece Kûfe, Basra, Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere, Şâm ve el-Cezîre'ye giderek hadîs ilmini öğrendi. Hadîs râvilerini bizzât görerek, onlardan hadîs-i şerîf dinledi. Basra ve Hicâz'a beşer defâ seyahat yaptı. Hicâz'a yaptığı ilk seyâhatinde, fıkıh ilminde hocası olan, İmâm-ı Şâfiî ile görüştü. Bu görüşme, Mekke'de Mescid-i Harâm'da oldu. İkinci defa ise, Bağdat'ta buluştular. Hac seferlerinden birinde, hac yaptıktan sonra bir müddet, mücâvir olarak Mekke'de kaldı. Bu zaman zarfında hadîs-i şerîf öğrenme faâliyetlerini sürdürdü. Sonra Yemen'de bulunan meşhûr hadîs âlimi Abdürrezzâk bin Hemmâm'dan hadîs-i şerîf öğrenmek için San'a'ya gitti. Böylece İmâm Zührî ve İbn-i Müseyyib (Müseyyeb) yoluyla rivâyet edilen, birçok hadîs-i şerîfi işitip öğrendi. Ahmed bin Hanbel, ilim öğrenmek için pekçok İslâm beldesini dolaştı ve bu uğurda pekçok meşakkate katlandı. Kitap çantalarını sırtında taşırdı. Bir seferinde onu tanıyan biri, ezberlediği hadîs-i şerîfin ve yazdığı notlarının çokluğunu görerek; "Bir Kûfe'ye, bir Basra'ya gidiyorsun! Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?" deyince, Ahmed bin Hanbel hazretleri "Hokka ve kalem ile mezâra kadar..." diyerek cevâp verdi. Ahmed bin Hanbel'in kuvvetli hâfızasının yanında dikkati çeken bir vasfı da, işittiği bütün hadîs-i şerîfleri yazmaya çok önem vermesiydi. Yaşadığı devir, ilmin tedvin edilip toplandığı ve kısımlara ayrılıp, yazıldığı bir devirdi. Fıkıh ve lügat ilmi derlenmiş, hadîs ilmi derlenmekte, yazılan hadîs-i şerîfler toplanmakta idi. Ahmed bin Hanbel, böyle bir zamanda din ilimlerini öğrenip, bilhassa tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerinde yüksek seviyeye ulaştı. Daha sonra Bağdat'a döndü ve ilmini yayıp, insanlara çok faydalı oldu. Ahmed bin Hanbel, Peygamber Efendimizin sünnetine son derece bağlıydı; "Hiçbir hadîs-i şerîf yazmadım ki, onunla amel etmeyeyim" buyururdu. Ahmed bin Hanbel, talebeliği sırasında bir grup kimseyle, bir su kenarında bulunuyordu. Onlar soyunup, suya girdiler. Ahmed bin Hanbel ise, Peygamber Efendimizin şu hadîs-i şerîfine uyarak soyunmadı: "Kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsa, hamâma (avret yerlerini örtmeden) girmesin." O gece rüyâsında bir kimse ona; "Ey Ahmed! Sana müjdeler olsun! Zîrâ Allahü teâlâ, Resûlullah'ın sünnetine uyduğun için seni bağışladı. Seni imâm kıldı. İnsanlar sana tâbi olurlar" dedi. "Siz kimsiniz?" diye sorunca o zât; "Cebrâil'im" cevâbını verdi. Ehl-i sünnet îtikâdından aslâ tâvîz vermezdi. Bağdat'ta Mu'tezile fırkası mensupları; "Kur'ân-ı kerîm mahlûktur" diyerek, bu yanlış îtikâdlarına Abbâsî halîfesi Me'mûn'u da inandırdılar. Me'mûn vâsıtasıyla, Ahmed bin Hanbel hazretlerini de zorlayıp, bu hususta baskı ve işkence yaptılar ve 28 ay hapsettiler. Bütün bunlara rağmen O; "Kur'ân-ı kerîm, Allahü teâlânın kelâmıdır. Mahlûk değildir" dedi. Bu sırada kendisine İmâm-ı Şâfiî Mısır'dan mektup göndermişti. Okuyunca ağladı. Sebebi sorulunca; "Rüyâsında, Resûlullah Efendimizi görmüş, Ahmed bin Hanbel'e mektup ile benden selâm yaz ve de ki, Kur'ân-ı kerîmin mahlûk olup olmadığı kendisinden sorulacak. Cevâb vermesin buyurmuş" dedi.