Dünkü makalemizde de belirttiğimiz gibi, Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi aleyh) mezheb sâhibi bir âlimdir. Mezhebi, İslamiyette "Ehl-i Sünnet" îtikâdı üzere olan dört hak mezhebden biri olup, kendi ismine nisbetle "Hanbelî Mezhebi" ile anılır. Daha çok Şam, Bağdat ve Mısır'da yayılmıştır. [Dört hak mezheb, Müslümanlar için rahmet ve kolaylıktır. Nitekim Peygamber Efendimiz; "Ümmetimin (müctehidlerinin) mezheplere ayrılması rahmettir" buyurmuştur.] Ahmed bin Hanbel hazretleri, kırk yaşında, ders ve fetvâ verme işine başladı. Bundan sonra hadîs rivâyetinde ve fetvâda başvurulan önemli bir kaynak oldu. Ders meclisine dâimâ kitaplarıyla, yazıp kaydettikleri ile çıkardı. Çok kuvvetli bir hâfızaya sâhip olmasına rağmen, hadîs-i şerîf rivâyet ederken, yine de yazdıklarına bakardı. Kitâbından okur, talebelere yazdırırdı. Derslerinde hadîs-i şerîf rivâyetinden başka, bir de fıkhî meseleler hakkında verdiği cevaplar yer almaktaydı. Ondan ders alıp, ilimde yetişenlerin sayısı 900 civarındadır. Ahmed bin Hanbel hazretlerinin iki çeşit ilim meclisi (ders halkası) vardı. Biri, talebelerine verdiği muntazam dersler; diğeri, hem talebelerinin, hem de halktan isteyenlerin katıldığı derslerdi. Dinleyenlere ve katılanlara saâdet vesilesi olan derslerini, ikindiden sonra Bağdat'ta büyük bir mescidde verirdi. Onun ilim meclisine pekçok kimse katılırdı. Bâzı rivayetlere göre, dersini dinleyenlerin sayısı beş bini bulmuştur. Ahmed bin Hanbel'den ders alıp, ilim öğrenen talebenin çokluğu, ondan hadîs-i şerîf rivâyet edenlerin ve fıkhî meseleler nakledenlerin çok sayıda olmasından da anlaşılmaktadır. Onun meclisine gelip, derslerini dinleyenler, ondaki üstün hâllere ve yüksek ahlâka hayrân kaldıklarından sohbetlerine katılırlardı. Ebû Âsım Dahhâk ibn-i Mahled, meclisinde toplanan hadîs âlimlerine, onun hakkında, "Bu deryâ gibi bir âlimdir" dedi. Yolda yürürken, hızlı adımlarla yürürdü. Son derece tevâzu sâhibiydi, çok alçak gönüllüydü. Giydiği elbiseyi en ucuz kumaştan yaptırırdı. Câmiye gittiği zaman ön safa geçmeye çalışmazdı. Mecliste nerede yer bulursa oraya otururdu. Ağırbaşlı ve vakârlıydı. Son derece halîm-selîm, yumuşak huyluydu. Aceleci değildi. İnsanlara yardım etmeyi severdi. Herkesin derdine dermân olmaya çalışırdı. Yoksulları korurdu. Onu daha çok, mescidde, cenâze namazında ve hasta ziyâretinde görürlerdi. Halka dâimâ kolaylık yollarını gösterir, ağır vazîfeleri yüklemezdi. Çok kere az şey yer; "Ölecek kimse için bunlar çok bile" derdi. Acıktığı zaman bir şey bulamazsa, kimseden yiyecek istemez ve râhatsız etmezdi. Çoğu zaman ekmeğine sirke katık olurdu. Ahmed bin Hanbel çok ibâdet ederdi. Her gece Kur'ân-ı kerîmin yedide birini okur, her yedi günde bir hatmederdi. Yatsı namazını kılınca biraz istirâhat eder, sonra kalkıp sabâha kadar ibâdet ve tâatla meşgûl olurdu. Gece namazını hiç bırakmazdı. Allahü teâlâdan korkması, vera' ve takvâsı çoktu. Fakîr bir hayât yaşardı. Harâm şüphesi olan şeyi reddederdi. Harâm mala sâhib olmaktansa, onu almamayı tercîh ederdi. Borç karşılığı bir malı alacaklıya rehin bıraktı. Parayı bulunca alacaklıya gidip borcunu verdi. Rehin bıraktığı malı alacağı zaman alacaklı olan iki mal gösterip, rehin bıraktığının hangisi olduğunu kesin bilmediğinden; "Bunlardan birini seç, ikisi de aynı" dedi. Fakat Ahmed bin Hanbel, rehin bıraktığı malın hangisi olduğunu bilemediği için, kendi malı yerine başkasının malını almış olurum korkusu ile ikisini de bıraktı, almadı. Başkasının hakkı geçer diye kendi hakkından vazgeçti. Bir gün Ahmed bin Hanbel hazretleri, bir cemâatle berâber oturuyordu. İçeriye bir zât girip; "Ahmed bin Hanbel kimdir?" dedi. Orada bulunanlar susup bekledi. "Ahmed bin Hanbel benim, ne istiyorsun?" dedi. Gelen zât şöyle anlattı: Dört yüz fersah uzaktan geliyorum. Cumâ gecesi uyumuştum. Rüyâmda biri gelip bana; "Ahmed bin Hanbel'i biliyor musun?" dedi. "Hayır tanımıyorum" dedim. "Bağdat'a git, onu sor ve bulunca, 'Hızır aleyhisselâm sana selâm söyledi' de. Yine ona de ki: Semâvâttaki, gökteki melekler ondan râzîdır. Çünkü o, nefsine aslâ uymadı, Allahü teâlâya itâat husûsunda çok sabırlı davrandı" dedi. Ahmed bin Hanbel; "Mâşâallah, lâ havle velâ kuvvete illâ billah" dedi. Sonra o zâta; "Başka bir söyleyeceğin ve ihtiyâcın var mı?" dedi. "Hayır sâdece bunun için geldim" dedi ve o gün Bağdat'tan ayrıldı. 855 (H.241) senesi Cumâ günü vefât etti. Vefât haberi, bütün Bağdat halkını ağlattı. Cenâze namazını kılmak üzere çevreden gelenlerle birlikte, binlerce insan toplanmıştı. Bağdatlılar evlerinin kapılarını açıp; "Cenâze namazı için abdest almak isteyenler gelsinler" diye bağırdılar. Cenâze namazı kılınınca, kuşlar tâbûtu üzerinde uçuşup, kendilerini tâbûta vurdular. Cenâze namazında yüz bine yakın kişi bulundu. O gün Yâhûdî ve Hıristiyanlardan pekçok kimse, bu hâdiseyi görerek Müslüman oldu. Ağlayıp, bağırarak; "Lâ ilâhe illallah; Muhammedün Resûlullah" dediler. Allahü teâlâ, bizleri, onun ve diğer büyük mezhep imâmlarımızın şefâatlerine nâil eylesin.