İnsanların doğru yolu bulmaları, ahlâken yükselmeleri, dünyâda ve âhirette huzûra kavuşmaları için, son Peygamber olarak Muhammed aleyhisselâm gönderilmiştir. O, "İyi huyları tamamlamak, yerleştirmek için gönderildim" buyurmuştur. Böylece İslâmiyet, insanlığa, temelinde Allah sevgisi, Allah korkusu ve her yaptığını, kimseden dünyevî bir menfaat beklemeden ihlâs ile, yalnız Allah için yapma, nefsi kontrol etme ve ona hâkim olma esâsları bulunan en yüksek ahlâk kâidelerini sundu. "Et-ta'zîmü li-emrillah veş-şefekatü li-halkıllah (veya alâ halkıllah)", yani "Allahü teâlânın emrine hürmet, saygı ve yarattıklarına şefkat, merhamet" bu kâidelerin en önemlilerinden biridir. Dost-düşmân herkesin yakînen bildiği gibi, Peygamber Efendimizden itibâren, bütün Müslüman devlet adamları, milletlere "Vedîatullah" (Allahü teâlânın kendilerine birer emâneti) olarak bakmışlar ve onlara buna göre muâmele etmişlerdir. Kınalızâde Ali Efendi'nin "Ahlâk-ı Alâî" isimli kitâbında ifâde ettiğine göre, insan denen varlık "medenî" olarak yaratılmıştır. Yanî insanlar topluluk hâlinde, yardımlaşarak yaşayan, kibâr, nâzik, terbiyeli, görgülü kimselerdir; aslında kabalık insana yakışmaz. "Medeniyet" de: "Ta'mîr-i bilâd ve terfîh-i ıbâd (beldeleri i'mâr edip, kulları, insanları refâha, râhat ve huzûra kavuşturmak)" şeklinde ta'rîf edilmektedir. Evet medeniyet; memleketleri i'mâr etmek, binâlar, yollar, fabrikalar, çeşitli âlât u edevât vs. yaparak memleketleri kalkındırmak, fenni ve her çeşit gelirleri, bütün insanların, yanî ferd, âile, cemiyet ve milletlerin hürriyetleri, râhat ve huzûr içinde yaşamaları için kullanmaktır. İslâmiyet; "medenî insan" ve "medeniyyet sâhibi toplum" meydâna gelmesi için, insanlara lâzım olan îmân ve ibâdetleri; iş, ahlâk ve cemiyet hayâtında uyulması gereken her şeyi bildirmiştir. Bunlar; Allahü teâlânın bildirdiği, Hz. Peygamber Muhammed aleyhisselâmın öğrettiği, Eshâb-ı kirâmın naklettikleri ve İslâm âlimlerinin de açıkladıkları husûslardır. İnsanlığın bugün bunaldığı, çözmekte sıkıntıya düştüğü her şeyin çözüm ve çâresi bunların içinde vardır. Bugün çok perişan hâlde olan insanlığın kurtuluşu için, bunlardan istifâde etmelidir. Tekrâr ana konumuza dönecek olursak: Güzel ahlâk, İlâhî vahye dayanan dînden neş'et eder. Ancak dîne dayanan ahlâk müessesesi, insanların rûhlarını tatmîn eder; huzûra kavuşturur ve maddî-manevî yükselmelerini sağlar. Filozofların bir kısmı, ahlâkı hazza, zevke, nefse, maddî bir menfaate dayandırmak istemişlerdir. Hâlbuki bunların hiçbiri, ahlâk için kâfî bir dayanak ve insana huzûr kaynağı olamamıştır, olamamaktadır ve olamaz da. "Güzel Ahlâk"ın İslâm dînindeki yeri Gâyet net bir şekilde söyleyelim ki, insanın diğer varlıklardan daha mümtâz (seçkin) olması îmân, takvâ, ilim, edep ve ahlâk iledir. "İnsanın şerefi ilim ve edepledir; mâl ve neseple değildir" kelâm-ı kibârı (büyüklerin sözü), ne kadar mânidârdır. Bundan dolayı, en son ve en mükemmel dîn olan mukaddes dînimiz İslâmiyette, ilme, âlime, kitâba, okumaya, edep ve terbiyeye, güzel ahlâka çok büyük önem verilmiştir. İslâmiyet, insanların hem rûhî, hem de maddî refâhını en mükemmel şekilde te'mîn edecek prensipler getirmiştir. İnsan hak ve vazîfelerini en geniş şekilde düzenlemiştir. İnsanların yardımlaşmalarını, birbirlerine hizmet etmelerini ehemmiyetle istemektedir. Kendi idâresi altında bulunan insanların, evlâdın, âilenin ve milletlerin haklarını ve idârelerini öğretmekte; dirilere, geçmişlere ve geleceklere karşı birtakım hak ve mes'ûliyetler yüklemektedir. Saâdet-i dâreyn ya'ni dünyâ ve âhiret saâdeti İslâmiyette toplanmıştır. Anne ve babanın evlâdına olan şefkat ve merhametinden daha çok kullarına merhamet eden Yüce Rabbimiz, insanları küfür, dalâlet, sapıklık, ahlâksızlık, çirkinlik, bozukluk, kötülük, zulmet, karanlıklardan kurtarmak için, onlara "Dîn" göndermiştir. Umûmî bir ta'rîf yapmak gerekirse "İslâm dîni", Allahü teâlânın, Cebrâîl ismindeki melek vâsıtası ile Sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâm'a gönderdiği, insanların, dünyâda ve âhirette râhat ve mes'ûd olmalarını sağlayan usûl ve kâidelerdir. İslâm âlimlerinin buyurdukları gibi, bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslâmiyetin içindedir. Eski semâvî dînlerin görünür-görünmez bütün iyilikleri ve güzellikleri İslâmiyetin içinde toplanmıştır. Bütün saâdetler ve muvaffakıyetler ondadır. Yanılmayan ve şaşırmayan akılların kabul edeceği esâslardan ve ahlâktan ibârettir. Şimdi Peygamber Efendimizin, "güzel ahlâk" ve "kötü huylar"la ilgili bazı hadîs-i şerîflerine gelelim: Buyuruyorlar ki: "Allahü teâlâ indinde kulların en sevgilisi, ahlâkça en güzel olanıdır." "İçinizde en çok sevdiğim kimse, huyu en güzel olanınızdır." "İyi huylu olan, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşur." "Bir kulun ibâdetleri çok olsa da, kötü huyu, onu Cehennem'e götürür." "Allah katında kötü huydan daha büyük günâh yoktur." [Çünkü kötü huyun sahibi, bunda günâh olduğunu bilmez; tövbe etmez; işledikçe, günâhı kat kat artar.] "Güzel ahlâk; senden kesilen akrabânı ziyâret etmek, sana vermeyene vermek, sana zulmedeni affetmektir." "Bir kimse tövbe ederse, tövbesini Allahü teâlâ kabûl eder. Kötü ahlâklı kimsenin tövbesi ise makbûl olmaz. Zîrâ bir günâhtan tövbe ederse, kötü ahlâkı sebebiyle, daha büyük bir günâh işler."