Her işte akla güvenilmez

A -
A +

"AKIL": "Doğruyu-yanlıştan, iyiyi-kötüden, faydalıyı-zararlıdan ayırmaya yarayan bir meleke [kuvvet], bir ölçü âleti"dir. Akıl; insan, melek ve cinde bulunur. Diğer canlılarda akıl yoktur. İnsanı hayvandan ayıran en önemli fark akıldır. Hayvanlar sevk-i tabîî (içgüdü) denilen bedenlerinin arzû ve isteklerine göre hareket ederler. Akılları olmadığı için faydalı ile zararlıyı birbirinden ayıramazlar. İnsan ise, aklı sayesinde, faydalı isteklerini yerine getirir, zararlı olanlardan sakınır. Aklın insan hayâtındaki yeri Aklın insan hayâtındaki yeri büyüktür. İnsanlar işlerini akılları ile düşünüp karâr vererek yaparlar. İnsanların yaptıkları işlerden dînen ve hukûken mes'ûl (sorumlu) olmaları akılları sebebiyledir. Peygamber Efendimiz "akıl" ile ilgili olarak buyurdular ki: "Allah indinde en sevimliniz, akılca en üstün olanınızdır." "Akıllı insan, Allah'a itâat eden insandır." "Kişinin aklı tamâm olmadıkça îmânı tamâm olmaz. Dîni de müstakîm (doğru) olamaz." "Her şeyin bir direği vardır. Mü'minin direği ise aklıdır. Kişinin ibâdeti aklı nispetindedir." "Aklı olmayan, güzel ahlâka sâhip olamaz." "Aklın alâmeti (işâreti) nefse gâlip ve hâkim olmak ve öldükten sonra lâzım olanları hâzırlamaktır. Ahmaklık alâmeti, nefse uyup, Allah'tan af, merhamet beklemektir." Akıl, dünyâ işlerinde ve kullar arasındaki münâsebetlerde iyiyi-kötüden ayırmada, bir ölçü âletidir. Fakat çok kere yanıldığı da görülmektedir. Bu sebeple akla çok güvenmenin sonu pişmanlık olur. Bunun için, dînimiz işlerimizi yaparken, istişâre etmeyi (ehline, bilene danışmayı) tavsiye etmiştir. Peygamber Efendimiz; daha önceki makalelerimizde de işâret ettiğimiz gibi, "İstihâre yapan aldanmaz; istişâre eden pişmân olmaz; iktisâd eden darlık görmez" buyurmuştur. Aklın dünyâ işlerinde isâbetli, doğru karar vermesinde istişârenin faydası büyüktür. İstişâre, geniş düşünmeye ve zihnin açılmasına yardımcı olur. Akıl dîn bilgilerini bulamaz Dünyâ işlerinde bile yanılan akıl, Allahü teâlâya ve âhirete ait bilgilerde yalnız başına doğruyu bulamaz. Dîn bilgileri akıl ile bulunamaz. Akıl, bunları anlamaya yardımcı olur. Yani bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lâzımdır. İslâmiyette aklın ermediği şey çoktur. Fakat aklın kabûl etmediği hiç bir şey yoktur. Aklın erişemediği ve ulaşamadığı bu konularda inanmasından başka çare yoktur. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sâhibi Allahü teâlânın varlığını aklı sayesinde anlayabilmiştir. Fakat O'na giden yolu bulamamıştır. Bu yol, Peygamberler ve onların getirdikleri dînlerden öğrenilir. Âhiret bilgileri, Allahü teâlânın beğenip-beğenmediği şeyler ve O'na ibâdet şekilleri aklın çerçevesi dışında, insan dimâğının üstündedir. Bunlar, akıl ile bilinebilselerdi, Peygamberlerin gönderilmesine lüzûm kalmazdı. Peygamberlerin gönderilmesi ile, insanların bilmiyorduk diye özür ve bahâne göstermeleri önlenmiştir. Akıl çok şeyi anlar. Fakat her şeyi anlıyamaz. Anlaması da kusûrsuz, tâm değildir. Çok şeyleri, Peygamberler bildirdikten sonra anlar. Akıl, Peygamberlerin gönderilmeleri ile tam hüccet (delîl) olmuştur. Yani o büyüklerin gönderilmeleri ile akıl her şeyi öğrenebilmiştir. Akıl göz gibidir. Yani insanın aklı gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Allahü teâlâ, gözümüzden faydalanabilmemiz için güneş ışığını yaratmıştır. Akıl da yalnız başına manevî şeyleri, faydalı ve zararlı şeyleri anlıyamayacağından, Allahü teâlâ, Peygamberleri ve dîn ışığını yaratmıştır. Akıl nasıl hareket edeceğini, dünyâ ve âhirette râhat etme ve huzûra kavuşma yollarını bunlardan öğrenmiştir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenip, aklın ermeyeceği, yanılacağı şeylerde İslâmiyetin bildirdiklerine uyan yüksek insanlara "İslâm âlimi" denir. İslâm âlimleri akılları ile anlayabildiklerini anlattılar. Anlayamadıklarına öylece inandılar. Anlayamadıklarına, "aklımız ermediği için anlıyamadık" dediler. Dinimizin bildirdiklerini, akıl ersin-ermesin isbât ettiler. Bu bilgilere akıl ermediği için karşı gelmediler. Böylece kabir azâbına, sırât köprüsüne, kıyâmetteki terâzîye hemen inandılar. Akıl ermediği için olmaz demediler. Çünkü Kur'ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîfe uydular, aklı bu iki temel kaynağa bağladılar. Yalnız akla uyan, yalnız ona güvenen, aklın ermediği şeylerde yanılan kimse "felsefeci"dir. Eski Yunan felsefecileri, akılları eren şeylere inanıp, akıllarının ermediklerine, anlayamadıklarına inanmadılar. Akıl, anlayamadığı konularda zorlanırsa, yanılmaya mahkûmdur. Nitekim eski Yunan felsefecilerinden sonra gelenler, öncekilerin yanlışlarını çıkarmış, birbirlerini beğenmemişlerdir. Eflatun ve Aristo gibi eski Yunan felsefecilerinin de yanıldıklarını ve bu yüzden medeniyetin asırlarca geri kalmasına sebep olduklarını asrımızdaki fen adamları bildirmektedir. Bazı "İslâm filozofu" denen kimseler de aklın eremeyeceği işlerde, akıllarına güvenerek konuştukları için doğru yoldan ayrılmışlar, Ehl-i sünnet itikâdının dışına çıkmışlardır. Yetmiş iki sapık fırkanın ortaya çıkması da akıllarına fazla güvenip yanılmaları sebebiyle olmuştur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.