İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe -1-

A -
A +

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin doğup büyüdüğü Kûfe şehri, o devrin önemli ilim merkezlerindendi. Kûfe'de pekçok Eshâb-ı kirâm yaşadı. O, Enes bin Mâlik hazretlerinin sohbetinde bulunup ondan şu hadîs-i şerîfi nakletti: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kardeşinin başına gelen bir musîbetten dolayı sevinme! Allahü teâlânın ona âfiyet verip, seni o musîbete mübtelâ kılması mümkündür." Eshâb-ı kirâmla görüşüp, onlardan Ehl-i Sünnet îtikâdını ve din bilgilerini öğrenerek nakleden Tâbiîn'in büyükleri de Kûfe'de bulunuyorlardı. Ayrıca çeşitli dînlere ve sapık inanışlara mensûp insanlar da Kûfe'yi kendilerine merkez seçmişlerdi. Îtikâdı bozuk olan Mûtezile, Havâric... gibi fırkalar Kûfe'de yaşıyorlardı. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları, böyle bir muhîtte geçen İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri, önce babası gibi ticâretle meşgûl olmaya başladı. Bir taraftan da sık sık âlimlerin meclislerine giderek onları dinledi, ilimlerinden istifâde etmeye çalıştı. Ehl-i Sünnet îtikâdının yayılması için gayret eden âlimlerin, sapık ve bozuk fırka mensuplarıyla olan mücâdele ve münâzaralarını dinledi. Daha henüz tâm ma'nâsıyla ilim tahsîline başlamadığı hâlde, kendisi de, sapık fırka mensuplarıyla münâzaralarda bulundu. Katıldığı münâzaralardaki iknâ kâbiliyeti ve üstün başarıları zamânının büyük âlimlerinin dikkatini çekti. Onun bir cevher olduğunu anlayan âlimler, kendisini ilim öğrenmeye teşvik ettiler. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, bir gün zamanın âlimlerinden Şa'bî'nin (rahmetullahi aleyh) yanından geçiyordu. Şa'bî hazretleri onu yanına çağırıp; "Nereye devâm ediyorsun?" diye sordu. O da; "Çarşıya, pazara devâm ediyorum" dedi. Şa'bî hazretleri; "Hayır, maksadım o değil, âlimlerden kimin dersine devâm ediyorsun?" buyurdu. İmâm-ı A'zam (rahmetullahi aleyh); "Hiçbirinin dersinde devamlı bulunmuyorum" dedi. Şa'bî hazretleri sözlerine devâm ederek; "İlimle uğraşmayı ve âlimlerle görüşmeyi sakın ihmâl etme. Ben senin zekî, akıllı ve kâbiliyetli bir genç olduğunu görüyorum" buyurdu. Bunun üzerine çarşıyı-pazarı bırakıp ilim yoluna yöneldi. Kûfe'deki âlimlerin ders halkalarına devâm etmeye başladı. İmâm Şa'bî'nin de ilim meclisine devâm edip kelâm ilmi (îmân ve îtikâd ilmi) ile münâzara ilmini tahsil etti. Kısa zamanda bu ilimlerde ilerleyip parmakla gösterilecek bir dereceye ulaştı. Kelâm ilmini öğrenip yüksek dereceye ulaştıktan sonra Hammâd bin Ebî Süleymân'ın ders halkasına katılarak fıkıh ilmini tahsîle başladı. İmâm-ı A'zam, Hammâd bin Ebî Süleymân'ın derslerini tâkib ederken onun huzûrunda gâyet edepli oturur, söylediği her şeyi ezberlerdi. Hocası da, onun dersleri ezberlediğini görür ve "benim yanımda ders halkasının başına, Nu'mân'dan başka kimse oturmayacak" buyururdu. Talebesinden Ebû Yûsuf ve diğer bazılarının bir sorusu üzerine, Fıkıh ilmine nasıl başladığını, bizzât kendisi şöyle anlatmıştır: "Bu, Allahü teâlânın tevfîk ve inâyetiyle olan bir iştir. O'na dâimâ hamdolsun. Ben ilim öğrenmeye başladığım zaman, bütün ilimleri göz önüne aldım. Her birini kısım kısım okudum. Netîcesini ve faydalarını düşündüm. Sonra fıkıh ilmine baktım. Onda âlimler ve fakîhlerle bir arada bulunmak, onlar gibi ahlâklı olmak var. Aynı zamanda farzları işlemek, dînin emirlerini yerine getirmek, ibâdet etmek de fıkhı bilmekle oluyor. Dünyâ ve âhiret onunla kâim... İbâdet etmek isteyen onsuz yapamaz. Fıkıh, ilimle ameldir." İmâm-ı A'zam, kelâm, münâzara ve diğer ilimleri öğrenip fıkıh ilmini tahsile başladıktan sonra, îtikâdî meselelerde, insanları doğru yoldan ayıran sapık fırkalarla mücâdele etti. Hattâ, bu maksatla Hint, İran ve Arap yarımadasının ticâret yollarının birleştiği Basra'ya da defâlarca gidip, dehrî denilen inkârcılarla ve diğer bozuk fırkalara mensup kimselerle uzun münâzaralar yaparak Ehl-i sünnet îtikâdını yaydı. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri, Hammâd bin Ebî Süleymân'ın (rahmetullahi aleyh) derslerine yirmisekiz yıl devâm edip emsâlsiz bir dereceye ulaştı, daha ders aldığı sıralarda fıkıhta tanınıp meşhûr oldu. O, bu hususta şöyle demiştir: "Ben ilim ve fıkıh ocağında yetiştim. İlim erbâbıyla berâber bulundum. Fıkıhta en değerli bir hocaya devâm ettim." Hocası Hammâd'ın dersine devâm ettiği sırada sık sık Hicaz'a gidip Mekke ve Medîne'de, çoğu Tâbiînden olan âlimler ile görüşür, onlardan hadîs rivâyeti dinler ve fıkıh müzâkereleri yapardı. Kûfe'deki hocalarından bâzıları şunlardır: Âmir bin Şerâhîl eş-Şa'bî, Süleymân bin Mihrân el-A'meş, Ebû İshak es-Sebîî, Hakîm bin Uteybe, Mansûr bin Mu'temir et-Teymî. Kûfe dışındaki diğer şehirlerde ilim öğrendiği hocalarından bâzıları da şu zâtlardır: Tâbiînin büyüklerinden Amr bin Dînâr el-Cümahî, Ebû Zübeyr Muhammed, İbn-i Şihâb ez-Zührî, Hazret-i Ebû Bekr'in torunu Kâsım bin Muhammed, Medîne'nin meşhûr âlimlerinden Hişâm bin Urve ve Yahyâ bin Saîd el-Ensârî, Basra'daki en meşhûr âlimlerden Eyyûb bin Keysân es-Sahtiyânî, Katâde bin Diâme, Bekr bin Abdullah Müzenî. Ayrıca Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) torunlarından Zeyd bin Alî'den (rahmetullahi aleyh) ve Muhammed Bâkır'dan (rahmetullahi aleyh) da ilim ve mârifet öğrenen İmâm-ı A'zam'a, Muhammed Bâkır hazretleri buyurdu ki: "Ceddimin şerîatini bozanlar çoğaldığı zaman, sen onu canlandıracaksın, sen korkanların kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın. Şaşıranları doğru yola çevireceksin. Allahü teâlâ yardımcın olacak."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.