İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe -2-

A -
A +

İmâm-ı A'zam (rahimehullah), başta Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin ilim silsilesinden olmak üzere, dört bin kişiden ilim öğrenip, bütün ilimlerde ve üstünlüklerde en yüksek dereceye ulaşmıştır. Şöhreti her yere yayılıp, zamânında bulunan ve sonra gelen bütün üstün kimseler, müctehidler, âlimler, onu hep medhetmiş, övmüşlerdir. Eshâb-ı kirâmdan İbn-i Abbâs'ın ilmini, Mekke fakîhi Atâ bin Ebî Rebâh ve İkrime'den; Hazret-i Ömer ve onun oğlu Abdullah'tan nakledilen ilimleri, Abdullah bin Ömer'in âzâdlısı Nâfî'den öğrendi. Eshâb-ı kirâmdan İbn-i Mes'ûd ve Hazret-i Ali'den nakledilen ilimleri de, buluşup görüştüğü Tâbiînden öğrendi. İlimde hiç kimseye nasîb olmayan yüksek bir dereceye ulaştı. Tasavvuf ilmini de "Silsile-i Aliyye" denilen evliyânın büyüklerinden olan İmâm Ca'fer-i Sâdık'tan öğrendi. Onunla sohbet edip feyiz alarak tasavvufta yüksek makâma ulaştı. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri, "ulûm-ı âliye" denilen yüksek din ilimlerinde en üstün derecede bir âlim idi. Kelâm ilminde ve i'tikâd bilgilerinde Ehl-i Sünnetin reîsidir. Tefsîr ilminde müfessirlerin başı, üstâdı derecesindeydi. Hadîste ise derin ilim sâhibi ve büyük bir muhaddisti. İmâm-ı Şâfiî hazretleri; "Fıkıh ilminde mütehassıs olmak isteyen, Ebû Hanîfe'nin kitaplarını okusun" buyururdu. Abdullah bin Mübârek de; "Fıkıh ilminde Ebû Hanîfe gibi mütehassıs birini görmedim" buyurdu. Büyük âlim Mis'ar, Ebû Hanîfe'nin karşısında diz çökerek, bilmediklerini sorar öğrenirdi. O, "Bin âlimden ders aldım. Fakat, Ebû Hanîfe'yi görmeseydim, Yunan felsefesinin bataklığına kayabilirdim" demiştir. İmâm Ebû Yûsuf buyuruyor ki: "Hadîs ilminde Ebû Hanîfe gibi derin bilgi sâhibi birini görmedim. Hadîs-i şerîfleri açıklamakta onun gibi bir âlim yoktur." Alî bin Âsım diyor ki: "Ebû Hanîfe'nin ilmi, zamânındaki âlimlerin ilimlerinin toplamı ile ölçülse, Ebû Hanîfe'nin ilmi fazla gelir." Zâhirî ve mânevî ilimlerde zamânının en büyük âlimi olan İmâm-ı A'zam, bir gün Halîfe Mansûr'un yanına girdi. Orada bulunan Îsâ bin Mûsâ, Mansûr'a; "Bugün dünyânın en büyük âlimi bu zâttır" dedi. Halîfe Mansûr; "Ey Nu'mân, bu ilmi kimden aldın?" diye sorunca; "Hazret-i Ömer'den ilim alanlar vâsıtasıyla Hazret-i Ömer'den, Hazret-i Ali'den ilim alanlar vâsıtasıyla Hazret-i Ali'den, Abdullah bin Mes'ûd'dan ilim alanlar vâsıtasıyla da Abdullah bin Mes'ûd'dan aldım" cevâbını verdi. Bunun üzerine Halîfe Mansûr; "Sen işini gâyet sağlam tutmuşsun, ilmi asıl menbaından almışsın" dedi. İmâm-ı A'zam'ın hocası Hammâd bin Ebî Süleymân vefât edince, hocasının talebeleri, arkadaşları ve halkın ileri gelenleri, onun yerini dolduracak âlimin, ancak İmâm-ı A'zam olduğunu görerek, ısrârla hocasının yerine geçmesini istediler. "İlmin ölmesini istemem" buyurup, ilim kürsüsüne oturdu. Hocası Hammâd bin Ebî Süleymân'ın yerine müftî oldu ve talebe yetiştirmeğe başladı. İmâm-ı A'zam, hocası Hammâd'ın yerine geçince, ilmi, vakarı, üstün tevâzuu, takvâsı, tatlı sözleri ve güler yüzüyle herkes tarafından sevilen ve dînî meselelerde insanların karşılaştıkları zorluklara çâre bulan tek mürâcaat kaynağı oldu. Etrâfı, Irâk, Horasân, Hârezm, Türkistân, Tuharistân, Îrân, Hind, Yemen ve Arabistân'ın her tarafından gruplar hâlinde gelen talebeler, fetvâ isteyenler ve dinleyicilerle dolup taşıyordu. İmâm-ı A'zamın meclisinde, biri, halk tarafından sorulan suâllerin cevaplandırılması, diğeri de talebeler için verilen muntazam dersler olmak üzere iki türlü müzâkere yapılırdı. Her gün sabah namazını, câmide kılıp öğleye kadar sorulan suâlleri cevaplandırır, fetvâ verirdi. Öğleden önce kaylûle yapıp (bir miktâr uyuyup), öğle namazından sonra, yatsıya kadar, talebelere ders verirdi. Yatsıdan sonra evine gidip biraz dinlenir, sonra tekrar câmiye gelip sabâha kadar ibâdet ederdi. Sorulan suâllere cevap vermeden önce, mes'ele açık olarak müzâkere edilir, talebeleri suâli cevaplandırmaya çalışırdı. Mes'elenin müzâkeresi bittikten sonra, kendisi onu yeniden ele alıp gerekli düzeltmeleri yapar ve konuyu iyice îzâh ve tasvîr ettikten sonra cevaplandırırdı. Cevapları verildikten sonra da fetvâyı bizzât söylemek sûretiyle ve anlaşılır ifâdelerle talebelerine yazdırırdı. Bu yazılar daha sonra fıkıh kâideleri hâline gelmiştir. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin başta gelen talebeleri; İmâm Ebû Yûsuf ismiyle meşhûr olan Yâkûb bin İbrâhim, Muhammed Şeybânî, Züfer bin Huzeyl, Hasan bin Ziyâd, oğlu Hammâd, Abdullah bin Mübârek, Vekî' bin Cerrâh, Ebû Amr Hafs bin Gıyâs, Yahyâ bin Zekeriyyâ, Dâvûd-i Tâî, Es'ad bin Amr, Âfiyet bin Yezîd el-Advî, Kâsım bin Ma'an, Alî bin Müshir, Hibbân bin Alî gibi yüzlerce âlimdir. İmâm-ı A'zam ticâretle de uğraşırdı. Talebelerinin ihtiyaçlarını kendi kazancından karşılardı. Talebelerine son derece şefkatli davranır, onların ilimde iyi yetişmeleri için büyük titizlik gösterirdi. Talebelerini o kadar mükemmel yetiştirirdi ki, başkalarının uzun zamanda buldukları hükümleri onlar kısa zamanda bulurdu. Bir defasında, bir ilim hey'eti, onun ders usûlünü ve talebelerini görmek için Kûfe'ye gelmişti. Aralarında Tâbiînin büyüklerinin de bulunduğu bu hey'et, onların üstünlüğünü, başarısını görerek büyük bir memnuniyetle ayrılmıştır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.