İslâm dünyâsında ilimleri ilk defâ tedvîn ve tasnîf eden İmâm-ı A'zam'dır. Dîn bilgilerini (Kelâm, Fıkıh, Tefsîr, Hadîs vs.) isimleri altında ayırarak bu ilimlere âit kâideleri o tesbît etmiştir. Onun asrında eski Yunan felsefesine âit kitaplar tercüme edilmeye başlandı, bu kitaplarda yazılı bozuk sözlerin, fikirlerin din bilgileri arasına karıştırılması ve İslâm dînine bid'atlerin sokulması tehlikesini bertaraf etti. İyi düşünüldüğünde bütün insanlığın dünyâ ve âhiret saâdetini doğrudan doğruya ilgilendirdiği açıkça görülen bu çok mühim hizmet, İmâm-ı A'zam'ın zamânında ve daha sonra yetişen mezheb imâmları, İslâm âlimleri, evliyânın büyükleri tarafından da tâzim ve şükranla yâdedilmiştir, "Ehl-i Sünnetin Reîsi", "İmâm-ı A'zam=En büyük imâm" adıyla anılmıştır. İmâm-ı A'zam'ın gerek ilim meclisine, gerek sohbetlerine uzaktan-yakından gelen pekçok kimse ondan ilim ve mârifet tahsîl ettiler. Otuz yıllık müddet içinde verdiği derslerinde yetişen talebelerinin her biri, o zaman çok genişlemiş olan İslâm dünyâsının her tarafına yayıldılar. Müftîlik, müderrislik, kâdîlık gibi çeşitli vazîfelerle büyük hizmetler yaptılar. Böylece Peygamber Efendimizin bildirdiği yol olan Ehl-i Sünnet i'tikâdını ve fıkıh ilmini her tarafa yaydılar ve bu hususta kıymetli kitaplar yazdılar. İnsanlara doğru yolu gösterip saâdete kavuşturdular. Bu hizmeti kendilerinden sonraki asırlara da aksettirdiler. Tasavvuftaki yüksek makamı Son asrın, zâhir ve bâtın ilimlerinde kâmil, dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mâhir, büyük âlim Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyurdu ki: "İmâm-ı A'zam, İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed de, Abdülkâdir Geylânî gibi büyük evliyâ idiler. Fakat âlimler kendi aralarında taksîm-i a'mâl eylemişlerdir. Yâni herbiri zamanında neyi bildirmek îcâb ettiyse onu bildirmişlerdir. İmâm-ı A'zam zamânında fıkıh bilgisi unutuluyordu. Bunun için hep fıkıh üzerinde durdu. Tasavvuf hususunda pek konuşmadı. Yoksa Ebû Hanîfe, nübüvvet ve vilâyet yollarının kendisinde toplandığı, Ca'fer-i Sâdık hazretlerinin huzûrunda iki sene bulunup öyle feyiz, nûr ve vâridât-ı İlâhiyyeye kavuşmuştur ki, bu büyük istifâdesini; "O iki sene olmasaydı Nu'mân helâk olurdu" sözü ile anlatabildiler. Silsile-i zehebin en büyük halkasından olan Ca'fer-i Sâdık'dan tasavvufu alıp, vilâyetin (evliyâlığın) en son makâmına kavuşmuştur. Çünkü Ebû Hanîfe, Peygamber Efendimizin vârisidir. Hadîs-i şerîfte: "Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir" buyuruldu. Vâris, her husûsta verâset sâhibi olduğundan, zâhirî ve bâtınî ilimlerde Peygamber Efendimizin vârisi olmuş olur. O halde her iki ilimde de kemâlde idi." Sohbetleri sırasında insanların müşkillerini cevaplandırdığı gibi, gönüllerini ferahlatan nasîhatlerde de bulundu. Bir sohbeti sırasında, mü'minleri sevmekle ilgili olarak buyurdu ki: "Allah bize, insanların mü'min olanlarını sevmemizi, onlara karşı saygı beslememizi ve aslâ kırıcı olmamamızı, kalplerinde ne sakladıklarını bilemeyeceğimizi, hareketlerimizi buna göre ayarlamamızı emretmiştir." Emevîler ve Abbâsîler devri İmâm-ı A'zam'ın yaşadığı devir, Emevîler ve Abbâsîler zamânına isâbet etmektedir. Ömrünün elliiki yılını Emevîler, onsekiz yılını da Abbâsîler devrinde geçirdi. Emevî Devletinin son bulup, Abbâsî Devletinin kuruluşuna ve bu arada vukû bulan çeşitli hâdiselere şâhid oldu. Bütün bu hâdiseler içerisinde İmâm-ı A'zam, bir taraftan dîni öğrendi ve öğretti; diğer taraftan da, Ehl-i Sünnet i'tikâdında olan insanları, îmândan ayırmaya çalışan sapık ve bozuk fırkalarda olanlarla mücâdele etti. Bu fırkaların herbiri ile yaptığı münâzaralarda onları kesin delîllerle susturuyordu. Emevîlerin son zamanlarında Emevî vâlîsi, İmâm-ı A'zam'a devlet idâresinde bir vazîfe vermek istedi ve bu husûsta zorladı. Fakat İmâm-ı A'zam bâzı sebeplerden dolayı kabûl edemeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine hapsedilerek işkence yapıldı. Daha sonra serbest bırakılınca, 747 (H. 130) yılında Mekke'ye gidip orada altı yıl kadar kaldı. Mekke'de de talebelere ders ve fetvâ vererek ilmî mütâlaalar yaptı. Abbâsîlerin bir devlet hâline gelip kuvvetlenmesinden sonra Kûfe'ye döndü. Buradaki derslerine ömrünün son yıllarına kadar devâm etti. Emevîler devrinde bâzı baskı ve işkenceler gören İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri, Abbâsîler devrinin ilk zamanlarında ilim öğretmeye ve talebe yetiştirmeye devâm etti. Ama Abbâsî Devleti içinde de karışıklıklar ve ayaklanmalar baş gösterdi. İmâm-ı A'zam hazretleri bu karışıklıklara rağmen ders verme işini devâm ettirdi. 762 (H. 145) senesinde meydâna gelen hâdiselerden sonra Abbâsî halîfesi Ebû Ca'fer Mansûr, onu Kûfe'den Bağdâd'a getirtti. "Mansûr haklı olarak halîfedir, diye herkese bildir" dedi. Buna karşılık Temyîz Mahkemesi Reîsliğini verdi. Çok zorladı. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri çok takvâ sâhibi olup, dünyâ makamlarına kıymet vermediğinden, kabûl buyurmadı. Mansûr onu hapsettirdi. Her gün otuz değnek vurdurdu. İmâm-ı A'zam'ın mübârek ayaklarından kanlar aktı. Halîfe Mansûr, bir ara pişman olup otuz bin akçe gönderdi ise de kabûl buyurmadı. Tekrâr hapsedip her gün on değnek fazla vurdurdu. On birinci günü, halkın hücûmundan korkulup zorla sırt üstü yatırıldı. Ağzına zehirli şerbet döküldü. 767 (H. 150) senesinde şehîd edildi. Vefât ettiği anda secdeye kapandı. Vefât haberi duyulduğu her yerde büyük üzüntü ve gözyaşıyla karşılandı.