İmâm-ı Şafiî -2-

A -
A +

İmâm-ı Şâfiî, Bağdat'ta İmâm Muhammed'den aldığı dersleri tamamlayıp, Mekke'ye döndü. Burada bir müddet inceleme ve araştırmalar yapıp, ayrıca kendisi de talebelere ders verdi. Bilhassa hac mevsiminde, çeşitli İslâm beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim öğrenirlerdi. Mekke'deki bu ikâmeti dokuz yıl kadar sürdü. Sonra tekrar Bağdat'a gitti. Bu sırada Bağdat, İslâm âleminin önemli bir ilim merkezi idi. Burada bulunan âlimler, İmâm-ı Şâfiî'ye hürmet göstermiş ve ilim talebeleri onun etrafında toplanmıştır. Bağdat âlimleri dahi ondan ders almışlardır. Daha önce Mekke'de İmâm-ı Şâfiî ile görüşen ve ondan hadîs dinleyen İmâm Ahmed bin Hanbel de ona talebe olmuş, onun üstünlüğüne hayran kalmıştır. Şâfiî hazretleri ilim, zühd, mârifet, zekâ, hâfıza ve neseb bakımlarından zamânındaki âlimlerin en üstünü idi. Onüç yaşında iken, Harem-i şerîfde; "Bana istediğinizi sorunuz?" derdi. Onbeş yaşında iken fetvâ verirdi. Zamânının en büyük âlimi olan ve üç yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen İmâm Ahmed bin Hanbel, ondan ders almağa gelirdi. Çok kimse, İmâm Ahmed'e; "Böyle büyük bir âlim iken, kendi çocuğun gibi bir genç karşısında nasıl oturuyorsun?" dediklerinde; "Bizim ezberlediklerimizin manâlarını o biliyor. Eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dünyâyı aydınlatan bir güneştir, ruhlara gıdâdır" derdi. Bir kere de; "Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allahü teâlâ, bu kapıyı, kullarına İmâm-ı Şafiî ile tekrar açtı" dedi. İmâm Ahmed, bir kerre de; "İslâmiyete, şimdi İmâm-ı Şâfiî'den daha çok hizmet eden birini bilmiyorum" dedi. İmâm Ahmed, yine buyurdu ki: "Allahü teâlâ her yüzyılda bir âlim yaratır, benim dînimi, herkese onun ile öğretir" hadîs-i şerîfinde bildirilen âlim, İmâm-ı Şâfiî'dir. Hadîs-i şerîfte; "Kureyş'e sövmeyiniz. Zîrâ Kureyşli bir âlim, yeryüzünü ilimle doldurur" buyuruldu. İslâm âlimleri bu hadîs-i şerîf, İmâm-ı Şâfiî'nin geleceğini bildirmiştir, demişlerdir. Ahmed bin Hanbel'in oğlu Abdullah, babasının İmâm-ı Şâfiî'ye çok duâ ettiğini görerek sebebini sorunca; "Oğlum, İmâm-ı Şâfiî'nin insanlar arasındaki yeri, gökteki güneş gibidir. O, ruhların şifâsıdır" demiştir. Yine İmâm-ı Şâfiî ile emsâl olan İshâk bin Râheveyh ve başkaları ondan ilim tahsîl etmiştir. Herkes onun dersine koşuyor ve verdiği fetvâlara hayran kalıyordu. Ders ve fetvâ vermekte uyguladığı usûl, geniş olarak açıkladığı istinbât (kaynaklardan hüküm çıkarma) usûlü olan, usûl-i fıkıh ilmi idi. O, buna göre açıklamalarda bulunuyordu. Güzel ve açık konuşması, ifâde ve îzâh tarzı, münâzara kuvveti ve tesîr bakımından çok güçlüydü. Şâfiî hazretleri, Bağdat'ta bulunduğu sırada "el-Kitâbü'l-Bağdâdî" adını verdiği eserini yazdı. Ebû Ubeyd şöyle demiştir: İmâm-ı Şâfiî'den duydum, buyurdu ki: "İmâm Muhammed'den öğrendiğim meselelerle ve ilimle, bir deve yükü kitap yazdım. Eğer o olmasaydı, ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Bütün insanlar ilimde, Irâk âlimlerinin, Irâk âlimleri de Kûfe âlimlerinin çocuklarıdır. Onlar da Ebû Hanîfe'nin çocuklarıdır." Yâni bir babanın, çocukları için lâzım olan nafakayı kazanıp, çocuklarını beslemesi gibi, Ebû Hanîfe de kendinden sonrakileri böylece ilimle beslemiş ve doyurmuştur. İmâm-ı Şâfiî'nin üstün şahsiyetine ve yüksek ilmine hayranlık duyarak, ondan ders alıp ilim öğrenen talebelerinden bir kısmı şunlardır: Ahmed bin Hanbel, İshâk bin Râheveyh, ez-Za'ferânî, Ebû Sevr İbrâhîm bin Hâlid, Ebû İbrâhîm Müzenî, Rebî' bin Süleymân-ı Murâdî. Daha sonraki asırlarda, Şâfiî mezhebinde yetişmiş âlimlerden meşhûr olanlardan bâzıları da şunlardır: Hadîs âlimlerinden İmâm-ı Nesâî, kelâm (akâid) âlimlerinden Ebü'l-Hasan-ı Eş'arî, İmâm-ı Mâverdî, İmâm-ı Nevevî, İmâm-ül-Haremeyn Abdülmelik bin Abdillah el-Cüveynî, İmâm-ı Gazâlî, İbn-i Hâcer-i Mekkî, Kaffâl-ı Kebîr, İbnü's-Sübkî, İmâm-ı Suyûtî vb. Süfyân-ı Sevrî şöyle demiştir: "İmâm-ı Şâfiî'nin aklı, zamanındaki insanların yarısının akılları toplamından fazladır." Abdullah-i Ensârî buyurdu ki: "İmâm-ı Şâfiî'yi çok severim. Çünkü evliyâlıkta hangi makâma baksam, onu herkesin önünde görüyorum." Az yer, az uyurdu. "Onaltı senedir, doyasıya yemek yemedim" buyurdu. Sebebi sorulunca "Çok yemek bedene ağırlık verir, kalbi zayıflatır, anlayışı, idrâki azaltır, çok uyku getirir ve böylece insanı ibâdetten alıkor. Kulluğun başı az yemektir" buyurmuştu. Şâfiî hazretleri, hikmetli sözleri ve gönül alıcı nasîhatleriyle insanların kurtuluşlarına vesîle oldu. Biri, İmâm-ı Şâfiî'den nasîhat isteyince buyurdu ki: "Senden daha çok malı ve parası olan kimseyi kıskanma. O malına ve parasına hasretle ölür. İbâdeti ve tâatı çok olan kimselere gıpta et. Yaşayanlar da sonunda ölecekleri için, onların dünyâlıklarına özenmeye değmez. Hiçbir kimse yoktur ki, dostu ve düşmanı olmasın. Mâdemki böyledir, o halde Allahü teâlâya itâat edenlerle berâber bulun, onları sev. İlim, ezber edilen şey değil, ezber edilen şeyden temin edilen faydadır. Resûlullah'ın ve Eshâbının yolunda olmayanı havada uçar görsem, yine doğruluğunu kabûl etmem. Herkese akıllı denmez. Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır. Dünyâda zâhit ol, dünyâ malına bağlanma! Âhireti isteyici ol, onun için çalış! Her işinde Allahü teâlâyı hatırla. Böyle yaparsan, kurtulmuşlardan olursun. Ruhsat ve te'vîller ile uğraşan âlimlerden fayda gelmez."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.