Mevlid gecesi ve günü mübârek zamanlardır

A -
A +

Bilindiği gibi, dün gece (30 Mart 2007 Cumayı, 31 Mart Cumartesiye, ya'ni 11 Rebiu'l-evvel 1428'i 12 Rebiu'l-evvele bağlayan gece), bir "Mevlid Gecesi"ni daha idrâk etmekle şereflendik. Bugün de "Mevlid Günü"dür. Herkesçe bilindiği üzere, asırlardan beri, 12 Rebiu'l-evvel gecesinde, bütün İslâm âleminde, Türk Cumhûriyetlerinde ve bu arada azîz vatanımızda, güzel ülkemizde Peygamber Efendimizin doğum gecesi olan Mevlid-i Nebevî kutlamaları yapılmaktadır. Mevlid-i Nebevî kutlamaları çerçevesinde, câmilerde, radyo ve televizyonlarda mevlid-i şerif okunmaktadır. Mevlid okumaya karşı çıkan bazı kimseler için belirtelim ki, "Mevlid okumak" demek, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyâya gelişini, mi'râcını ve hayâtını anlatmak, onu hâtırlatmak, onu övmek demektir. Her mü'minin, Resûlullah'ı çok sevmesi lâzımdır. Onu çok seven, onu çok zikreder, anar, çok över. Bir hadîs-i şerîfte, "Birşeyi çok seven, elbette onu çok anar" buyuruldu. Diğer bir hadîs-i şerîfte de, "Allahü teâlâ, bir kuluna yazı ve söz san'atı ihsân ederse, Resûlullahı övsün, düşmanlarını kötülesin" buyurulmuştur. İslâm memleketlerinde asırlardan beri Mevlid okunması, bu hadîs-i şerîfteki emre de uygun bir iş, bir ibâdet olmaktadır. Mevlid okumağa karşı çıkan bir kimse, Resûlullah'ın ve Eshâb-ı kirâm'ın yaptıkları bir işi beğenmemiş olduğu gibi, bu hadîs-i şerîfe de karşı gelmiş olmaktadır. Allahü tealâ'yı sevenin, O'nun Resûlü'nü de sevmesi vâciptir. Ayrıca onun yolunda olan sâlih kulları da sevmesi lâzımdır. Resûlullah'ı çok sevmek lâzım olduğu konusunda, pekçok İslâm âlimi birçok kitap yazmıştır. Çünkü, başta "Sahîh-i Buhârî" olmak üzere, birçok hadis kitabında yer alan bir hadîs-i şerîfte, "Bir kimse, beni çocuğundan, babasından ve herkesten dahâ çok sevmedikçe, îmân etmiş olmaz" buyuruldu. Ya'nî o kişinin îmânı olgun olmaz. Hadîs-i şerîfin diğer rivayetleri de şöyledir: "Bir kimse, beni kendi nefsinden, ehlinden ve bütün insanlardan dahâ çok sevmedikce, îmân etmiş olmaz", "Beni ana-babasından, evlâdından ve herkesten daha çok sevmeyen, mümin olamaz." Allahü teâlâ, bir insanda bulunabilecek görünür-görünmez bütün iyilikleri, bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri "Habîb"inde toplamıştır. O'nun güzel huyları o kadar çoktu ki, herkesi hayran bırakırdı; görenler ve işitenler seve seve Müslüman olurdu. Hiçbir hareketinde, hiçbir işinde, hiçbir sözünde, hiçbir zaman, hiçbir çirkinlik, hiçbir kusur görülmemiştir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen, kâinâtın baş tâcı, ebedî rehberimiz, varlığımızı ve kurtuluşumuzu kendisine borçlu olduğumuz, müstesnâ şahsiyet, Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ (aleyhisselâm) hakkında söz söylemek ve yazı yazmak aslında bizim gibi âcizlerin haddi değildir. Resûlullah'ın (aleyhisselam) şâirleri vardı; onu överler, düşmanların iftirâlarına cevâp verirlerdi. Resûlullah, Mescid-i Nebevî'de, Hassân bin Sâbit için bir kürsü koydurdu. O buraya çıkıp, Resûlullah'ı över, düşmanları kötülerdi. Peygamberimiz, Hassân'ın şiirlerini çok beğenir, "Hassân'ın sözleri, düşmanlara oktan dahâ te'sîrlidir" buyururdu. Cenâb-ı Hak, şüphesiz ki bütün insanlara sayılamayacak kadar çok nimet, iyilik vermiştir. Allahü teâlânın merhameti, ihsânı, nimetleri o kadar çoktur ki, bunu ancak "sonsuz" kelimesiyle ifâde edebiliriz. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi ise, Resûller ve Nebîler (aleyhimüsselâm) göndererek İslâmiyeti, ebedî saâdet yolunu göstermesidir. Kullarına çok acıdığı için, onların dünyada râhat, huzûr içinde, kardeşçe yaşamaları, âhirette de sonsuz saâdete, bitmez-tükenmez nimetlere kavuşmaları için, yapılması lâzım olan iyilikleri ve sakınılması lâzım olan kötülükleri, Peygamberlerine bildirmiş, bunları bildiren birçok kitap (yüz suhuf ve dört kitap) da göndermiştir. Bu kitaplardan yalnız Kur'ân-ı kerîm bozulmamıştır. Bu vesîle ile belirtelim ki, İslâmın birinci şartı, bilindiği gibi, Allahü teâlâya ve Peygamberine (aleyhisselam) îmândır. Ya'nî onları sevmek ve sözlerini beğenip kabûl etmektir. İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin Efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi' olmağa bağlıdır. Ona tâbi' olmak demek, îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak demektir. Yine Muhammed aleyhisselâm'a tâm ve kusûrsuz tâbi' olabilmek için, onu tâm ve kusûrsuz sevmek lâzımdır. Bunun alâmeti de, onun dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek, onu beğenmeyenleri sevmemektir. Allahü teâlâ, kâfirlerin, kendi düşmanı ve Peygamberinin düşmanı olduklarını bildiriyor. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allahü teâlâya ve O'nun Peygamberine düşman olmaya sürükler. Tabîî ki sevgi ve nefret kalpte olur. Zâhiren onlara da iyi davranmak, tatlı dilli ve güler yüzlü olmak lâzımdır. Allahü teâlâ'nın feyizleri, nimetleri, ihsanları yani iyilikleri her an, insanların iyisine de, kötüsüne de, herkese gelmektedir. O, herkese mal, evlâd, rızık, hidâyet, rüşd, selâmet ve daha nice iyiliği fark gözetmeksizin göndermektedir. Fark, bunları kabûlde, alabilmekte ve bazılarının da alamaması sûretiyle insanlardadır. Allahü teâlânın rahmeti, şefkati, dünyâda, mü'minlere ve kâfirlere, herkese birlikte geldiği ve herkesin çalışmasına ve iyiliklerine dünyada karşılığını verdiği halde, âhirette kâfirlere merhametin zerresi bile yoktur. O hâlde, akıllı olan her insan, Cennet'e tâlip olmalıdır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.